Dilaver Demirağ
Araştırmacı-Yazar ve doğa korumacı aktivist
TT

Doğa mı, zevkler mi, refah mı? (1)

Kalkınmanın, ilerlemenin kendisini sorguya çekmeden, tüketimimizi minimize etmeden doğayı koruyamayacağımızı anlayın artık.
Günlerdir aslında epeyi uzun zamandır gündemde olduğu halde ruhsat alınıp ağaçlar kesilince bir anda gündeme oturan ve adeta Bergama’dan bu yana durgunluğa girmiş çevreci harekete yeni bir ivme kazandıran Kaz Dağları hali ile tartışılıyor.  Türkiye’nin en değerli doğal yaşam alanlarından olan Kaz Dağları’nın doğrudan içinde bulunmasa da bir biçimde sınırları içinde bulunan Kiraztepe Altın Madeni işletmesi meselesi içinde birçok tartışmayı barındırıyor. Altın madenciliği hatta bizzat madencilik faaliyetin doğa için yıkıcı boyutlar taşıdığı bir gerçek.
Madencilik özellikle de altın madenciliğinin yol açtığı olumsuz etkiler çok fazla. Modern endüstriyel altın madenciliği, doğayı tahrip eder ve büyük miktarda toksik atık yaratır. Altın madenciliğinden kaynaklanan kirlenme doğal ortamları perişan etti, su kaynaklarını kirletti ve hayati ekosistemlerin yok edilmesine katkıda bulundu. Siyanür, cıva ve diğer toksik maddeler kirli altın madenciliği nedeniyle çevreye düzenli olarak salınır. Açık ocak madenciliği ve siyanür liçi gibi kirli uygulamaların kullanılması nedeniyle, madencilik şirketleri her 9.440391 gram altın yüzük için yaklaşık 20 ton zehirli atık üretmekte. Genellikle bir sıvı gri çamur olan atık, ölümcül siyanür ve diğer zehirleyici ağır metallerle doludur. Birçok altın madeni zehirli atıklarını doğrudan doğal su kaynaklarına bırakır.
Mesela Papua Yeni Gine'deki Lihir Altın Madeni, her yıl Pasifik Okyanusu'na 5 milyon tondan fazla toksik atık bırakıyor ve mercanları ve diğer okyanus yaşamını tahrip ediyor.
Altın ve diğer metalleri çıkartmak için madencilik yapan şirketler, her yıl nehirlere, göllere ve okyanuslara en az 180 milyon ton zehirli atık döküyor; Bu ABD şehirlerinin atık alanlarına yıllık olarak gönderdiği atık miktarının 1,5 katı. Maden şirketleri bu zararı azaltmak için genellikle atık barajı inşaa ederler. Zehirli atıklar bu barajın içine toplanır. Ancak vaadedildiği gibi atık barajları doğanın kirletilmesinin, tahribinin önüne geçemez. Eğer sızdırmazlık önlemleri yeterli değilse ya da bunların maliyetten taviz vermek için kalitesi daha düşük olanları kullanırsa -hatta bu membran denilen sızdırmazlık sağlayıcılara rağmen-  zehirli atıkların sızması önlenemeyebilir. Dünyada Madencilik atıklarının zararlarını önlemek için her yıl inşaa edilen 3 bin 500 barajdan en az üç ya da dördünde çökme meydana gelir ve atıklar çevredeki atık sulara dökülür.
Zehirli atık sızıntıları Romanya, Çin, Gana, Rusya, Peru, Güney Afrika ve diğer ülkelerde yıkıcı sonuçlar doğurdu. 2014 yılında, Polley Dağı'nın altın madeninde ve British Columbia'daki altın madeninde bir baraj çöktü ve yaklaşık 9 bin 800 olimpik yüzme havuzunu doldurmaya yetecek kadar yakındaki nehirlere ve göllere yaklaşık 25 milyon metreküp siyanür yüklü atık gönderdi.[1]
Harvard Hukuk Fakültesi Uluslararası İnsan Hakları Kliniği (IHRC), tarafından yayınlanan yeni bir raporda, Güney Afrika'nın Johannesburg ve çevresindeki altın madenciliğinin çevresel ve sağlık etkilerini ele alma konusundaki yükümlülüklerini yerine getirmediğini belirtti. Rapor altın madenciliğinin çevreye yönelik ihlallerini ortaya koyuyor. Oradaki yöre sakinlerine verilen zararları ise ciddi bir insan hakları ihlali olarak ele alıyor.
