Abdullah Raddadi
Suudi araştırmacı ve ekonomi uzmanı
TT

Avrupa Birliği'nin keşifleri

Avrupa Birliği’nin (AB) keşifleri halen devam ediyor. Rus gazına neredeyse tamamen bağımlı olduğunu ‘keşfettikten’ sonra gaz ithal etmek için Kuzey Afrika ve ABD'ye yöneldi. Stratejik planlarına ulaşmak için minerallere ihtiyacı olduğunu ‘keşfettikten’ sonra, bir yılı aşkın bir süre önce Afrika ülkelerine borç ve yardım paketi sunmaya gitti. AB bugün, Çin etkisinin arttığını ‘keşfettikten’ sonra Latin Amerika ülkelerini hedef alıyor. Bir şekilde Latin ülkelerini kazanmaya ve onları doğal müttefikleri olduğuna ikna etmeye çalışıyor. Ancak görünen o ki Avrupalılar Latin Amerika'ya geç geldi!

Son yirmi yılda Çin ile Latin Amerika ve Karayip ülkeleri arasındaki ticaret hacmi 26 kat artarak 13 milyar dolardan 310 milyar dolara yükseldi. Çin, son yirmi yılda Latin Amerika ekonomilerinin büyümesinde çok önemli bir rol oynadı. Araştırmalar, ABD ekonomisiyle yakından bağlantılı olan Meksika dışında, bu ülkelerin ticaret hacmindeki artışın Çin büyümesiyle bağlantılı olduğunu gösterdi. ABD halen Latin Amerika'nın en büyük ticaret ortağı olsa da Çin, uzun yıllar Latin ülkelerini ihmal ettikten sonra AB ülkelerini bu konumdan uzaklaştırarak ikinci sırada yer aldı. Brezilya, Latin ülkeleri arasında Çin'in en büyük ortağı ve mevcut siyasi arzuyu temsil eden BRICS ittifakı, iki ülke arasındaki ticari ortaklığın artmasında büyük rol oynuyor. Brezilya'nın ihracatı, Latin kıtasının Çin'e yaptığı ihracatın yaklaşık yarısını oluşturuyor. Ardından yüzde 22 ile Şili geliyor ki bu yüzde 22’lik ihracatın çoğunu bakır ve diğer mineraller oluşturuyor. Peru ise üçüncü sırada yer alıyor.

Çin'in Latin Amerika'daki etkisi sadece ticaret yoluyla sınırlı değil. Çinli şirketler son yirmi yılda bu ülkelere yaklaşık 160 milyar dolar yatırım yaptıkları için bunda doğrudan yatırım da önemli bir rol oynadı. Çin ayrıca Kıta ülkeleri arasındaki bağlantıyı artırmak için Bir Kuşak Bir Yol projesi kapsamında Latin Amerika'da altyapıya yatırım yaptı. Ayrıca Çin Merkez Bankası, finansal iş birliğini artırmak ve ticaret alışverişini kolaylaştırmak için bir dizi Latin ülkesiyle para takası konusunda anlaşmaya vardı. Tüm bunlar, Çin'in dünyanın en büyük emtia pazarları arasında yer alan Latin Amerika ülkeleriyle kapsamlı bir ortaklık kurmaya çalıştığının göstergesidir.

AB ise bu ülkeleri yıllarca ihmal etti, onlarla stratejik ortaklıklar kurmaya çalışmadı, hatta 2027 yılına kadar yalnızca 6 ila 10 milyar dolar arasında değişen krediler verme taahhüdünde bulundu. Bu rakam, AB'nin Afrika'ya 150 milyar dolar borç verme taahhüdüyle kıyaslanamaz. Ayrıca 2005-2022 yılları arasında Çin'in Latin Amerika'ya verdiği 130 milyar doları aşan kalkınma kredileriyle karşılaştırılamaz.

AB bugün geçmişte olduğu gibi güçlü bir konumda değil ve Rusya-Ukrayna savaşındaki konumunu güçlendirmeye katkı sağlayacak müttefikler arıyor. Bu, onunla Latin ülkeleri arasındaki mevcut anlaşmazlıklardan biri. Zira bazıları (Brezilya ve Meksika gibi) tarafsızlık konumunda durmaya çalışırken, diğerleri (Küba ve Venezuela gibi) bu savaşta açıkça Moskova'nın yanında yer alıyor. AB taviz vererek müttefik kazanma peşinde değil, daha çok mevcut durumu ışığında şaşırtıcı görünen koşullar dayatarak, çevre koruma mevzuatı, insan hakları ile ilgili koşullar ve hatta Latin Amerika ülkelerinin kültürüyle hiçbir şekilde uyumlu olmayabilecek bazı solcu Avrupa değerlerini dayatarak koşullar sunuyor. Latin bir diplomat, Avrupalıların bu yolda çok kibirli olduklarını, şartlar dayatarak dost kazanmak istediklerini, oysa bu arkadaşlara ihtiyaçları olduğunun açık olduğunu ifade etti. Dayattıkları şartlar, eski dünyanın kaygılarıyla doğrudan ilişkilidir ve gelişmekte olan ülkelerin yoksulluk ve eşitsizliği merkeze alan kaygılarını hiçbir şekilde dikkate almıyor.

AB'nin hareketlerini takip edenler, onların dünyada yaşanan değişimlerden haberdar olmadıklarını zannederek, sanki ekonomik ve kültürel bir süper güçmüş ve diğer ülkelerin de onları takip etmekten başka çaresi yokmuş gibi davranmaya devam ettiğini görüyorlar. Dünya ülkeleri, Avrupa'nın aşağı görünümünden ve dünya halkları üzerine sürekli Batılı konferanslardan sıkıldıklarını açıkça gösterseler de Avrupalılar bunu henüz anlamadılar. Hele de Çin'in köklerini dünya ülkelerine yaydığı, karşılıklı çıkar alışverişine dayalı stratejik ve ekonomik ortaklıklar kurduğu bir zamanda…