Dilaver Demirağ
Araştırmacı-Yazar ve doğa korumacı aktivist
TT

Teknik neyimiz olur ya da bir uygarlık masalı

Politikayı çok seviyoruz, takım tutar gibi siyasi parti tutmaktan hazzediyoruz. İç politikayı okuyan gazete/internet haber sitesi okuru ise dış dünyadaki haberleri çok az okur, dünyada olup biten gelişmelerde okuduğu konular yine politikacılar ve onların yaptıklarıdır. Buna mukabil çevre, bilim vb. sayfalar en az okunan sayfalar ve konulardır bunlar light yani hafifletilmiş magazinel konular olarak değerlendirilir. Politik gündemin boş olduğu zamanlarda ilgi çekici iseler okunurlar.
Oysaki siyasetçi denen kişilerin birbirileri ile atışmasından, A ya da B partisinin seçim kazanmasından çok daha önemli konulardır. Çünkü bugünümüzü değil çok yakın geleceğimizi belirlerler. Mesela Avrupa’da uyarı üzerine uyarı yapılıyor hava sıcaklığının 45 derecelere çıkacağı aşırı sıcaklar için önlem talep ediliyor. Malum bundan yıllar önce Fransa da sıcak dalgası yüzünden ısınan havalar yüzünden yaşlı nüfusta ciddi kayıplar olmuş, yaşlı olmayanlar arasında da kayıplar olmuştu. Şimdi bilimin söylediğine göre bu sıcaklar artık giderek yeni normalimiz olacak. Yaşadığımız bölgede yani Ortadoğu denen coğrafya da ise sıcaklıkların 60-65 dereceye kadar çıkabileceği belirtiliyor. Evet, bu sıcaklar yakın vadede değil en az 20-25 yıl sonra baş gösterecek. Böyle bir durumda klimalı evlerimizden çıkamayacağımız çok açık. Yani hayatımız aksayacak. Soğuğa kalın ve sıcak tutan giysiler ile adapte olmak daha kolay iken sıcağa karşı daha savunmasız olduğumuz kesin.
Peki, yaşadığımız kentlerde sıcakların aşı artması mı hayatımıza doğrudan tesir eder ve hayatımızı fiziki olarak tehdit eder yoksa siyaset adamları arası atışmalar mı?
Dağ buzulları eriyor bu su miktarının düşmesi demek yani susuzluk diye bir sorunumuz olacak. Su azlığı doğal olarak tarımı da etkileyecek kentliler su ve gıda için daha fazla para ödeyecekler.
Peki, teknolojik gelişmeler neticesi düşüncelerinizin okunabileceğini söylesem size. Bu mu daha önemli bir sorun, yoksa merakla okuduğumuz siyasi meseleler mi?
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Diyeceğim o ki bizi pek de iyi bir gelecek beklemiyor. Gün geçtikçe daha teknoloji bağımlısı oluyoruz. Hatta denebilir ki hayatımızı internet belirleyecek. Mesela sanal gerçekliğin somut gerçekliğin yerini almaya yönelik bir örnek vereyim. Japonya’da Atami sahilinde gençlerin çok ilgisini çeken Nintendo aşk + oyunu, gerçek aşk ve gerçek kadın erkek ilişkilerinin yerini almış durumda.
Gençler sahilde eğlenen genç kızlarla ilgilenmek yerine akıllı telefonlarına yüklenen Love + oyununda hayatlarının aşkının peşine düşüyor. Cinsellik hariç bir flörtte olacak her şey mümkün. Birlikte buluşmak, birbirine kur yapmak, romantik anlar yaşamak vs. her şey var. Bir otelde birlikte gece geçirmek bile mümkün (ama henüz sex yok) sevgili ile öpüşmek bile mümkün hatta bu yönde teşvik bile söz konusu. Sanal sex teknolojisi ile gerçek bir cinsel birliktelik duygusu yaşatan bir sürecin çok yakın olduğu da söyleniyor.
Burada garip olan, biraz ötenizde kumsalda tanışıp âşık olup sevgili olabileceğiniz genç kızlar varken bir bilgisayar oyunu olarak kurgulanan flört oyununa ilgi gösteren delikanlıların durumu Matrix filmini anımsatmıyor mu? Bu olgu teknolojinin insanlığın sonunu getirmesi ihtimalinin hiç de ihtimal dışı olmadığını gösteriyor. Ancak burada insanlığın sonu derken bir canlı türünün bir tür soykırımla ortadan kalkmasından söz etmiyorum. İnsan kavramının sonundan söz ediyorum. Ya da insanlığın artık bambaşka bir şey olarak başkalaşıma uğramasından söz ediyorum. Bu verdiğim örnek toplum kavramının, sosyal ilişki kavramının sonuna geldiğimizi gösteriyor.
