El-Kaide'nin Mayıs 2003'te Riyad'ın doğusundaki bombalı saldırılarının üzerinden 20 yıl geçti. Evlatlarının ve ciğerparelerinin ülkelerinin dört bir yanında, şehirlerinde, köylerinde ve tüm mahallelerinde yıkım ve tahribatı yayması, öldürüp kan dökmesi karşısında Suudi Arabistan halkı şoka uğramıştı. Şok büyüktü ve hadiseler korkunçtu.
Unutmamak için anlatılması gereken üç hikâye var; birincisi, Suudi Arabistan'da terörün patlak verdiği o ana nasıl geldiğimizin hikayesi. İkincisi, uzun ve çetin yıllar devam eden teröre karşı kahramanca ve tarihi mücadelenin hikayesi. Son olarak da farkındalıkla, vizyonla ve gelecekle kaynağına ulaşmanın ve köklerini koparmanın hikayesi.
Aşırılık ve radikalliğin hikayesi çok eskidir ve kökleri mirasa uzanır. İslam'ın erken dönemlerinde Harici mezhebiyle başladı ve bundan sonra Müslümanlar inançta mezheplere, fıkıhta okullara ve davranışta ekollere ayrıldılar. Geri kalmışlık anlarında katı, kapalı söylemler galip geldi. Medeniyet anlarında açılım ve hoşgörü söylemleri galip geldi. Yenilenme çağrılarının adeti olduğu üzere, bazıları ele alınmadığı takdirde şiddetlenecek ve yayılacak aşırı ve radikal boşluklar içerdi.
“İhvan-ı Sebele” hareketi, aşırılık yanlısı taraftarları ve bilgisiz dini teorisyenleri olan militan bir hareketti ve Kral Abdulaziz kendisini ortadan kaldırdı (1929). Altmışlarda bazı aşırılık yanlısı hareketler ortaya çıktı ve televizyon genel merkezine saldırdı. Ardından Mescid-i Haram'ı silahlarla işgal eden "Cuheyman" grubu (1979) sahneye çıktı.
Bu, hikâyenin bazı yerli aşırılık yanlılarıyla ilgili kısmı, örgütlü köktendinci kısmına gelince, 1928'de kurulan Mısırlı Müslüman Kardeşler cemaati 1930'larda Suudi Arabistan ile ilişki kurmanın yollarını aradı. Kral Abdulaziz, cemaatin kurucusu Hasan el-Benna'nın Suudi Arabistan'da şube açma talebini keskin farkındalığıyla reddetti. Fuad Şaker bu hadiseyi şöyle anlatır: “Hac mevsimleri, Müslüman liderlerden seçkinlere, ileri gelenlerle dolu olurdu. Şeyh Hasan Benna da bu mevsimlerden birinde hazır bulunuyordu. Kral Abdulaziz'e yaklaşarak şu manada bir şey söyledi; ‘Burası bir İslam ülkesi ve İslam’ın başkenti. Biz de Müslüman ve kardeşiz. Bu güvenli ülkede Müslüman Kardeşler'in bir şubesini kurmama izin vermenizi rica ediyorum…’ Kral Abdulaziz ona aydınlık bir gülümsemeyle, güçlü bir kararlılıkla, hiçbir yanıt veya yorum kabul etmeyen susturucu bir yanıt verdi: ‘Kardeşim, gerçekte hepimiz Müslüman ve hepimiz kardeş iken neden ülkemizde partizanlık ve bağnazlık yaratalım?” Abdunnasır’ın, kendisine suikast girişiminde bulunulan Menşiyye hadisesinden (1954) sonra Mısır'da Müslüman Kardeşler’e güçlü bir darbe indirmesinin akabinde örgüt, Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri ve diğer Arap ülkelerine sığındı. Liderliği Suudi Arabistan içinde örgüte bağlı şubeler kurdu. Bunlar birçok devlet ve özel kuruma, eğitime, hayır kurumlarına ve her alana nüfuz ettiler. Müslüman Kardeşler’in rahminden "el-Sururiyye" ve "Selefi Cihat" gibi diğer gruplar doğdu ve İslami Sahva (Uyanış) olarak bilinen olguyu oluşturdu. Uluslararası ve bölgesel ölçekteki büyük olaylardan sonra ve doksanların ilk yarısında Sahva pençelerini göstermeye başladı. Devlete karşı siyasi muhalefette bulundu, toplum içinde onunla aynı fikirde olmayan herkese karşı şiddetli bir savaş ilan etti.
Doksanlı yılların ortalarında Sahva sembolleri tutuklandı, devlete ve topluma karşı siyasi ve dini ajitasyon durduruldu. 1995 yılında Riyad’ın el-Ulya bölgesinde bir bombalı saldırı gerçekleşti. Sahva sembollerinin yokluğunda, o dönemde “Tenvir Hareketi” olarak bilinen yeni bir hareket ortaya çıktı ve “Selefi Cihat” hareketinin varlığı arttı. Bunlar "internet forumlarına" da girdiler ve "Tenvirciler", Sahva’nın tüm akımlarıyla çatıştılar. Bu durum, hakikat anı gelip Riyad'ın doğusundaki patlamalar (Mayıs 2003) gerçekleşene kadar devam etti.
