"Gannuşi’nin tutuklanması, Tunuslu Nahda Hareketi'nin ölüm belgesinin yazılması mı?!" Bu soru, yaşanan bir dizi siyasi ve mali felaketin ardından Nahda Hareketi’ne yöneltilen hukuki darbelerin akabinde, “el-Siyak” web sitesi tarafından yayınlanan bir haber dosyasının başlığı. Benzer sorular, Mısır'da Müslüman Kardeşler’e, Suudi Arabistan'da Sahva (Uyanış) Hareketi'ne, Doğu ve Batı'daki çeşitli siyasi İslami gruplara indirilen darbelerden sonra da gündeme geldi. Suudi Arabistan'da Sahva sembollerinin hapsedilmesinin ardından, geri dönme olasılıkları hakkında hararetli bir tartışma yaşandı ve gerçekten de serbest bırakılmalarından 2 yıl sonra, eskisi gibi ve hatta daha fazla yeniden parladılar. Siyasal İslam ile savaşın tarihi boyunca alınan ders şudur; siyasal İslam gruplarının gizlenmeleri sona erdikleri anlamına gelmez, aksine kendilerini yeniden toparladıkları ve kartlarını düzenledikleri anlamına gelir. Hatta Suudi Arabistan, Mısır ve Tunus'ta olduğu gibi gözden geçirme yaptıklarını da iddia edebilirler.
Söz konusu dosyaya katkıda bulunanların bir kısmı şu düşüncedeydi; “İhvan-ı Müslimin’in (Müslüman Kardeşler) bir kolu olan Nahda Hareketi, son on yıldaki performansı nedeniyle kamuoyunun kendisinden uzaklaşmasının yanı sıra, siyasi kısıtlamalardan muzdarip. Siyasi kısıtlamalar Nahda’nın İslami hareketlere karşı olağan halk sempatisini kaybettiğine işaret ediyor. İhvancı Hareket’in önünde iki yol var, bunlardan ilki kendine bakış açısıyla ilgili. Bu anlamda Hareket karşılaştığı herhangi bir baskıyla başa çıkabilir, çünkü kuruluşundan bu yana iktidardaki rejimlerle ciddi krizler yaşadı ve buna rağmen devam etti, genişledi ve dayandığı kitleler oluşturdu. Nahda -herhangi bir İslami hareket gibi- İslami kimliği temel aldı. Devletin zayıflığına, krizlerine, bölgesel ve yerel çatışmalara güvendi, bunları bekasını güçlendiren unsurlar olarak gördü.” Katılımcılardan biri olan araştırmacı Ahmed Zağlul Şalata da böyle söylüyor.
Araştırmacı Şalata'ya göre diğer yol, Hareket’in siyasi geleceği ile ilgili ve buna siyasi toplum ve halkın tutumu karar verecek. Çünkü Hareket ile iktidar arasındaki çatışmanın tırmanması Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said ile bağlantılı. Bu, Cumhurbaşkanı iktidarda olduğu sürece ilişkilerin bozuk olmaya devam edeceği anlamına geliyor. İhvancı Nahda, Kays Said'in halefi olacak yeni bir cumhurbaşkanı gelene kadar, belirli bir süre için de olsa siyasi güçlerle uzlaşma alanı bulunduğunu düşünüyor. Uzlaşma, Nahda'nın - öyle ya da böyle - kanını tazelemesine ve tabanını yeniden inşa etmesine imkan verecek bir siyasi açılımın önünü açacak.
Bu, Nahda Hareketinin yeniden uyum sağlamak için varmaya çalıştığı uzlaşmanın sonucuna dair aceleyle yapılmış ve sınırlı da olsa iyi niyet içeren bir analiz. Bir uzlaşma durumunda Nahda’ya hareket etme olanağı tanınacağı yönündeki iddiasında araştırmacıya katılmıyorum.
Aynı bağlamda, Tunuslu analist Dr. Adil Latif, Nahda liderine yönelik son hamlelerin yansımalarını okurken göz ardı edilmemesi gereken etkenler olduğunu söylüyor. Latif'e göre bu etkenlerden ilki, Raşid Gannuşi'nin yargılanmakta olduğu davanın doğası. Dava dosyası, somut ve fiziksel kanıtlar içermekten ziyade son açıklamalarıyla ilgili bir dosya. İkinci etken ise, bu davanın güvenlik servisleri veya cumhurbaşkanlığı gibi Tunus devleti değil, güvenlik görevlilerinden biri tarafından açılmış olması.
Üçüncü görüş ilk ikisinden çok uzak değil ve Tunuslu Muhtar el-Levati’ye ait. Muhtar’ın yorumu şöyle: “Gannuşi'nin tutuklanması kararı, onun yargılanmasını isteyen vatandaşları biraz sevindirdi. Ama cezanın süresini ve esasını dikkatle inceleyen herkes, ceza ile ona neden olan suçlamanın niteliği arasındaki zayıflığı ve tutarsızlığı görecektir. Uzun yargı kararları gerektiren eylemlerle “şişkin dosyanın” sahibi Nahda Hareketi’nin lideri hakkında verilen karar, eylemlerinin büyüklüğüyle orantılı değil. Burada 2013 yılında suikasta kurban giden Şükri Beliyd ve Muhammed Brahimi davasında savunma heyetinin sunduğu Nahda’ya bağlı “Gizli Servis” ve işlediği suçlarla ilgili dosyayı kastediyoruz. Buna ek olarak, sosyal medyada dolaşan çeşitli videolarda şahit olunan başka suçlar da var.”
