Halid Berri
TT

İran 4 Arap başkentini kontrol etmekte: Irak nerede?

“İran 4 Arap başkentini kontrol etmektedir” ifadesi; geçici, bir kalp krizine neden olmadan ya da ardından bir feryat koparılmadan, alarm zillerinin çalmasına yol açacak kırmızı işaretler vermeden söz arasında söylenebilecek bir ifadesi haline geldi. Aynı şekilde duyanlar için sanki sıradan, bilindik, kabul edilen, bir tartışmadan çıkarılan nihai sonuçta bir ağırlığı olması gerekmeyen bir ibareye dönüşmüştür.
Ama aslında bir trajedidir.
Bu 4 devlet ya parçalanmış ya da parçalanmak üzeredir.
Suriye ve Yemen’in ne durumda olduğunu biliyorsunuz.
Lübnan, çökmek üzere olan bir uçurumun kenarında.
Irak ise Tahran’a bağlı milis güçlerin davranışlarını kontrol altına almakta başarılı olamaması halinde İran ile beklenen  çatışmanın büyük faturasını ödeyecek olan en güçlü adaydır.
Irak’ın görevi zor ve her şeyden önce açıklayıcıdır. Yakın ve uzak tarihi olaylarda göremediğimiz şeyleri gelecekte görmemiz konusunda bizi uyarmaktadır.
Irak iç çatışmasının tekrarlanmasına ve yeniden yükselmesine tanık olabileceğimiz konusunda bizi uyarmaktadır. 21. yüzyıldan değil 20. yüzyılda Büyük Lübnan projesi öncesinde 19. yüzyıl dönemi Lübnan’ını tekrar görebileceğimiz konusunda uyarmaktadır.
Yemen’i bölecek bir çatışmaya, Suriye’de  Osmanlı yayılmacılığına şahit olacağımız konusunda uyarmaktadır.
Bu dönüp dolaşıp tekerrür eden tarihe ne diyebiliriz?
Son 2 ayda yaşanan 3 olay dikkatli ve tetikte olmayı gerektirmektedir.
Birincisi; ABD gazetelerinin yer verdiği ve mayıs ayında komşu Arap ülkesindeki boru hattına yapılan saldırının kaynağının güney Irak olduğunu tahmin eden istihbarat raporlarıdır (Wall Street Journal 28 Haziran 2019).
İkincisi; ABD güçlerinin konuşlanmış olduğu Bağdat’taki Yeşil Bölge’yi hedef alan saldırıdır.
Üçüncüsü ise kimliği belirsiz bir uçağın Haşdi Şabi milis güçlerinin mevkilerinden birini hedef almasıdır.
Irak’ın İran ile ABD arasında bölünmesi kesinlikle  Irak’ın çıkarına değildir. Bu durumda, Tahran’ın kontrol ettiği ve yukarıdaki geçici ibarenin kapsadığı diğer 3 ülke gibi Irak da kendisine hiçbir faydası olmayacak bir çatışmanın arenasına dönüşecektir.
Irak Başbakanı Adil Abdulmehdi’nin görevi çok zor. Haşdi Şabi’nin tam 120 bin savaşçısı bulunuyor ki bu hiç de azımsanacak bir sayı değil. Ofislerini kapatıp düzenli Irak birliklerine katılması için Haşdi Şabi’ye temmuz ayının sonuna kadar müddet veren kararın uygulanma zamanı geldi. Ne kadar etkili olacağını hep birlikte göreceğiz. Zira Iraklı milis güçlerden biri (Hizbullah Tugayları) bu karara meydan okudu ve ABD çıkarlarına hizmet ettiğini deklare etti.
Doğrusu Irak’ın, İran ile ABD arasındaki çatışmada tarafsızlığını koruması en çok onun çıkarlarına hizmet edecektir. Iraklılar,  kendilerini ilgilendirmeyen bir çatışmada hiç kimse ile aynı safta savaşmamalıdır. Aksi takdirde geçmişte ülkelerinde yaşanan ve halihazırda sözkonusu geçici ibarenin kapsadığı diğer ülkelerde yaşanan trajedileri tekrarlamış olacaklardır.
Kendi adına konuşan ve doğrudan çıkarları olan ülkeler arasında olaylar gelişip silahlı bir çatışmaya dönüşse de her zaman diplomatik çözümlere dönme ihtimali vardır. Bu durumda, anlaşmazlık onların arasında kalacak, acıyı sadece kendileri hissedecek ve bu acı sadece onları kendileri ile hesaplaşmaya itecektir.
Hiçbir ilgisi olmamasına rağmen çatışan taraflardan birinin elindeki bir silaha dönüşmeyi kabul eden tarafın ise ne görüşlerine önem verilecek ne de bu çatışmadan bir menfaat sağlayabilecektir. Bu savaşta eline en kötüsünden başka bir şey geçmeyecektir.
Irak tarafının bir dış çatışmada taraflardan birini siyasi olarak desteklemesi, Irak’ın geri kalanı tarafından içeriye dönük  zorba bir adım olarak görülecek ve çatışmayı dışarıdan içeriye taşıyacaktır. Bu, geçici ibare gibi gözden kaçırmamız gereken tarihi bir derstir.
Bu geçici ibare; bölgedeki stratejik seçenekleri belirleyen ve sahada bir zamanlar dikkatlerin odağında yer alan geleneksel siyasi sorunların yerini alan en önemli etken, ittifak ve anlaşmazlıkların bağlantı noktası olmuştur. Bazıları bu gerçekten şikayet etmekte ama değişmesi için hiçbir katkıda bulunmamaktadır. Hatta tam aksine  güçlenmesine katkıda bulunmuş ve bulunmayı da sürdürmektedir.
İran’ın nüfuzunun genişlemesine yardımcı olan Filistinli gruplar, İran’ın emperyalist projesini hayata geçiren milis güçler, İran nüfuzuna kucak açan toplumlar, İran’ın kınındaki hançer rolünü oynamakla komşularının kendisinden ve her an kendilerine yönelteceği darbeden korkmalarına neden olacağını zanneden devletler...
Bütün bunlar, bugün dengelerin değişmesinden şikayet etmektedir. Oysa sadece kendilerini suçlamaları gerekir. Çünkü içine düştükleri tuzağı kendi elleri ile kazmışlardır.
Irak’ın bunu deneyimlemeden  sadece diğer örnekleri gözlemleyerek anlayacağını ve idrak edeceğini umuyorum.
Son on yıllar içerisinde Irak, sahip olduğu zenginliğe rağmen sefalet ve acılardan nasibini kat kat almıştır. Bu ve geçmişteki kötü siyasi kararları nedeniyle bugün yalnız, tek ve ayrıdır.
Şimdi ise Irak, yeni bir sınav ile karşı karşıyadır.