İkinci hikâye, terörün pençelerini gösterdiği dönemdeki mücadele hikayesidir. Anlatılmayı hak eden bir hükümet, toplum ve medya destanıdır. Kahramanları vatan, istikrar, güvenlik ve din için canlarını ortaya koymuş dürüst insanlardır. Bu dönemde cinayetler, bombalamalar, sabotajlar, patlayıcı tuzaklar ve suikast eylemleri birbirini takip etti. Sonunda devlet başarılı oldu ve terör yenildi. Bu aşamada bireysel hataların veya mücadelenin doğasına ilişkin büyük vizyonda hataların yaşanması doğaldı. Devlet daha sonra hem kendisi hem de toplum için zorlu geçen bu yıllarda sorumlu bir konumda görev yapan ünlü hain Saad el-Cabiri'nin oynadığı roller gibi bazı ihlalleri ortaya çıkardı.
Üçüncü hikâye, siyasal İslamcı grupların kanun gücüyle terör örgütleri olarak tasnif edilmelerinin hikayesidir. Terörle mücadelenin önemli ve belirleyici bir noktaya ulaştığı önemli bir tarihi andır. “Suudi Arabistan 2030” vizyonu, fikir babası ve lideri Prens Muhammed bin Selman'ın içeriden ve dışarıdan yaptığı yazılı ve görsel açıklamalarla birlikte pusula netleşti ve ulusal kalkınmacı öncelikler açıkça sahneye egemen oldu. Bu vizyonun ve liderinin başarıya ulaşmasında ve geleceği yaratmasında, kurumların ve bireylerin kendi alanlarındaki çabaları devam ediyor.
Bu karanlık tarihi çarpıtmaya yönelik organize eylemler yürütüldü. Siyasal İslamcı gruplar, onların bazı unsurları ve sempatizanları bu tarihi tahrif etmek için kitaplar, araştırmalar ve makaleler yayınladılar. Siyasal İslamcı akımlar, sembolleri ve söylemleri dışında herkesi kınayan bir şekilde bu tarihi yeniden yazıp çizdiler. Bunların bölgesel çalışma merkezleri, medya ağları ve web siteleri var. Bu saçmalıklarını yaymak, tarihi çarpıtmaya devam etmek için tüm eski ve modern iletişim araçlarını kullanıyorlar. Koşullar değişip geri dönene kadar sahnede kalmak için ciddi ve yoğun bir çabayla farkındalığı engelleyen hezeyanlar yayıyorlar.
"Sahva’nın sonu" efsanesi, gelecek için son derece zararlı bir efsanedir. Canlı, bilim ve farkındalıkta ileri ulusları misal alalım; "Nazizm’i" yenmelerinin üzerinden 70 yıl geçmesine rağmen Batı ülkelerinde halen üniversiteler, akademiler ve araştırma merkezleri "Nazilerle" ilgili kitaplar ve bilimsel incelemeler yayınlıyor. Batı ve insanlık tarihinin bu iğrenç olgusuna karşı ABD’de Hollywood ile diğer ülkelerdeki Batılı medya kuruluşları hâlâ belgeseller, diziler ve filimler üretiyorlar. Yetmiş yıllık yoğun çaba ve aralıksız çalışma onları artık durmaya, geri adım atmaya, Nazi fikrinin bittiğine ve sona erdiğine ikna olmaya yetmedi.
Ne var ki bizde yanlışlıkla ya da gizli bir iş birliğiyle bazıları birkaç yılın "Nazizm" büyüklüğündeki bir tehlikeyi ortadan kaldırabileceğini, Sahva’nın, gerçekten verimli çabalar, kalıcı bilimsel projeler, entegre bir siyasi, hukuki, toplumsal, eğitimsel, kültürel, medya ve araştırma sistemi olmamasına rağmen sona erdiğini iddia etmeyi kolay buluyor. Oysa bu imkansızdır, herhangi bir ciddi bilimsel tartışmaya dayanmamaktadır.
Unutmamak ve aynı delikten iki kez sokulmamak için yeni nesillerin aşılanması ve bilinçlendirilmesi gerekiyor. Çünkü belki de çoğu bu suçlardan, söz konusu grupların, söylemlerinin, ideolojilerinin, akımlarının ve örgütlerinin, onları bölgesel ve uluslararası açıdan destekleyen ülkelerin taşıdığı büyük tehlikelerden haberdar değil.
Son söz; devletler ve milletler affedebilir ama unutmazlar. Fikirler ve ideolojilerle yüzleşmek, sorunu ortadan kaldıran, kazanımları koruyan, nesilleri aşılayan kapsamlı ve genişletilmiş stratejiler gerektirir.