Aslında bu üç görüş de asıl neden olan aşırılıkçılıktan çok uzak. Dava ve dosyası hakkındaki kararı hukuk verdi. Ama bundan daha tehlikelisi var, o da bazı analistlerin görmezden geldiği bu kanlı ideoloji. Nahda Hareketi, özellikle sözde "devrim"den sonra, Tunus toplumunda kavramlarını araçlar, açıklamalar, kitaplar ve diyaloglar yoluyla yaymaya çalıştı. Hareket’in ideolojisine ilişkin bu dikkatli gözlem, Dubai'deki el-Misbar Çalışma ve Araştırma Merkezi tarafından hazırlanan "Devrimden Sonra Tunus Haritası" kitabında okunabilir.
Gannuşi, yasalara ve anayasaya aykırı eylemi nedeniyle kendisine ve Hareketi’nin tamamına zarar verdi ve bağımsız Tunus yargısı sözünü söyledi. Bazı araştırmacılar tarafından ortaya atılan analizler ve bunların tutuklanmayı gerektiren suçlarla karıştırılması, televizyon kanallarında ve medya platformlarında net bir şekilde görülmeye ve bazı duygusalcılar tarafından tartışılmaya başlandı.
Gannuşi, adı terörizm, kara para aklama, güvenlik ve siyasi felaketlere karışmış bir Hareket’e liderlik ediyor.
Nahda Hareketi son derece pragmatik. Bu nedenle terör suçlamasını çürütme, demokrasi ve diyaloğa bağlı kalma kavramlarının ardına sığınıyor. Gannuşi, çeşitli röportajlarında bunun propagandasını yaptı ve “Nahda sivil, demokratik bir siyasi partidir” iddiasında bulundu. Gannuşi şunları da söyledi; Hareket, toplumsal bir akım olarak ve bağımsızlığın başlangıcından itibaren Arap-İslam kimliğini marjinalleştirmeye çalışan tek parti sistemini benimseyen devlet politikasına bir tepki olarak ortaya çıktı. Totaliter rejime bir tepki olarak ortaya çıkan bu toplumsal olgu, başta davet, kültür ve toplum olmak üzere çeşitli boyutları kapsadı. Daha sonra yetmişli yılların başındaki ilk kuruluş döneminin ardından siyasi boyutu da içerecek şekilde gelişti. Bu olguya, doğal olarak gelişme alanı ve özgürlüğü tanınmadı, aksine devletin şiddetli baskısıyla karşı karşıya kaldı. Eksikliğini hissettiğimiz özgürlük bize devrim tarafından sağlandı. Bu da bize olguların veya toplumsal akımların normal gelişim sürecini sürdürme fırsatı verdi.
2014 yılı başında meclisin yüzde 94'ü tarafından desteklenen Tunus anayasasının kabul edilmesiyle kimlik meselesinin ve bu konudaki çatışma ya da anlaşmazlıkların çözüldüğüne inanıyoruz. Bu anayasa, Tunus halkının tüm akımlarıyla üzerinde mutabık kaldığı zemini ve istediğimiz siyasi sistemin doğasını tanımlıyor. Tunus anayasasının değiştirilemez 1. maddesinde Tunus'un özgür ve bağımsız bir devlet olduğu, dilinin Arapça, dininin İslam olduğu belirtiliyor. Sonuç olarak, kimlik konusunda ulusal bir mutabakat oluşturuldu ve partilerin kimlik mücadelesi çerçevesinde değil, pratik programlar çerçevesinde rekabet etmekten başka seçeneği kalmadı.
En büyük yapıcılarından biri olduğumuz Tunus anayasası ayrıca din işlerinin devlet ve sivil toplum tarafından çerçevelenen kamusal bir mesele olduğunu da belirtiyor. Anayasa, siyasi sorumlulukların dini sorumluluklarla veya sivil toplumda birleştirilmesini yasaklıyor, dolayısıyla siyasi alanı seçmemiz, taslağının hazırlanmasına katıldığımız anayasaya bağlı olduğumuzu gösteriyor. Kanaatimizce Nahda, İslam ile demokrasiyi uyumlu gören bir okumayı referans alan sivil bir parti olarak kalacak. Biz kendimizi demokratik İslam akımı içinde görüyoruz ve bu demokratik dünyada bizim icadımız olan bir şey değil, nitekim ilhamlarını ve referanslarını dinlerinden alan köklü demokratik partiler bulunuyor. Dini referans ile demokrasiye bağlılığı birleştiren Hristiyan Demokratlar ve benzeri partiler var.
Medyası ve siyasi kolları ile Nahda Hareketi, tüm kavramlarıyla İhvan-ı Müslümin’in söylemini benimsiyor, ancak aynı zamanda kurnaz bir yöntem de benimsiyor ve sürekli olarak daha önce olduğu gibi iktidarı ele geçirmeye hazırlanıyor. Buna rağmen, bazı analistler ve yazarlar tüm kusurlu siyasi ve güvenlik performansıyla bu Hareket’in uygulamalarına hâlâ aldanıyorlar, işte asıl felaket budur.