Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

Müslüman zihninin dinselliği

Arap kültürü ve İslam, birbirinden ayrılmaz olgulardır. Arap zihnini anlamadan İslam’ı anlamak mümkün değildir.Arap kültürü, tarih boyunca kendine özgü bir sanat, felsefe, bilim, hukuk ve siyaset anlayışı ve pratiği ortaya koymuş değildir.  Arap kültürü, İslam’a ev sahipliği yapmış ve  kendi coğrafyasında değişen tarihsel ve kültürel   şartlar çerçevesinde İslam’ın  doktrinleri, ritüelleri, fıkhı, kelamı, tefsiri, hadisi,  tasavvufu ve sosyal hayatı şekillenmiştir.Araplar, dünya ile kurdukları ilişkiyi din  etrafında kurgulamışlardır. Arapların  dünyayla din üzerinden ilişki kurma  kalıpları,  daha sonradan Müslüman olan toplumlar tarafından da takip edilmiştir.Arap ve Müslüman zihni, hayatı ve doğayı felsefeyle, bilimle ve sanatla değil, dinle anlamaktadırlar.

Arap kültürü içinde şekillenen İslam’ın doğmaları, katı ve değiştirilemez bir şekilde formüle edilmiş, kayıtsız  ve şartsız, şeksiz ve şüphesiz bir şekilde insanların ruhen ve zihnen onlara inanmaları sağlanmış, Müslüman zihninin  her tarafı    din ile doldurulmuştur.Müslüman zihninde felsefeye, bilime, sanata, özgürlüğe ve bireyselliğe yer yoktur. Değişmez ve mutlak doğru olarak inanılan  İslami  doğmalar,  bireysel ve sosyal düzeyde günlük hayatın her  alanını kontrol edebilmekte,   gelişme, değişme ve olgunlaşma  yönünde hiçbir amaç ve motivasyon ortaya koymamakta, modern dünyanın ortaya koyduğu demokrasi, özgürlük, hukukun üstünlüğü, insan hakları, kadın-erkek eşitliği, aklın  aktif olarak kullanılması, bilimsel zihniyet, eleştirel düşünmek gibi bütün  modern trendleri reddetmekte ve  onlara karşı direnmeyi cihat olarak yüceltmektedir. Müslüman zihni, dini  tek yeterli  gerçeklik olarak gördüğü için    felsefeye, bilime, sanata ve farklı kültürlerel tecrübelere hiçbir şekilde ihtiyaç duymadığını düşünmektedir. İslam’ın herkese yeter olduğu anlayışı, Arap ve Müslüman zihninin ana kabulü ve özelliği durumundadır.Modern dünyanın asli değerleri olan  birey olma, özgür olma, rasyonel olma, demokrat olma, çoğulcu olmak şeklindeki değerlerin oluşumunda Arapların ve Müslümanların  hiçbir katkısı bulunmamaktadır.Modern anlamda   modern dünyanın ve insanlık medeniyetinin sahip olduğu   demokrasi, insan hakları, barış, hukuk, özgürlük ve çoğulculuk fikirlerinin gelişiminde İslam ve Müslümanların bir katkısı yoktur.İslam, modern dışı bir din olduğu gibi, Müslüman toplumlar da modern öncesi  döneme ait toplumlardır. İslam’da modernist  bir damar oluşturma girişimleri hep başarısızlıkla sonuçlanmıştır. İslam’ın   modern yorumunu yapmaya kalkmak,  yapay ve zoraki girişimler olmanın ötesine geçmediği gibi, modernist Müslüman yazarlar, çoğunlukla  din dışı olarak konumlandırılmış ve aforoz edilmişlerdir.Modern dünyaya karşı olarak konumlandırılan Müslüman zihni,  modern dünyaya ait demokrasiyi, insan haklarını ve özgürlüğünü reddetmeyi veya onları kendi amaçlarına  hizmet ettiği sürece kullanmayı  dini bir görev ve sorumluluk olarak görmektedir.

