Suudi Arabistan'da olup biten her şey ister dahili, isterse bölgesel ve uluslararası olsun her düzeyde yenilikler içeriyor.
Yeni Suudi Arabistan, yakın ve uzak, müttefik ve düşman tüm taraflar için açıklanan planlar, yayınlanan amaç ve hedefler dahilinde yeni çizgiler belirledi. Hem açıklanmış hem açıklanmamış pozisyonlarda, kararlarda ve yönelimlerde belirgin bir kararlılığın eşlik ettiği sakin ve üst düzeyde diplomatik bir dil benimsedi.
Suudi Arabistan-ABD ilişkileri büyük öneme ve iki ülke, bölge ve dünya üzerinde etkiye sahip.
İki taraf, onlarca yıldır bu ilişkilerin derinliğinden bahsediyor. 1940'larda Kral Abdulaziz ile ABD Başkanı Roosevelt arasındaki görüşmeyi anıyorlar. Ardından gelen ve uluslararası çatışmalarda, tüm sıcak dosyalarıyla Soğuk Savaş'tan bu yana yaşanan tarihsel dönüşümlerde dünyadaki güç dengelerini etkileyen güçlü ittifaklarını hatırlıyorlar.
İkisi arasındaki ittifak, Afganistan, İkinci Körfez Savaşı, Saddam Hüseyin'in Kuveyt'i işgali, ardından 11 Eylül olayları ve teröre karşı savaş, enerji fiyatları gibi uluslararası düzeyde oldukça etkili alanlarda onlarca yıllık iş birliği gibi dosyalarda etkili oldu.
Bu on yıllardan sonra ülkelerin değişmesi doğaldır ve hem ABD hem de Suudi Arabistan değişti.
Demokrat Obama yönetiminin bölgeden ve dünyadan çekilmesinden, uğursuz “Arap Baharı” kaosuna verdiği destekten, ardından Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri ve Arap ülkelerinin çıkarlarını hiçe sayarak İran ile nükleer anlaşmayı imzalamasından itibaren, bu ilişkilerde bir kırılma meydana geldi.
ABD içinde siyaset ve medyada Suudi Arabistan'a dost olmayan sol-liberal nitelikte bir ses tonu yükselmeye başladı.
Suudi Arabistan’da ise Kral Selman ve onun vizyoner Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile tarihinde yeni bir döneme girdi ve ABD bunu kavrayamadı.
Biden yönetimi Beyaz Saray'a vardığında 4 yıllık Cumhuriyetçi Trump yönetimini tarihten silmenin peşine düştü. Yeni Suudi Arabistan ile ilişkilerde Amerikan tarafının açıklamaları ile pozisyonlarındaki değişim, gözlemci ve takipçiler tarafından rahatlıkla izlenebilirdi. Biden Suudi Arabistan’ı hafife alıyor, daha yönetime gelmeden önce ona karşı çıkarları dikkate alan ve ortak tarihi çağrıştıran dostça bir dil yerine aşağılayıcı ve dışlayıcı bir dil kullanıyordu.
Bu dil ve pozisyona dair birçok detay ve örnek verip sözü uzatmadan, yaklaşık 1 yıl önce ABD’nin petrol fiyatları ve enerji piyasalarında Suudi Arabistan'a ihtiyaç duyduğunu söyleyelim. Ancak Suudi Arabistan ABD’nin talebini kabul etmedi, dahası Biden ve yönetiminin arzusu hilafına “OPEC”in üretimi azaltma duyurusu konusunda tam bir profesyonellikle çalıştı.
Biden yönetimi, Suudi Arabistan’ın bu kararına karşılık vermeye çalıştı ve tamamen teknik olan bir kararı siyasileştirmeye çalıştı, ancak başarılı olamadı. Sonra Suudi Arabistan'a karşı icraatlarla tehdit etti ama aslında hiçbir şey yapmadı ve bu da, gözlemciler ve takipçiler arasında soru işaretleri uyandırdı.
ABD, Julian Assange’ın kurduğu WikiLeaks'in 2006'da sızdırdığı yüz binlerce belgeden bu yana yıllardır büyük miktarda gizli belgelerinin sızdırılması sorunundan mustarip.
WikiLeaks’ten sonra Edward Joseph Snowden tarafından başka belgeler sızdırıldı (2013). Sadece birkaç ay önce yaşanan son sızıntıda, Jacques Teixeira güncel dosyalar hakkında hala sıcak ve tehlikeli olan gizli bilgiler içeren "Discord Belgeleri"ni sızdırdı.