Madende kullanılan asit için yapılan drenajdaki sızıntı nedeni ile Güney Afrika’daki orta ve batı rand bölgesinin sakinlerinin tarım ürünlerini suluyor, böylece tarım çöküyor. Sızıntının ulaştığı yöre sakinleri hayvancılık yapmaktalar; sızıntının ulaştığı akarsularda hayvanlar bu asitli suyu içiyor ve doğal olarak hayvanlar ölüyor. Bölgedeki insanlar o sularda çamaşır yıkamakta ve yüzmekteler bundan dolayı kanser vakaları çoğaldığı gibi ağır cilt tahrişleri yaşanıyor. Madenin atık çöplüklerinden çıkan tozlar çevreyi sarmış durumda. Hükümet ne yazık ki yöre insanlarının tepkilerini hiçe sayarak atık içinde zehirli ve radyoaktif atıkların biriktirildiği tesislerinin, orada yaşayanların evlerinin yakınına ve inşa edilmesine izin verdi. Sanayinin verdiği onca zarara rağmen hükümet zarara çok yavaş ve hayli yetersiz tepki verdi.[2]
Dahası insan yaşamını hiçe sayan ve açıkça şiddet içeren, insan hakları bakımından ağır ihlaller konusunda sicili en bozuk sektörlerin başında madencilik geliyor. Aktivist cinayetlerinin, en kötü yolsuzluk suçlarının işlendiği ve yasal denetim konusunda zayıf kalan ülkelerde yoğunlaştığını ortaya koyan bir araştırmaya göre, çevre savunucularının öldürülmesi son 15 yılda iki kat arttı; bu süreçte öldürülen insan sayısı ise 1558. Bu rakam Afganistan ve Irak’ta ölen ABD askerinden sayısından iki kat fazla.
Dünyada en fazla çevreci öldüren sektör de madencilik -onu kereste sanayi izliyor. Madenciler, madenlerin çiftliklerin uzağında olması, madenlerin doğaya zarar vermesinin önüne geçmek için mücadele veren aktivistleri öldürdüler.[3] Ülkemizde de Mermer Ocağı İşletmeciliğine karşı mücadele verdiği için öldürülen Büyüknohutçu çiftini de anmış olalım bu vesile ile.
Bir başka rapor ise Kolombiya’daki altın madenciliğinin yerli halka karşı işlediği suçların listesini ortaya koyuyor. Kolombiya’da kabul edilen ve Dünya Bankasının da deyim yerinde ise bastırması ile çıkartılan yeni madencilik yasası madencilik alanın da yoğunlaşmayı sağlıyor. Yüzde 43.41’nin Kanadalı olduğu bu şirketlerin arama ve çıkartma faaliyetleri neticesi insan hakları ihlallerinde büyük bir artış yaşanıyor. Özellikle de yerli bölgelerinde ve dolaysıyla Amazon bölgesinde yoğunlaşan faaliyetler neticesi zorla yer değiştirmelerin yüzde 87'si bu bölgelerde gerçekleşiyor; yerli halklara karşı işlenen suçların yüzde 78'i ve ayrıca Afrikalıların soyundan gelenlere karşı suçların yüzde 90'ı madencilik-enerji bölgelerinde işlenmektedir[4]
Madencilik alanın da altın madenciliği özel bir yere sahip; 2007 ila 2015 arası yaşanan madencilik kazalarında ya da felaketlerde başı altın madenciliği çekiyor. Altın madenciliği alanında faaliyet yürüten çok uluslu şirketler içinde de Kanada kökenli olanlar yaşanan 11 felaketin 6’sından sorumlu.[5]
Öte yandan bir endüstri birliği tarafından yaptırılan ancak kamuoyuna açıklanmayan bir küresel araştırmaya göre, Kanada madencilik şirketleri çevre, insan hakları ve dünyadaki diğer suiistimallerdeki en kötü suçlulardır. Kanada şirketlerinin Latin Amerika 15 yıldır şiddet eylemlerindeki payını ortaya koyan rapora rağmen hükümet bu konuda sorunu çözmeye dönük herhangi bir şey yapmadı. 2000-2015 yılları arasında
Latin Amerika’da 13 ülkedeki 28 Kanadalı şirketin madencilik aktiviteleri esnasında şirketler hakkında 4 bin 420 ölüm, 403 yaralanma ve 709 tutuklama, gözaltı ve suçlama bildirildi.[6]
Kaz Dağları ekosistemi çok büyük değere sahip
İşin bir diğer boyutuna baktığımızda ise Kaz Dağları gerçekten de çok değerli. Kaz Dağları, Türkiye’nin batı-kuzeybatısında, Edremit Körfezi’nin kuzey kıyılarında bulunmakta, Ege Bölgesi ile Marmara Bölgesi arasındaki sınırı oluşturmaktadır. Kabaca 1000 km2 yüzölçümüne sahip dağlık kütlenin güneyi ve doğusu Balıkesir, kuzeyi ve batısı Çanakkale ili sınırları içinde kalmaktadır.
