Husam İytani
TT

İnsanlıktan geride kalanları savunmak adına ırkçılığa tepki göstermek

Lübnan’da Suriyeli mültecileri hedef alan ırkçı tutum ve uygulamaların artması önemli bir konudur. Zira ırkçılıkla nasıl başa çıkılması ve Lübnanlıların geleceklerine, çıkarlarına ve bilinçlerine daha fazla zarar vermeden nasıl engellenmesi gerektiğine dair bir şaşkınlık vardır.
Bu şaşkınlık bir yanı ile mültecileri hedef alan günlük saldırılara karşı olanların, güce sahip olan ve kibirli –ayrıca cahil- güçler ile söz dalaşına girmeye tenezzül etmemeleri ile ilgilidir. Lübnan ırkçılığını eleştiren herkes kaçınılmaz olarak bu güçlerin kendisine açacağı, manevi ya da maddi zarara neden olacak savaşa hazırlıklı olmalıdır. Buna ek olarak; Lübnanlı “kitlelerin” mezhepçi kozasına çekildiği ve hoşuna gitmeyen her söze kulaklarını tıkadığı bir ortamda ırkçılık karşıtları arasında, televizyon ekranlarında bu sıfatları ile övünen ırkçılar ile her tartışmanın ufkunun kapalı ve çıkmaz bir yol olduğuna dair bir inanç hâkimdir.
Daha derin anlamları olan diğer tutum ise; mevcut ırkçı deliliğe verilecek her karşılığın kaçınılmaz olarak sahibini mezhepçilik tuzağına düşüreceği, mezhepçilikte eşit olan 2 eğilim arasındaki derin yüzleşmeye dönmemize neden olacağını düşünen tutumdur. Bu 2 eğilimden ilki; her tür ırkçı söylemin önünü açan demografik korku ve genetik mükemmellik söyleminin propagandasını yapmak için Şii korumanın yardımını isteyen Hıristiyanlardır. İkincisi ise; zayıf bir Lübnan vatandaşlığına bağlılıklarını vurgulamak ile mülteci karşıtı kampanyaya katılmak arasında gidip gelen, kafası karışmış Sünni Müslümanlardır.
Buna ek olarak Sünniler; Şeba beldesinde olduğu gibi mültecileri savunan aktivistlerin gizemli bir şekilde suikaste kurban gittiği bir dönemde, mültecilerle mezhepçi dayanışma duyguları ile Suriye devriminin başlangıcında hâkim olan söylem ve kaybolan 14 Mart Bloku’nun sözlerinin kalıntılarından birazını geri almak arasında tereddüt etmektedirler.
Irkçı uygulamalar ve tutumlardan oluşan mevcut akım, politik nedenlerden de yoksun değildir. Bu akım; mevcut hükümetin büyük başarısızlığı ve parlak vaatlerinden hiçbirini yerine getirememe acizliğine karşılık kendisine günah keçisi olarak mültecileri seçmiştir.
Bu krizden çıkmak için de iç dengelerin bozulmasından güç alan mezhepçi kitleleri seferber etmek, Suriyelilerin çalıştıkları küçük işletme ve atölyelere yönlendirerek işlerinden kovma yoluna gitmiştir. Bu, en az Avrupa’daki neonazilerin ve dazlakların göçmenleri hedef alan saldırıları kadar şiddet dolu olgudur ve akıllara, sadece mevcut popülist dalgayı değil her farklılığın kökünün kazınması gereken bir hastalık olarak görüldüğü otuzlu yılları da getirmektedir.
Tartışmaya girmeye tenezzül etmeme çağrısı; ırkçılara karşılık vermenin, söylemlerini boşa çıkarmanın, değersizliğini ve sahteliğini ortaya çıkarmanın yeni bir bilgi içermediği için girişilmeye değer bir düşünce savaşı olmadığına yönelik düşünce ile zirveye ulaşmaktadır.  Nitekim Slovak filozof Slavoj Zizek de buna benzer bir düşünceyi dile getirmiştir. Zizek’e göre Suriye devriminde önemli hiçbir şey yoktur. Çünkü diktatör bir rejim ile gerici dini güçler arasında olaylar yaşanmaktadır. Hiçbir siyasi içeriği olmayan bir insan dramından başka bir şey sunmamaktadır.
Bu şaşkınlığın diğer tarafı ise; bir grubun söyleminin yankısı, kimliğini deklare etmesi, karşıtı ve düşmanı olan grubun fanatikliğine karşı kendi fanatikliğini bilemesi yerine kamusal alanı savunmak için kamuoyu tartışmalarına katılmanın anlamı ve işlevi üzerine kurulmaktadır. Özgürlük, egemenlik ve bağımsızlık değerlerini savunduğunu iddia eden güçlerin çökmesinin ardından kamu alanının, şovenist ırkçıların eline geçmesinin ve tamamen onların kontrolü altında olmasının önüne geçmek için kamuoyu tartışmalarına katılmanın gerekliliğini temel almaktadır.
Genetik üstünlük, sınıfsal ve mezhepsel seçkinlik argümanlarını çürütmek ve aksini ispat etmek, bu düşünceye sahip olanların hayalgücünden yoksunlukları, iddialarının boşluğu ve sığlığı ile alay etmek –çünkü gerçekten de ironiktir- görünüşe bakılırsa Lübnan’daki ifade ve görüş özgürlüğünün sahip olduğu son mevzileri korumak için yerine getirilmesi zorunlu bir günlük görevdir. Aynı şekilde dikkatlerin Lübnan devleti ve siyasi sistemini vuran yapısal krizden saptırılmasını, toplum ve devletin bölünmesinden Suriyeli mültecilerin sorumlu tutulmasını engellemek için yerine getirilmesi gereken bir misyondur.
Diğer yandan bu, bilindiği gibi mülteci sorununun büyüklüğünü inkâr anlamına gelmemektedir. Ama bu sorun çok boyutlu olduğu için çözümleri sadece Lübnan toprakları ile sınırlı değildir. Lübnanlı ırkçılar, bu sorunun içinde barındırdığı basit bir gerçeği bilerek gizlemektedir. O da mülteci felaketinin birinci sorumlusunun Suriye rejimi olduğu ve uluslararası toplum ile işbirliği yaparak buna bir çözüm bulması gerektiğidir.
Lübnan’da bugün dönen bütün tartışmaları mülteci sorunu ile sınırlamak için politikacıların ve medya araçlarının yürüttüğü kapsamlı seferberlik karşısında bu görevin sadece savunma amaçlı olduğu kesindir. Yine mezhepçi ve sınıfsal provokasyonlara yatırım yapanların yürüttüğü karşı konulmaz saldırılara karşı bir korunmadan ibarettir. Bu bağlamda; ırkçı ve mezhepçi bloğun mevcut kampanyayı yönetme ve siyasi-otoriter projesinde istihdam etme metodunu anlamak yararlı olabilir. Diğer bir deyişle; ne pahasına olursa olsun ve bu projenin yükselmek isteyen bazı politikacıların kişisel emelleri ile bağlantısı nedeniyle karşı karşıya kaldığı tepkileri dikkate almayarak bu yolda ilerlemekte ısrar etmelerinin nedenini anlamak faydalı olabilir. Ama bundan elde edilecek en büyük fayda; sadece mülteciler ile insani ve ahlaki dayanışmayı ifade etmekte değil belki de özellikle Lübnanlıların insanlıklarından geride kalanları korumak için ortak ve kamusal alanın tahrip edilmesinden etkilenenleri bir araya getirebilmekte gizlidir.