Peki, bu durum siyasetçilerden daha önemli değil mi? Kısacası bizler gündelik siyasi olgulara, çekişmelere gömülü yaşarken birileri bir yerlerde bambaşka bir gelecek kurguluyor ve ne yazık ki biz bunun farkında bile olmuyoruz çünkü kendi gündemlerimize o kadar gömülmüş haldeyiz ki gelecek meselesi önem sıralamasında çok gerilerde.
Tekniğin sorusu: Gelecek şimdide mi patlıyor
İnsanlığın doğaya hâkim olmak için tarıma geçmesi ile başlayan uygarlaşma sürecinde en önemli aşama yazının bulunması/keşfedilmesi oldu. Yazı kelimenin tam anlamı ile insanlığın ilk teknolojik icadı oldu. Ve o günden bu yana yazı ile bilgiyi saklayarak ve sonraki kuşaklara hiç değişmeden aktarma imkânı bularak bilgimizin her nesilde katlanmasını, bu katlanan bilgi ile yeni icatlar yaparak hayatımızı kendi açımızdan daha iyi yapma yoluna gittiğimizi düşündük. İlk teknikler aslında insanın birer uzantısı gibiydi. İnsanın fiziki yetersizliğini gideriyordu. Mesela su değirmenleri ile birçok insanın yapacağı bir şeyi bir alet ile yapabiliyorduk. Ortaçağ ekonomisi su değirmenlerine çok şey borçludur tekstilden kâğıda dek birçok ürün bu değirmenlerin çalıştırdığı aletler ile üretildi. Hakeza daha öncesinde yapılan makaralar ile çok ağır nesneleri kaldırabildik. Ya da tekerlek ile mesafe kısıtını aştık. Hâsılı aletler bizim fiziki yetersizliğimizi gidermeyi sağladı.
“İnsan doğadaki canlılar için de en zayıfıdır” der İsrailli antropolog Yual Noah Hariri tam da zayıflığımız nedeni ile zayıflığımızı ortadan kaldıran aletler yaptık. Pençemiz olmadığından mızraklar yaptık, oklar icat ettik, oltalar yaptık böylece protein ihtiyacımızı gidermek için hayvanları kendimizi minimum tehlikeye atarak avladık. Evcilleştirdiğimiz hayvanlar ile bacaklarımızın yetersiz hızını giderdik. Kısacası insan kendi fiziki yetersizliğini doğayı dönüştürüp ona egemen olarak giderdi. Böylece bir kaplandan daha güçlü ve öldürücü, bir filden kat be kata güçlü olabildik.
Ancak şu da bir gerçekti öyle bir noktaya geldik ki bu aletlerin esiri olduk. Onlar olmadan adeta bir hiç haline gelme noktasına ulaştık ve teknolojiyi yönetmesi gereken bizi teknolojinin kendisi tarafından yönetilir olduk.
Geçmiş yıllardaki aletler daha çok el, kol, ayak, bacak fonksiyonları gördü. Yani daha güçlü kollara, daha güçlü ellere, daha güçlü bacaklara sahip olarak eşyalar ürettik ve bu eşyalar bizim doğamız oldu. Nasıl bir hayvan ya da bitki için faaliyette bulunduğu bir ekosistem varsa ve o eko sistemle karşılıklılık temelinde bir ilişki içindeyse, insanın eko sistemi de eşyalar ve aletler oldu. İnsan bu yapay çevre ile giderek daha fazla doğadan koptu ve doğa onun için sadece ihtiyaçlarını giderdiği bir yer haline almaya başladı.
Bu durum aynı zamanda bize bir tür Tanrı rolü de oynattı. Hem kendi türümüzün, hem de diğer türlerin hayatı üzerinde dilediğimiz gibi tasarrufta bulunma gücünü elde ettik. Birçok canlı türü ortadan kalkarken, çoğu kez kendi türdeşlerimizi de ortadan kaldırdık. Yani teknoloji iki yüzü keskin bir bıçak oldu. Bir yandan bize sahip olduğumuz refahı, rahatlığı sağladı, diğer yandan aynı teknoloji ile kendi bindiğimiz dalı keser olduk.
