Süleyman Cevdet
Mısırlıaraştırmacı yazar
TT

Ankara’da bir bütün olarak onurlandırma

Çoğunlukla bir sanat festivali, bir yıldızı onurlandırmaya karar verir ve bu iş için oluşturulmuş komite, yıldızın onurlandırılmayı başkasından daha çok hak ettiğini gösterecek bir eserini araştırmaya koyulur. Ancak genelde belirli bir esere karar veremez ve yıldızı tüm eserleri için onurlandırmaktan başka çaresi kalmaz.

Komiteyi bu tercihe iten sebepler ne olursa olsun bu şekilde bir onurlandırma, genellikle sahibini rahatlatmaz, ona takipçilerin hayal ettiği tatmini getirmez ve onurlandırma tüm eserler için değil de belirli tek bir eser için olsaydı hissetmeyeceği bir duyguyu yaşamasına sebep olur. Türkiye Cumhurbaşkanı’nın cumhurbaşkanlığı yarışında elde ettiği zaferi de böyle anlamak ve bu anlamı, zaferin sebeplerine dair keyfi bir yorum ve konunun tüm yönleriyle kavranmasında abartılı bir mukayese yapmadan sanat dünyasından siyaset dünyasına taşımak mümkün.

Cumhurbaşkanlığı yarışının birinci turu öncesinde yapılan kamuoyu yoklamalarının her defasında muhalefetin adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun lehine bir tablo ortaya koyduğu ve sonuçların, Kılıçdaroğlu’nun mevcut aday olan cumhurbaşkanına karşı zafer kazandığını gösterdiği, yüzdeler ve sayılar verilerek yayınlandığı herkesin malumu. Anketler asılsız değildi; seçmenlere soruluyor ve cevapları kâğıt kalemle hesaplanıyordu. Yarışa yol açan ve onu çevreleyen hava da anketlerin söylediğini söylüyordu ki bu, özellikle ekonomik düzeyde çıplak gözle görülebiliyordu.

Seçmenin sandığa sürünerek gittiğini ve oy kullanma söz konusu olduğunda Türkiye’den başka ülkelerde de bunun hâkim durum olduğunu söylemek abartı olmaz. Seçmen, yaşamında ekmeğine değen şey diğer adaylara karşı bir adayı tercih etmesini telkin etmedikçe oy kullanmaya gitmez.  

Seçmenlerin geneli yarıştan önceki aşamada Türkiye ekonomisinin durumundan memnun değildi. Zira Türk lirası dolar karşısında değer kaybetmeye devam ediyordu ve enflasyon en yüksek seviyesini görmüştü. Türkiyeli seçmen de bu anlamda sadece enflasyon ve her geçen gün yükünü artıran liranın değeri ilgilendiriyordu.

Bu durumun farkında olan muhalefetin adayı, onu yarış için öne süren 6 parti adına seçmenlere sesleniyordu. Türkiye’nin içinde bulunduğu bütün durumları ölçülü bir şekilde kullanmaktan geri durmuyor ve anket sonuçları kendisinin mevcut cumhurbaşkanından önde olduğunu her gösterdiğinde de daha çok kullanmaya meylediyordu.  

Erdoğan açısından yurtdışındaki durum, içeride karşılaştığı durumdan daha iyi değildi. Nitekim ABD’nin Ankara Büyükelçisi, yarış başlamadan önceki son günlerde muhalefetin adayını ziyaret etmişti. Bu, ABD’de rüzgârın ne yönde estiğine işaret ediyordu. O gün Erdoğan, ziyaretin tehlikesini sezdi ve ne anlama geldiğini anladı. Bunun üzerine Türkiye’deki temsilcisinin yapıp ettiklerinden haberdar olması gereken Başkan Biden yönetimine olan yoğun öfkesini ifade etti. Türkiye Cumhurbaşkanı, gelecekte ülkesinin toprakları üzerindeki tüm kapıların bu büyükelçiye kapalı olacağını ilan etmekte de bir beis görmedi.

Erdoğan’ın senelerdir kapısını çaldığı Yaşlı Kıta’nın dört bir yanında durum, ABD’nin başkentinde olduğundan pek farklı sayılmazdı. Avrupa, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşı söz konusu olduğunda bir ayağını Avrupa’ya, diğer ayağını da Rusya Devlet Başkanı’nın ikametgâhı olan Kremlin’e atan ve sanki bir yarışta iki atı paralel iki yarış pistinde sürüyor gibi olan Türkiye Cumhurbaşkanı’ndan artık usanmıştı.

Erdoğan, Avrupa Birliği’ne üyelik için Yaşlı Kıta’nın kapısını çalmaya devam ediyor, ancak ne kapı açılıyor ne de Avrupalılar cevap veriyordu. Avrupalılar ona Yunan efsanesindeki Penelope üslubuyla muamele ediyordu. Efsaneye göre kocası bir savaşta kaybolup da yokluğu uzayınca, evlenmek isteyen adamlar onun kapısını çalar, o da onlara nazikçe karşılık vererek dokumakta olduğu elbiseyle işi bittiğinde içlerinden birini seçeceğini söyler. Ancak gündüz bitirdiğini gece yine söker ve kapıyı çalanların karşısında bunu bitimsiz şekilde tekrar ederdi.

Türkiye Cumhurbaşkanı, İsveç’in NATO’ya katılması önünde bir engel oluyordu ve hala da öyle. Bunu yaparken sanki Avrupalılara, AB üyeliği konusunda kendisine kapalı tutulan kapıyı unutmadığını hatırlatmak istiyordu. Şansölye Angela Merkel’in zamanında onunla öfkeli bir şekilde çatışmış ve böylece Almanların düşmanlığını kazanmıştı. Merkel’e yaptığını daha sonra Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a karşı da tekrarladı ve Rifaa Rafi et-Tahtavi’nin Tahlîsü’l-İbrîz fî Telhîsi Bârîz (Paris Gözlemleri) adlı kitabında adlandırdığı şekliyle “Fransızcılarla” bir kavga içinde yaşadı.

Bununla birlikte Türk seçmeninin gözünde Erdoğan, Türkiye’nin elinden tutup “G20” masasına oturtan adam olmaya devam ediyor. Görünüşe bakılırsa seçmenlerini onu enflasyon oranıyla ilgili bir eseri ya da liranın dolar karşısındaki durumuyla ilgili değil de bir bütün olarak ödüllendirmeye sevk eden de buydu.