Fahd Süleyman Şukeyran
Suudi Arabistanlı araştırmacı yazar
TT

Reşid el-Hayyun ile İbn Haldun üzerine

Arkadaşım Dr. Reşid el-Hayyun, 7 Haziran 2023 tarihinde İttihad dergisinde “İbn Haldun’u Değersizleştirme ile Kutsallaştırma Arasında” başlığıyla bir makale yayımladı ve değerlendirmem yapmam için beni teşvik etti. Dr. Reşid’in görüşlerini şu iki söz özetler:

Birincisi: “Onu kutsayanlar zannediyor ki, İbn Haldun’un yazdıkları daha önce hiç söylenmedi. Ne diyordu İbn Haldun: ‘O, halvet (yalnızlık) halindeyken yönlendirildim ve bana kelamın tazesi ile düşüncenin manaları aktı. Ve Mukaddime’yi işte bu garip şekilde tamamladım (Mukaddime).’ Halvet derken, Benî Selame Kalesi’nde tek başına geçirdiği zamanı kastediyor. Ayrıca açık anlatımıyla Mukaddime, hiç de ‘garip şekilde’ yazılan bir metin değildi ve Ka’b bin Züheyr’in, ‘Sözü ödünç almaktan veya kendi sözümüzü tekrar etmekten başka bir şey yaptığımızı görmüyorum’ beyti (İbn Abd-i Rabbihi: el-Akdü’l-Ferîd) kastedilmiyordu. Mukaddime’de, kendinden öncekilerin görüşlerini aynı devirde yaşadığı devletlere ve toplumlara uygulaması gibi yeni şeyler de vardır. İbn Haldun, Mukaddime’ye bolca gölgesi düşen İhvan-ı Safa Risaleleri hariç, Doğu ve Batı’daki kaynaklarını belirtecek kadar da özenliydi.”

İkincisi: “İbn Haldun, tarih yazımında ve Mukaddime’nin üslubunda çağının büyüğü idi. Bununla birlikte tarihine felsefi bir girişle (mukaddime) başlayan ilk kişi o değildi; onun öncesinde İbnü’t-Taktakî el-Fahrî adlı eserinde aynı şeyi yapmıştır. Şu farkla: Onun mukaddimesi, bahsi geçen risalelerin özümsenmiş haliydi. Mukaddime’yi “bir düşünce seli” olarak değerlendiren Ali el-Verdî (İbn Haldun Mantığı) ya da “batıni bir sezgiden sonra gelen beklenmedik bir akış” diyen Sâtı el-Husrî (Mukaddime Üzerine) gibi kutsayan tarafta değiliz. Ama “Biz hakiki vatanseverler olsaydık İbn Haldun’un mezarını açar, kitaplarını yakardık” diyen Irak Milli Eğitim Müdürü Sami Şevket (el-Husrî: Hatıralarım) gibi de değersizleştirmiyoruz. İlim bir ilham ve manevi feyiz işi değil, bir bilgi birikimidir. Ayrıca bir argümanım olsaydı da şöyle olurdu: İbn Haldun, kendi zamanının adamıdır ve bizim zamanımızın ruhuyla sorgulanamaz.”

Reşid’in sözleri cüretkâr. Zira İbn Haldun’u kutsama tüm bilgi sınırlarının aşılmasıdır. 1960’lı yıllardan beri gelişen Arap düşünce literatürüne göz atarsak, İbn Haldun’un Mukaddime’sine tahsis edilmiş birkaç eser buluruz. Büyük Arap entelektüellerin çoğu, şehirleşmeye (umran) dair teori üreten, toplumları inceleyen ve tarihin dönüm noktalarını, iniş çıkışlarını ve felaketlerini bilen biri olarak İbn Haldun hakkında müstakil bir eser illaki yazmıştır.

Pek çok kişi İbn Haldun’u yüceltme noktasına varan özel eserler yazdı. Ali Oumlil, Muhammed el-Cabirî, Muhammed Cabir el-Ensarî, Ali el-Verdî ve başka onlarca düşünür, İbn Haldun teorisini yaymayı görev bildi. Haksız da değillerdi. Çünkü bu dâhi, Mukaddime’si açısından çağının ilerisindeydi ve insan düşüncesini zenginleştirmeye büyük bir katkıda bulundu. Ancak bu yüceltme üslubu, İbn Haldun düşüncesini eleştirmede başarısız oldu. Halbuki bu, onun düşüncesinden iki kat faydalanmayı sağlardı. İbn Haldun düşüncesine karşı eleştiri faaliyeti, bizzat İbn Halduncu ekolün bir uzantısıdır; aksi halde onun kendileri hakkında uyarıda bulunduğu tembellerden olurduk. İbn Haldun eleştirisi, İbn Haldun’un sürekli olarak sınırları aşmayı teşvik eden eleştiri aletlerinin etkinleştirilmesinin bir şartıdır.

