Kaplumbağa Terbiyecisi isimli tabloda kırmızı kaftan giymiş, sakallı, kambur duruşlu, sırtında nekkare denilen çalgı, arkadan bağladığı ellerinde bir ney, boynunda asılı nekkareyi çalmaya yarayan sopa, biraz yorgun, belki biraz bezgin bir derviş resmedilmiştir. Dervişin çıplak ayaklarının yakınında beş tane kaplumbağa, kaplumbağaların önlerine yemeleri için serpildiği izlenimini veren marul yaprakları vardır. Bir caminin kemerli girişinin önündedirler. Girişten içeri süzülen ışık ön plandaki figürleri aydınlatmaktadır. Girişin hemen yanında mavi çinilerle kaplı duvar, duvarın üst bölümünde sıvası dökülmüş bir alan vardır.

Bu tablonun kendi benzerlerinden açık ara farkla ayrılmış olması, şöhretinin neredeyse “bilmeyen yoktur” denilecek derecede yaygın olması, resim sanatı açısından üstün özellikleri bir tarafa kompozisyon olarak ne anlattığının merak ediliyor olması çözümü mümkün olmayan bir muammadır.
İşin erbabının mutlaka söyleyeceği söz çoktur. Ama bizim gibi sıradan insanların ilgi alanına girmesi uzmanların söyledikleriyle alakasız bir nedene dayanıyor olması kuvvetle muhtemeldir. Belki tablonun müzayedede hiç görülmedik bir fiyat üzerinden satılmış olmasıdır. Belki kastı mahsusa ile zorla ilgi alanımız içine sokulmuştur. Meselenin bu kısmı ayrı bir muammadır.
Resimle ilgili o kadar çok şey söylenmiştir ki hangisinin gerçek hangisinin efsane olduğunu ayırt etmek neredeyse imkansızdır.
Tablo 1906 yılında yapılmıştır. Ressam model olarak kendini kullanmıştır. Mekân Bursa Yeşil Camii’nin girişidir. Ressamın yaşadığı dönemde henüz çok yeni olan fotoğraf tekniğini kullandığı bilinmektedir. Buradan hem mekânın hem modelin fotoğrafı üzerinden çalışıldığı kanaati hasıl olmuştur. Ressamın diğer resimlerinde de kendini, oğlunu, karısını model olarak resmettiği bilinenler arasındadır. Ayrıca resimdeki dervişin profilden görünen yüz hatlarından bizzat ressamın kendisi olduğu çok belirgindir. Tablonun bir de ikizi vardır. 1907 yılında yapılan ikinci versiyonda girişteki sıvası dökük bölüme “Muhammed” yazılı bir hat ilave edilmiştir. Ayrıca Kaplumbağalar beş değil altı tanedir.
Tablonun nasıl keşfedildiğine dair hikâye en az resim kadar efsanedir.
Profesör Mustafa Cezar, 1960 yıllarında Şişli’de mühürlü bir evde değerli tablolar olduğunu öğrenir. Ev resim koleksiyoncusu zengin bir armatöre aittir. Bu armatör hiç evlenmemiştir. Çocuğu yoktur. İsviçre’de okuttuğu bir evlatlığı vardır. Adam 76 evlatlığı 45 yaşlarındayken aralarında çıkan bir tartışmada evlatlığını tek kurşunla öldürür. Sultanahmet Cezaevi'nde cezasını çekmektedir. Bu yüzden resim koleksiyonun bulunduğu ev mahkemece mühürlenmiştir. Hukuki işlemlere başvurulur. İhtimal ki uzun çabalar sonucunda gerekli izinler alınır. Eve girildiğinde toz içinde kırktan fazla tabloyla karşılaşılır. Bu gerçekten çok büyük bir servet demektir. Mustafa Cezar tabloları fotoğraflar. Ressamlarıyla beraber kayıt altına alır. Kaplumbağa Terbiyecisi ilk defa bu şekilde gün ışığına çıkmıştır.
Tablonun sahibi kanser hastasıdır. Ölür. Tablolar Resim Heykel Müzesine teslim edilir. Oradan bir banka satın alır, bankanın koleksiyonuna geçer, banka batar, TMSF bankaya el koyar, resim tekrar el değiştirir. Resmin yeni sahibi açık artırma ile satışa çıkarır. 2004 yılında 5 trilyon gibi o güne kadar görülmemiş bir rakama yükselen fiyatı resmin herkes tarafından bilinmesini sağlar.
Resme “Türk Mona Lisa’sı” denir.
Ressamın Paris’te resim dersi aldığı ünlü ressamlar Jean Leon Gerome ve Boulanger birer oryantalistti. Resimlerinde şarka dair figürler kullanırlardı. Kaplumbağa Terbiyecisi öncelikle oryantalist bir resim olarak değerlendirilmeliydi. Yani bütün entelektüellerin düştüğü anlam yükleme handikabı göz önünde bulundurulmalıydı. Fakat öyle olmadı resim ünlü olunca bu sefer resmin ne anlattığının, daha harcıalem söyleyişle mesajının ne olduğunun peşine düşüldü.
Devlet bürokrasinin yavaş işleyişinden tutunda modernliğe direnen cahil halkı anlattığına kadar ekstrem yorumlar cirit atmaya başladı. Kaplumbağa Terbiye edilir mi? Nasıl bir sabır ve tahammül olmalı ki insanda kaplumbağayı terbiye etmeye teşebbüs etsin? Lale devrinde üzerine mum dikilerek gezdirilen kaplumbağalar o mumları gezdirmek için eğitilmiş olamazlar mı?
Ressamın diğer tablolarını gölgede bırakan bu şöhrete ne demeli? Mesela “Mihrap” adlı tablosunun, ne anlattığı meraka şayan değil miydi?
“Mihrap” ismi verilen tabloda göğüs dekolteli ve belli belirsiz hamile olduğu anlaşılan bir kadın kürsü benzeri bir yükseltinin üzerinde oturmaktadır. Kürsü bir cami mihrabının içindedir. Mihrabın çevresinde ki çini çerçevede ayeti kerime yazılıdır. Kadının ayakları altında atılmış, saçılmış kitaplar vardır. Kitapların bazılarının ciltleri açıktır. Sayfalarında neler yazılı olduğu görülmektedir. Bunlar kutsal kitaplardır. Kur’an-ı Kerim ve İncil vardır, Tevrat yoktur.