Bölge bir dağ doğal yaşam alanı (ekosistem) olarak doğallığını bugüne dek koruyabilmiş çok hassas ve kırılgan bir sistem özelliğine sahip. Kaz Dağları içinde birçok akarsunun yarattığı mikro iklimsel yapı bölgenin zenginliğini korumasını sağladı. Bu akarsulardan en önemlileri Mıhlı çayı, Sahinderesi, Manastır çayı, Kızılkeçili çayı, Zeytinli ve Edremit çaylarıdır. Bunların hepsi de yıl boyu su taşıyor.  
Ekosistemin derin vadiler içinde tüm yıl akan bu akarsuları boyunca tür zenginliğine sahip su ve neme ihtiyaç duyan bir bitki örtüsü yer alıyor. Bu bitki örtüsünün ağaç unsuru olarak çınarlar vadi içlerinde çok yaygın. Bunlar ekosisteme zenginlik katan ulu, görkemli ve çoğunlukla yaşlı ağaçlar.
Derin kanyonlar, daima akan sular, ulu ağaçlar vadiler boyunca nemli ve serin mekânları oluşturuyor. Bu vadileri enine kesen bazı fay hatları küçük şelalelerin oluşumuna imkân vermişler. Bölgede Karaçamdan meşeye ve göknarlara kadar birçok ağaç türü olan geniş ormanlar yayılım gösteriyor. Sarıkız, zambak, gibi çiçekler yanın da yabani sarımsak, civanperçemi, kantaron, yoğurt otu, geven otu, taşkıran otu, hüsnü Yusuf, gıvışkan otu, gibi sadece buraya özgü tıbbi bitkiler de mevcut. Atmacadan alabalığa, geyik, sırtlan vb birçok hayvan türü de yaşıyor.
Bölge ekolojisi üzerine araştırma yapan İsa Cürebal, Recep Efe,  Süleyman Sönmez ve Abdullah Soykan tarafından yayınlanan “Kaz Dağları Ekosistemi ve Ekolojisi” isimli raporda bölgede yaşanan tahribatla ilgili şu bilgilere yer veriliyor:
“Kaz Dağları’nın doğal peyzajını fiziki, biyolojik ve kültürel zenginliklerini korumak amacıyla, güney yamaçta kabaca Şahindere ile Zeytinli çayı arasında kalan kesim, sahil bandı (bir iki nokta dışında) ve etek köyleri arazileri hariç olmak üzere su bölümüne kadar olan 21 463 ha alan 1993 yılında Milli Park olarak ilan edilmiştir. Fakat buna rağmen bu sahanın bile tam olarak korunabildiğini ve ekosistemine bir zarar gelmediğini söylemek güçtür.
Kaz Dağları ekosisteminin Milli park ve diğer resmi koruma alanları dışında kalan kısımları, hatalı işletmelerden, maden aramalarından, bilinçsizce yapılan orman içi yollardan, kontrolsüz motorlu taşıt trafiğinden, kaçak avcılıktan, yangınlardan, kaçak kesimlerden ve plansız yapılaşmalardan çok zarar görmektedir. Üst kademedeki su kaynaklarının kirlenme ve plansız kullanımların tehdidi altında olduğunu söyleyebiliriz. Bu sorunun tedbiri yukarı su havzalarının planlanması ve mutlak koruma altına alınmasıdır. Tahrip edilen bitki örtüsünün yer altı sularına, faunaya (hayvan toplulukları) ve peyzaja olumsuz bir yansıması olacaktır. Bunun çaresi ise resmi kesimlerde tıraşlama kesimleri mümkün olduğunca yapmamaktır.
