“Hayatı, İnsanı ve Kâinatı‟ kavramların, kelimelerin, sayıların ve formüllerin içine hapsederseniz anlamı kaybedersiniz.”
Öncelikle “anlam” kelimesi ile ifade edilmek istenen şeyi anlamak meseleyi daha iyi izah etmekte yararlı olacaktır. Dil biliminde anlam; “Bir kelimeden, bir sözden, bir davranış veya olgudan anlaşılan şey, bunların hatırlattığı düşünce veya nesnedir.” Mantık ilminde anlam; “Bir önermenin, bir tasarının, bir düşüncenin veya eserin anlatmak istediği şeydir.” Psikolojide ise anlam; “bir eyleme kalkan kişinin, yaptığı şeye, kendine özgü bir imza (anlam) bırakmasıdır.” [1]
İnsan, hayatta ve kâinatta kendine özgü bir imza–bir anlam bırakmayı arzuluyorsa “Hayat, insan ve kâinatın anlamlarını iyice bilmesi gerekir. Zira bu kavramların anlamı ve var ediliş gayeleri bilinmeden gerçek manada bir “anlam”dan söz etmek güç olacaktır. Çünkü anlam, hayat, insan ve kâinat kavramlarına yüklenecek anlamlarla şekillenecektir.
Var ediliş sıralamasını dikkate alarak öncelikle kâinatın anlamı ve var ediliş gayesi üzerinde düşünelim. Kâinat; evren, dünya ve bunların arasında var olan herkes manalarında kullanılmaktadır. Kur’an kâinat kelimesinin karşılığı olarak daha çok “âlem” kelimesini kullanmaktadır. Bu bağlamda Kâinat, “yaratılmış şeylerin hepsi, yer gök bütün varlıklar ve bütün mahlûkat, âlem, evren”dir. Yani kâinat, duyu ya da akıl yoluyla kavranabilen, varlığı düşünülebilen, Allah’ın dışındaki her şeydir.
Evrenin ve onun içindeki her şeyin neden var edildiğini doğru kaynağa bakıldığı sürece anlamak zor olmasa gerektir. Zira her şeyi var eden Yüce Yaratıcı var ediliş gerekçelerini de bildirmektedir. Yeter ki insan kâinat kitabını görüp idrak etmeyi ve doğru okumayı bilsin! Çünkü kitabi ayetler kâinatı oluşturan ayetlerin neden var edildiklerini şu şekilde ifade etmektedir: “Ey insanlar! Allah’ın, göklerde ve yerde bulunan her şeyi sizin emrinize verdiğini ve görülen-görülmeyen, bildiğiniz-henüz farkında olmadığınız, açık-gizli nîmetlerini üzerinize yağmur gibi yağdırdığını görmüyor musunuz?...”[2] Göklerdeki ve yerdeki her şey var edilmiş ve insanın hizmetine sunulmuştur. Dolayısıyla evren ve evrenin içindeki güneş, ay, yıldızlar, gece ve gündüz,[3] nehirler, denizler ve denizlerde var olan her şey insan için var edilmiştir. Asıl soru peki insan ve ona verilen hayat niçin var edilmiştir? İnsan bunu doğru cevapladığı vakit hem var ediliş gayesini hem de kendine sermaye olarak verilen bu hayatın amacını ve anlamını kavrayacak ve mutmain olacaktır. Zira insanın neden var olduğunu-dünyaya geldiğini anladığı gün, onun dünyaya geldiği günden daha anlamlıdır. O halde neden var olduğumuzu anlamaya ve anlamlandırmaya çaba göstermek durumundayız.
"Arzuları olan bir varlık olarak ben kimim?" sorusu insanın hayatını anlamlı kılmada önemli ve doğru cevaplanması gereken bir sorudur. Varoluşa ilişkin soruların çözümleriyle ilgilenmeyen, sadece kendi alanlarıyla ilgili bilimsel sorulara yanıtlar veren fizyoloji, psikoloji, biyoloji ve sosyoloji gibi bilim dallarına baktığınızda, insan aklının gücü karşısında şaşırıyorsunuz ama peşinen de biliyorsunuz ki bu bilimler hayatın kendisiyle ilgili pek çok soruya cevap verememektedirler. O halde bu sorunun cevabını farklı yerlerde aramak gerekmektedir. İnsan bilgeliğinin var oluşa ilişkin verdiği doğrudan yanıtlar ana hatlarıyla şunlardır: Sokrat, "Tendeki hayat büyük bir kötülük ve yalandan ibarettir. Bu yüzden bu hayatın ortadan kaldırılması bir nimettir ve bizim arzu etmemiz gereken bir şeydir." der. Schopenhauer ise, "Hayat olmaması gereken şeydir. Hiçliğe giden geçit, hayatta iyi olan tek şeydir." der. Kral Süleyman’a atfedilen sözlerde karamsarlık daha fazladır. "Yeryüzünde ne varsa -budalalık ve bilgelik, zenginlik ve fakirlik, mutluluk ve keder- anlamsızdır ve boştur. İnsan yok olur ve kendisinden geriye bir şey kalmaz. Ve bunun bir mantığı yoktur." Buda da huzuru hayattan kurtulmada arayanlar kervanına katılarak; "İnsanın, acı çekmenin, güçten düşmenin, yaşlılığın ve ölümün kaçınılmazlığının bilincinde olarak yaşaması mümkün değildir. Kendimizi hayattan kurtarmalıyız, olası her türlü hayattan." der.[4]
Halbuki insanı yaratan ve ona bu hayatı veren Allah, onun var ediliş amacını şöyle ifade etmektedir: “Ben cinleri ve insanları sırf Beni tanıyıp yalnız Bana ibadet etsinler diye yarattım.”[5] Ayrıca bu amaçla var edilen insan, başı boş bırakılmamış,[6] irade sahibi kılınmış ve yeryüzünün halife olmakla[7] görevlendirilmiştir. Buna ilave olarak da ölüm ve hayat daha güzel ameller yapmada imtihan vesilesi[8] kılınmıştır. Onu yaratan güç ona şahdamarından daha yakın olmuş nefsinin ona oluşturduğu-oluşturacağı vesvese ve kuruntuları bildiği[9] için de onun huzur ve mutluluğunun Allah ile olan ilişkinine göre şekilleneceğini ifade etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Onlar ki, inanmışlar ve Allah’ı anmakla kalpleri huzur ve doyum bulmuştur; çünkü bilin ki, kalpler gerçekten de ancak Allah’ı anarak huzura erişir.”[10] Bütün bu hakikatleri dikkate alarak düşüncesini şekillendiren birinin “Ben neden var edildim?” sorusuna rahatlıkla doğru cevap vereceğine inanıyorum.
[1] https://sozluk.gov.tr/ Erişim Tarihi: 25.06.2023
[2] Lokman 31/20; casiye 45/12
[3] en-Nahl 16/12
[4] Tolstoy, “İtiraflarım”, 43
[5] ez-Zariyat 51/56
[6] el-Kıyame 75/36
[7] el-Bakara 2/30
[8] el-Mülk 67/2
[9] Kaf 50/16
[10] er-Ra’d 13/28