Sorduğumuz soru ne için değil de nasıl olmaya başladığından beri teknik bağlamında araç amaç ilişkisi koptu. Artık bu araç ya da gereç bize neden gerekli, bunu icat edersek bunun sonuçları ne olur gibi soruları sormaz olduk. Şunu yapabilir miyiz, bu mümkün mü diye düşünmeye alıştığımızdan bir şeyin yapılması mümkünse onun getirisi ve götürüsü üzerinde daha da çok götürüsü üzerinde düşünmeden onu yaptık. Mesela atom çekirdeğini parçalama gücü elde ederken bunun verdiği çok büyük enerji ve güç gözlerimizi kamaştırdı, ama çok sonraları fark ettik ki bu güç kendi türümüzün tamamı ile yok olacağı bir sürecin de kapılarını aralıyor, kendimize ve çevremize kanser olarak geri dönebiliyor. Bu kez o yan etkileri giderecek yeni aletler icat ettik ve bir süre sonra o aletlerin de başka türlü yan etkiler doğurduğunu fark ettik. Konunun kapitalist sistem ile olan ilişkisi bunun gibi bir başka yazıyı gerektireceğinden sadece evet kapitalist sistem teknolojiye sadece kazanç ekseninde baktığından yan etkiler çok da kafa yorulası bir mesele değil demekle yetineyim.
Teknoloji de son geldiğimiz nokta, daha çok karanlık ütopya kapsamında daha çok karanlık ve kötü bir geleceği anımsatan türden riskleri barındırmakta. Bir anlamda teknolojide ulaştığımız seviye ile gelecek-ama karanlık bir gelecek-şimdinin içinde patlıyor.
İnsandan insan ötesine: Beyni ele geçirmek
İnsan türü bugüne dek doğayı dönüştürdü, dönüştürdüğü doğa üzerinden kendine bir refah sağladı. Bugün geldiğimiz nokta ise yeni sermaye birikimi kaynağının bizzat insanın kendisi olacağı yönünde. “Ben Anne” adlı bilim kurgu filminde robot anne insan çocuğa etik dilemmaları yani ahlaki ikilemleri soruyor. Soru şu: Bir hasta insan var organlarının değişmesi gerek, buna mukabil beş insan var ve bunların organlarını alıp o hasta insana transfer edersek beş kişi bir insanı yaşatmak için ölmüş olacak.  Peki, bir doktor olsan bunu yapar mıydın?
Soru şöyle de değiştirilip daha da zorlaştırılabilir: Dünyaca ünlü bir bilim adamı var ama çoklu organ yetmezliği hastalığına tutulmuş durumda. Bu adam yeryüzünde kanseri ortadan kaldırabilecek bir ilaç yapma peşinde belki bir beş yılı daha olsa bu ilaç mümkün olacak. Bu adamın hayatını kurtarmak için rasgele seçilmiş -ki içlerinde çocuk tecavüzcüsü, uyuşturucu çete lideri gibi kötü adamlarda var, ama masum insanlar da var- beş kişinin organlarını bu insana takarak onu hayatta tutarken, diğerlerinin ölümüne göz yumacağız. Bunu yapar mısınız? İşte teknik akıl bu soruya tereddütsüz evet demektir.
Tam da bu sorudaki açmaz nedeni ile bugün yapay zekâyı sıkı sıkıya destekleyen bir öğreti olarak post hümanizmle ilişkili olan Transhumanizm bu hikâyedeki gibi insanları yaşatmak için hasatlık (yani organları için üretilmiş) insanlar yerine insanı makineye transfer ederek bu yaşamı uzatmayı savunuyor. Yeni İnsancıllık da denen bu görüşe göre dinlerin ve klasik felsefelerin her zaman vurguladıkları gibi, ölümlülük -ani, beklenmedik ve adaletsiz ölüme açıklık- insan haysiyetiyle hâlindedir ve insan onuruna aykırıdır. Bu insan sonrası felsefi duruş insan öteciliğe kapı aralayarak insanın kendi sınırlarını aşmak için her çabayı göstermesini mazur göstermekte.
İnsanın bir makine ara yüzüne dönüşmesi onu insan olarak tanımlama güçlüğü doğuracaktır. İnsanın kendi biyolojik sınırlarını aşmasının bir sonraki adımı ise makine- insan sentezinin makine mi yoksa insan mı olacağı noktasına dönüşmekte. Konu uzun olduğu için şu sonuca vararak konuyu burada sınırlayalım. İnsanın biyolojinin sınırlarını aşmak, zamanı hızlandırarak doğanın yerine geçmek çabaları ile başlayan teknik süreçte gelinen son uğrak insanötesicilik ya da Transhumanizm.
Bu noktada geçmişte doğayı insan hilafına dönüştürüp onu bir hammaddeye dönüştüren teknik akıl şimdi aynı şeyi insana uygulamakta ve insan insan olmaktan öte bir şeye dönüşerek zihin olarak insan ama beden olarak bir makine haline gelmekte. Tüm bunların gelip dayandığı nokta ise insanı bir tanrı haline getirmekte. Bunun neticesi ise insanlığın sonu olmakta. Artık insanların yerini makine insanların aldığı ve ölüm, hastalık gibi biyolojik engellerin kalktığı bir dünya olacak.
Soru şu: Böyle bir dünya bize ne kazandıracak? İnsanın dünyaya kazık çakması nasıl bir dünyaya yol açacak?