Bu tablonun da ikizi vardır. Tablo bir Fransız heykeltıraşın yontusundan mülhemdir. Heykelin adı “varoluş” iken resme neden mihrap adı verildiği muammadır.
Ressamın doğrudan kutsalı hedef almasındaki amacı veya bilinçaltında sakladığı nedir? Bu da muammadır.
Burada konuya tamamen sanatın dokunulmaz sınırları içinde bakanlar için bütün bunların, bu soruların veya bu muammaların hiçbirinin zerre kadar önemli olmadığını söylemek lazım. Ressam herhangi bir tablosunda bir başka sanatçının peşinden gitmiş olmasını veya daha sert bir ifadeyle onu taklit etmesini onlar “esinlenmiş” ifadesiyle temize çıkaracaklardır. Veya yararlanılan bir eserden “öncül” diyerek intihal kavramının üzerine kalın bir örtü çekeceklerdir.
Fransız Le Tour du Monde’nin 1869 yılındaki bir sayısında çıkan gravür için ne dersiniz? “Kaplumbağa Terbiyecisine ilham veren eser” mi yoksa onun öncülü demeyi mi tercih edersiniz? Sanatın kutsallığını diğer bütün kutsalların üzerinde görmenize göre ifadeniz değişecektir.
Belki de meseleyi bu kadar derin ve geniş irdelemeye hiç de lüzum yoktur. Mesele son derecede basittir. Çok zengin, çok yetenekli, çok eğitimli, devlet yönetiminde hep üst mevkilerde bulunmuş, Paris’te çok ciddi resim eğitim almış bir adam olan ressam, Kocaeli Eskihisar’da ki köşkünde yaşamaktadır. Eskihisar insanın hayallerini kışkırtan bir sahil kasabasıdır. Boğaz kadar dehşetli mehtap manzarası vardır. İstanbul’dan oraya mehtap seyretmeye gelen meraklılar vardır. Köşkün içinde bulunduğu büyük bahçe de dünyanın muhtelif bölgelerinden getirtilmiş bitkilerle, kocaman ağaçlarla doludur. Bu ağaçların arasında asude kaplumbağalar dolaşmaktadır. Ressam “Vazoya Çiçek Yerleştiren Kız” tablosunda hanımını model olarak kullandığı gibi bu tabloda da kendi fotoğrafından yararlanarak dervişi ve o asude gezen kaplumbağaları resmetmiştir. Mesele bu kadar basittir.

O kaplumbağalar hala o büyük bahçede dolaşıp durmaktadır. Kendileri terkedilmiş bir uzletin içinde fakat resimleri şöhretin zirvesindedir. İşin tuhaf muammalarından birisi de burasıdır.