Suudi Arabistan-ABD ilişkileri dosyası devam etti ve Amerikan yönetiminin sembolleri, defalarca açık ve gizli ziyaretlerle Suudi Arabistan'a akın etti. Biden’ın kendisi Temmuz 2022'de Suudi Arabistan'ı ziyaret etti. Birkaç gün önce de ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken Suudi Arabistan’a birkaç gün süren bir ziyarette bulundu. ABD yönetimi, iki ülke arasında onlarca yıllık ilişkileri anımsatmaya, dostane bir dil kullanmaya ve ortak çıkarları vurgulamaya başladı. Bu dönemde Suudi Arabistan, açıklanan planlar, pratik adımlar ve öncelikle kendi çıkarlarına hizmet eden kararlarla Rusya ile çeşitli alanlarda güçlü ilişkiler kurdu. Çin ile daha güçlü ve çok yönlü ilişkiler kurdu. Rusya-Ukrayna savaşında dünya çapında pek çok ülkenin kendisini takip ettiği üçüncü bir uluslararası yol yarattı. İran ile Batı sponsorluğunda değil Çin sponsorluğunda bir anlaşma imzaladı ve bu, bölgesel ve uluslararası düzeyde büyük bir siyasi atılım oluşturdu. Bölgedeki en sıcak büyük dosyaları kapattı, ekonomi ve kalkınmayı diğer tüm dosyalardan önce gelen bir öncelik haline getirdi.
Yeni Suudi Arabistan bütün bunları gösterişli sloganlar, kaba aşırılıklar veya içi boş fanatizm olmadan yaptı. Aksine kendi çıkarlarına ve geleceğine giden yolu çizdi.
On yıllar boyunca solcu, milliyetçi ya da dini ideolojik retorikten kaynaklanan aşağılayıcı tanımlarla ABD'ye hakaret eden bazı Arap liderleri gibi yapmadı, aksine, kendi yolunu çıkarlar diliyle ve aynı zamanda sakin ve sağlam diplomasi ile çizdi.
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, başta Batı olmak üzere birçok ülkenin kavrayamadığı tarihi bir dönüşüm anını temsil ediyor. Bazıları anlayamamalarının ve idrak edememelerinin bedelini ödediler. Politikalarından, pozisyonlarından ve beyanatlarından geri adım atıp, bunları değiştirdiler. Nitekim ABD ve diğer ülkelerdeki bazı prestijli kurumlar, ister kişisel ister kurumsal olsun, ikili ilişkilerin yeniden sıcaklaşmasını engelleyen her türlü zorluğu aşmak için çabalamaya başladılar.
Washington Post’un Discord sızıntıları arasından yayınladığı bir belgede, Prens Muhammed bin Selman, Suudi Arabistan-ABD ilişkilerinde ve Biden yönetimiyle çalışma konusunda radikal bir değişikliği ima ediyor ve ABD için büyük ekonomik maliyetlere işaret ediyordu. Bu, yukarıda bahsettiğimiz bağlamda anlaşılabilir. Bazı Amerikalı karar vericilerin fark edemediği şey, Suudi Arabistan halkının, bölgedeki birçok halkın aksine, çağdaş insan uygarlığının bir sembolü olarak ABD'ye karşı bir tutku beslediğidir. Suudi Arabistanlılar nesiller boyu Amerikan üniversitelerinde ve akademilerinde eğitim ve bilgi aldılar. Suudi Arabistan gençliğinin çiçekleri, uzun yıllar ABD’de yaşadılar, akli yeteneklerini ve duyularını geliştirdiler, kişiliklerini oluşturdular. Amerikan halkının farklı gruplarıyla sıcak insani ilişkiler kurdular. ABD’li karar alıcıların yine farkında olmadıkları şey, bu burslu öğrenciler neslinin, genç Prensin vizyonuna, ülkesi ve halkı için beslediği umutlara hizmet ederek en büyük destekçisi ve taraftarı olduklarıdır. ABD’ye, medeniyetine ve toplumuna olan sevgi ve muhabbetlerinin boyutu ne olursa olsun, Veliaht Prensin liderlik ettiği Suudi Arabistan’ın çıkarlarına hizmet etmeye kendilerini adadıklarıdır.
ABD “devleti” ya da "imparatorluğu", siyasi ve stratejik seçkinler üretimi seviyesinin düşmesi dahil olmak üzere önemli sorunlardan muzdarip. Bir karşılaştırma yapacak olursak, Henry Kissinger birkaç yıl önce yayınlanan “Dünya Düzeni” adlı kitabında Suudi Arabistan üzerine de bir bölüm yazmıştı ve şöyle diyordu: “ABD, hem Sünni hem de Şii ‘Cihad’ formüllerinin hedeflediği ödül olan bir ülkeyle (Suudi Arabistan) ortak bir anlayış geliştirmelidir. Ne kadar dolambaçlı ve dolaylı olursa olsun, bu ülkenin gayretleri ve çabaları, herhangi bir yapıcı bölgesel kalkınmayı desteklemek için gerekli ve temeldir.”
Son olarak bugün Suudi Arabistan doğrudan ve açık bir şekilde Kissinger'ın bahsettiğinden çok daha büyük ve tarihi değişimlere öncülük ediyor. Ancak ABD'deki çağdaş seçkinler, şaşırtıcı bir şekilde Suudi Arabistan'ı hedef almayı tek yol görüyorlar.