Geçtiğimiz on yıllar boyunca İbn Haldun düşüncesi, sanki bazı tutum ve düşüncelerinde hatasızmış gibi kutsallığını korudu. Bununla birlikte merhum düşünür Muhammed Arkun, vefatından sonra basılan ‘Tevhid Dinlerinin Karşılaştırmalı Tarihine Doğru’ adlı devasa kitabında İbn Haldun’u detaylı bir şekilde şerh eden öncü bir isimdi. İbn Haldun, bu sefer teşrih masasındaydı. Bu, Arkun’un “yükselmekte olan zihin” felsefelerinin ya da postmodern felsefelerin bir uzantısı olarak kullandığı “eleştirinin eleştirisi” vizyonunu dahilindedir. Bunda eleştiri, eleştirinin konusu haline gelir, alet alete çarpar ve böylece aletler sonsuza kadar kendine karşı döner. Arkun’un İbn Haldun eleştirisini hemen bitiriyorum, zira bağımsız bir araştırma gerektiren bir eleştiri bu.

İbn Haldun’un bir metni daha var ki, Arkun, onu okumamızı çok istiyor: “İslam ümmetinde daveti yaymak ve herkesi gönüllü ya da gönülsüz İslam dinine sevk etmek için cihat (çaba sarf etmek) meşrudur ve hilafet ile devlet, oku, bu ikisine karşı yöneltenlere döndürmek için benimsendi. İslam ümmeti dışındakilere gelince onların daveti genel değildi ve onlar nazarında savunma dışında cihat meşru değildi.”

Arkun, İbn Haldun’un Mukaddime’sini yüceltme haline şaşıyor ve işi İbn Haldun’u bir antropoloji alimi ya da “sosyolojinin kurucusu” olarak değerlendirme ya da Machiavelli ile mukayese etme noktasına vardıranlara hayret ediyor. Çünkü bu ifadeler, abartıdan ve yakıştırmadan başka bir şey değil. Mukaddime’sinde geleneksel teolojik tutumun ortak sınırlarını benimseyen İbn Haldun’un, Ortaçağ’ın dinî bağlamının bir parçası olduğu görülüyor. Arkun’a göre “İbn Haldun’un modernliğini çok da abartmamak ve fikrî modernliğin tutumlarını, yani onda olmayan şeyleri ona nispet etmemek gerekir.” Arkun, ona dair eleştirisinin sonunda İbn Haldun’un tekfirci radikal bağlam içinde olduğunu belirtir.

Mukaddime’nin “Felsefenin Geçersizliği ve Onun Yolundan Gidenlerin Yozlaşması Üzerine” başlıklı 24’üncü bölümüne İbn Haldun şöyle başlıyor: “Bu ilimler, şehirleşme aşamasında türemiştir. Şehirlerde çoktur. Dine zararları da pek çoktur. O halde bu konuyu deşmek ve ona dair gerçek düşünceyi ortaya koymak gerekir.” Sonra bu ilmi değersizleştirmeye ve felsefe okuruna “kâfirlerin” ilimleri hakkında bilgi edinmek için mevcut radikal durumdan pek de farklı olmayan şartları koşmaya başlıyor.

Böyle önemli şahsiyetleri eleştirdiğinizde bazıları, vicdani meşruiyetin ihlal edildiği hissine kapılır. Ortak kimlik ve ortak din kapsamında bu dünyaya birlikte mensup olmak, bize bir nevi öncü olma gururu yaşatıyor. Bununla beraber bir proje ortaya koyan kişinin eleştirilmesi, bilimsel hedefin ve eleştirel gelişimin bir parçasıdır ve İbn Haldun da eleştiriden muaf değildir.

21’inci yüzyılda yaşadığımız bilimsel, felsefi ve fikrî gelişmeler bağlamında İbn Haldun’un ürünlerine yönelik bir eleştiri atölyesi kurulması lazım. Bu ne onun değerini eksiltir ne de onu değersizleştirir. Bu ancak onun düşüncesini zenginleştirmek ve şehirleşme projesine cevap vermek içindir. Belki böylece içine battığımız süregelen yüceltme coşkusu yatışır ve onların bilgilerini pekiştirmek üzere düşünürlerimiz ve dâhilerimizle cesurca yüzleşmeye başlarız. Eleştiri, okumanın şartıdır. Yüceltme ise bilimsel bir değeri haiz olmayan duygusal bir meseledir.

Aybüke Gülbeyaz

https://aawsat.com/home/article/4383231/%D9%81%D9%87%D8%AF-%D8%B3%D9%84%D9%8A%D9%85%D8%A7%D9%86-%D8%A7%D9%84%D8%B4%D9%82%D9%8A%D8%B1%D8%A7%D9%86/%D9%85%D8%B9-%D8%B1%D8%B4%D9%8A%D8%AF-%D8%A7%D9%84%D8%AE%D9%8A%D9%88%D9%86-%D8%AD%D9%88%D9%84-%D8%A7%D8%A8%D9%86-%D8%AE%D9%84%D8%AF%D9%88%D9%86