Kaz Dağları ekosisteminin bozulmaması için denizin kirletilmemesi, doldurulmaması ve doğal dengesinin korunması gerekir. Denizi dağsız, dağı da denizsiz, düşünmek bu ekosistemi anlamamak demektir. Bu nedenlerle kıyıları, şirin koyları, burunları, kumlu ve çakıllı plajları, falezleri, mavi ve berrak suları, haliçleri, lagünleri ve sulak alanlarıyla kıyı bandını bir bütün olarak düşünmek ve buna uygun olarak planlı şekilde kullanmak gerekir.“[7]
Kısacası bölge ülkemizdeki korumacılığın zaafları nedeni ile altın madenciliği başlamadan önce ne yazık ki tahrip edilmeye başlamış durumdaydı.
Altın madenciliğinin (ki bölgede 40 civarında işletmeye altın madenciliği yapılması için izin verilmiş durumda) Kaz Dağları’na etkisini ise bir sonraki yazı da ele alacağım.
Bu arada söz gelmişken altın madenciliği sadece Kaz Dağları için söz konusu değil, mesela Dersim Alevileri açısından çok büyük bir manevi değere sahip Dersim’deki Munzur Dağı’nın tamamı altın madenciliği için çalışma alanı ilan edilmiş durumda. Uşak civarındaki Madra Dağı, Eskişehir ve daha birçok bölge altın madeni sahası konumunda. Çünkü dünyadaki potansiyel altının yüzde sekizi ülkemiz coğrafyasında yer alıyor. Ve buraların her birisinde de eşsiz ekosistemler söz konusu.
Konuya girmişken şunu da belirtmekte fayda var; 17 yıllık AKP döneminde ne yazık ki orman varlığımız ciddi oranda düşmüş durumda ve bunda en büyük pay madenciliğe dayanıyor. Hal bu iken CHP ve İYİ Parti’nin ustaca izlediği strateji ile sanki altın madenciliği sadece Kaz Dağları’nda yapılıyor, orman tahribatı, ekosistem zararı sadece burada yaşanıyormuş gibi buraya adeta çevreci yığınağı yapılıyor.
Ortada tam bir orta sınıf çevreciliğinden doğan ikiyüzlülük söz konusu; sanki bu insanlar hiç altın kullanmıyormuş gibi altın madenciliğine karşı doğayı savunurken şunu taahhüt etmiyorlar.
“Hayır, biz altın kullanmayacağız asla hayatımıza sokmayacağız, sadece takı ya da yatırım olarak değil hiçbir biçimde altın tüketmeyeceğiz. Altın, altın türevleri, hatta gümüş ve başka madenlerden, takı, yüzük vb. süs eşyası da olmayacak. Evimizde yemeği alüminyum, çelik vb alaşımlardan üretilmiş metal tencerelerde değil toprak kaplarda yiyeceğiz çayımızı da toprak kaplarda yapıp içeceğiz.”
Bunu söylemedikçe bilin ki daha çok doğa tahribatı olacak. Kalkınmanın, ilerlemenin kendisini sorguya çekmeden, tüketimimizi minimize etmeden doğayı koruyamayacağımızı anlayın artık.
[1] Gold Mining And The Environment (Altın Madenciliği ve Çevre)  https://www.brilliantearth.com/gold-mining-environment/
[2] Harvard Report Highlights Human Rights Costs Of South African Gold Mining Mining and Human Rights Violations in Colombia: The Case of Anglo Gold Ashanti vs the Afri-descendant Community of La Toma (Cauca) (United Nation General Assembly) Human Rights Council https://www.cetim.ch/wp-content/uploads/G14041511.pdf
[3] Nathalie Bult, France Lambrick, Mary Manton, Anna Renwick The Supply Chain Of Violence, https://www.nature.com/articles/s41893-019-0349-4.epdf referrer=www.theguardian.com
[4] Organized Crime and Illegally Mined Gold in Latin America, The Global İnitiative Againist Transnational Organized Crime https://arcominero.infoamazonia.org/GIATOC-OC_Illegally-Mined-Gold-in-Latin-America-3c3f978eef80083bdd8780d7c5a21f1e.pdf
[5] Altın Madenciliğinde Kanada Felaket Birincisi https://ecologicalnanarcy.wordpress.com/2019/08/10/altin-madenciliginde-kanada-felaket-birincisi/
[6] Marina Jimenez, Government Not Doing Enough On Violence Near Canadian-Owned Mines: Report
[7] İsa Cürebal - Recep Efe - Süleyman Sönmez - Abdullah Soykan; Kazdağları Ekosistemi ve Ekolojisi Kazdağları Ulusal Çalıştayı, 2-3 Haziran 2012, Güre-Edremit-Balıkesir, Bildiriler Kitabı