Araplar, tarih boyunca kendilerine  özgü bir felsefe  geleneğine  sahip olmamışlardır.Aristo’dan, Plato’dan, Hipokrat’tan, Plotinus’tan, Galen’den ve diğer Yunan  filozoflarından  Süryani mütercimler tarafından yapılan çeviriler sayesinde Araplar, Yunan düşüncesiyle   yüzeysel ve zoraki  olarak karşılaşmışlardır. Araplar, Yunan felsefesiyle karşılaşmalarına rağmen  hiçbir zaman Arap veya İslam felsefesi diyebileceğimiz bir düşünce geleneği ortaya koymamışlardır. Araplar ve Müslümanlar, Yunan felsefesinin kopyacıları ve taklitçileri olmaktan  öteye gitmemişlerdir.Özgün bir felsefe geleneği ortaya koyamayan Araplar ve diğer Müslüman topluluklar, Yunan felsefesine zoraki, yapay ve  sığ İslami renkler vermeye kalkmışlardır. Yunan felsefesiyle  yapay bir şekilde karşılaşmanın ötesine geçmenin ötesine geçmeyen Müslüman zihni, bugün de modern bilimle yüzeysel bir ilişki kurmaktadır. Modern bilimlerle derinlikli ve sahici ilişkiler kurmayı başaramayan günümüz Müslüman zihni, bilginin İslamileştirilmesi gibi  kurgularla modern insan bilimlerine İslami etiketini vurmaya kalkarak  yapay ve verimsiz  tartışmalar yapmaktadır.

Yunan felsefesini orijinal kaynaklarından  keşfettikten sonra Avrupa’da Rönesans, reform ve aydınlanma hareketleri başlamıştır. Süryani mütercimler  Yunan klasiklerini Arapçaya çevirmelerine rağmen Araplarda ve diğer Müslüman toplumlarda Rönesans, reform ve aydınlanma anlamına gelebilecek bir değişim, dönüşüm ve gelişim tecrübesi mevcut  olmamıştır.Farabi, İbni Sina, Musa Bin Meymun  gibi çok az sayıdaki kişinin felsefe tecrübesi, İslam ve Arap kültürünün sonucu değildir. Farabi, İbni Sina, Musa Bin Meymun, Ebubekir Razi, Ömer Hayyam gibi çok az sayıda kişi, Arap kültürüne ve İslam’a rağmen felsefe  ve bilim yapmaya çalışmışlardır.

Araplar,  çok kısa sürede  askeri   yollardan  Asya, Afrika ve Avrupa’da geniş coğrafyalara yayılmış ve birçok yeri ele geçirmişlerdir.  Arap fetihlerinin çok kısa sürede  geniş bir coğrafyada hakim olması, Arapların  ele geçirdikleri yerlerde büyük medeniyet hareketleri başlattıkları anlamına gelmemektedir.Araplar,  fethettikleri ülkelerin halklarına bilim, felsefe ve sanat alanlarında bir şey sunmamışlardır. Romalıların   yönettikleri  coğrafyalarda gerçekleştirdikleri medeniyet değişimini, Araplar fethettikleri yerlerde gerçekleştirememişlerdir.Araplar,  ele geçirdikleri yerlerde bilim, felsefe, sanat ve edebiyat başta olmak üzere medeniyetin gelişim alanlarında büyük bir donukluğun, durağanlığın ve   gerilemenin olmasına neden olmuşlardır. Bugün  bütün Müslüman coğrafyaların en önemli sorusu, Müslümanların niçin  hala geri kaldıkları sorusudur. Medeniyet üretemeyen ve  var olan medeniyet kaynaklarını kurutan bütün anlayışlar,  toplumları geri bıraktırmaktadır.

Arap zihni,  medeniyet üretmek kapasitesine ve donanımına sahip değildir.Bireylerin ve toplumların zihinleri Arap kültürü tarafından salgılanan inançlar tarafından  kontrol edildiği zaman ortaya el-Kaide, DAİŞ, Boko Haram, Baas diktatörlükleri, Kaddafi despotizmi gibi barbarlık  pratikleri ortaya çıkmaktadır. Şiddet, despotizm ve barbarlığın Ortadoğu coğrafyasında sürekli olarak üretilmesi tesadüf değildir.Ortadoğu coğrafyası,  sürekli olarak  şiddet, fanatizm, şiddet ve despotizm üretmeye uygun  tarih, kültür ve   zihin dünyası üzerine  oturmaktadır.