Yusuf Deyni
Suudi yazar
TT

Kalabalıkların öfkesi ve Süleymani: Hegemonyanın zorlukları ve jeopolitik değişimler

Mollalar rejiminin önderlik ettiği ve Erdoğan ile müttefiklerinin kendisine yatırım yaptığı krizler ittifakında derin çatlaklar görülüyor, korkunç gerçekler ortaya çıkıyor. Erdoğan ve müttefikleri, Süleymani’nin öldürülmesini, 2001 yılından bu yana 10 yıldan fazla bir süredir bölgede Sünni terörizmine karşı yürütülen savaşın yeni bir bölümünden ibaret olduğunu düşünüyorlar. Yeni on yıl ise, şiddet ve terör madalyonunun diğer yüzü olan Şii terörizminin hedef alınması ile başladı. Bu terör daha köklü ve derin çünkü içeride ve dışarıda siyasi kimliği devrimi ihraç etme düşüncesine dayanan Mollalar rejimi tarafından himaye ediliyor.
Bugün var olan siyasi okumaların sorunu, “anlık” olarak tanımlanan etkileşimin genel atmosferine bağlı hale gelmiş olmalarıdır. Bu durum en çok, Başkan Trump’ın Twitter hesabının önderlik ettiği sosyal medyadaki sözlü savaşlarda görülmektedir. Trump’ın tweetleri, paylaşımların zamansal bağlamı ve uzun ayrıntılarıyla okunmadan verilen tepkilerin kaynağı haline geldi. Tweetçi Trump olgusunu bir yana bırakıp, Süleymani sonrasında “tokat” ile “uzlaşı” arasında dikkat çekici bir mücadele yaşayan krizler ittifağına dönelim. Bu ittifak halihazırda sosyal medya platformlarında politik dil ve içerikleri analiz eden araştırmacı Martha Perera’nın “kalabalıkların öfkesi” olarak tanımladığı bir teoriyi uygulamaktadır.
 Söz konusu teori, dijital medya ve televizyon kanallarını sansasyonel ve bayağı içeriklere boğmaya dayanmaktadır. Amacı ise etkileşim ağlarını sözlü tartışmalara boğarak yanlış bilgilerin incelenmeden ve gözden geçirilmeden tekrarlanmasına dayanan politik bir piyasa yaratmaktır. Politik içeriğin, bu şekilde karşılıksız kullanılması ve bayağı olmasının asıl dikkat çekici yanı, kendisine yatırım yapan oluşumların gerçeklerden ne kadar uzaklaşmış olduklarını yansıtmasıdır.
 İç krizleriyla ya da yeni jeopolitik dönüşümlerle başa çıkma yöntemi olarak krizi ihraç etmekteki ısrarlarını göstermesidir. Araştırmacı Perera’nın çalışmasına göre, Twitter “birlikteliği” ve “karşıtlığı” temel alan, taraftar toplamaya ve kamplaşmaya dayanan ortamı ve yapısı nedeniyle çoğunlukla öfkeli siyasi yığınların sığınağı haline geldi. Burada her şeyin gerçeklerden uzak tepkiler etrafında dönmesi de sahte ve zehirli bir itme durumunun yaratılmasına sebebiyet veriyor.
Şeytan ayrıntıda gizlidir. Stratejik araştırma merkezleri ve düşünce kuruluşlarının raporların sunduğu ayrıntı ise, Süleymani’nin öldürülmesi operasyonu için yaklaşık 1.5 yıldır hazırlık yapıldığını doğruluyor. Bu süre içerisinde, Süleymani’nin sürekli ziyaret ettiği başkentlerde istihbarat unsurlarının, Süleymani’nin rutinini ve hareketlerini öğrenmek ve gözlemlemek için kendisini yoğun bir takibe aldığını vurguluyor. Buna göre Süleymani, ABD’nin avucundaydı ve geriye sadece harekete geçme zamanını belirlemek kalmıştı. Lübnan ve Irak’ta Mollalar rejimi ve uzantılarına karşı geniş çaplı gösterilerin başlaması, İran içerisindeki bıkkınlığın gün yüzüne çıkmasıyla uygun an doğmuş oldu. ABD’ye baskı yaparak ekonomik yaptırımları hafifletmesini ya da yeni nükleer anlaşmadan vazgeçerek diyaloğu kabul etmesini sağlamak için İran’ın Körfez ve diğer bölgelerin egemenliğini ihlal eden bazı operasyonlar düzenlemesi, güç gösterilerinde bulunmasıyla zamanın  gelmiş olduğu anlaşıldı.
İran’daki siyasi krizin nedeni, rejimin terörü desteklemenin, silahlı milis güçleri himaye etmenin, hegemonyasını dayatmak amacıyla diğer ülkelerde kendisine bağlı örgütler ve ideolojik yapılar yaratmanın sonuçları ya da kayıpları olacağını düşünmemesidir. Bir araç olarak terör, geçici olarak nüfuz sağlayabilir ama zamanla bir yıkım aracına dönüşür. Bu, sadece İran’ın başına gelmedi. Afganistan’dan DEAŞ ve Kuzey Afrika’daki diğer silahlı örgütlere kadar diğerleri de bunu deneyimlemiştir. Nitekim Yemen’de Husi milisleri ile ittifak yapan eski Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’in sonu da bu milis güçlerin elinde oldu. Onlar tarafından öldürüldü.
Teröre yatırımın Mollalar rejimine etkileri, İran Devrim Muhafızları’nın ve Kudüs Gücü’nün terör örgütü olarak tasnif edilmesi ile başladı. Ziyaret ettiği Arap başkentlerinde kameralar önünde cüretkar, kibirli ve kaba açıklamalarda bulunan Süleymani’nin yönettiği Kudüs Gücü, Afganistan, Irak, Suriye, Yemen ve Filistin gibi birçok ülkede tehlikeli silahlı milislerin silahlandırılmasına ve eğitilmesine katkıda bulunmuştu. Bu destek ve himaye, 1979’daki devriminden bu yana Mollalar rejiminin politikalarının karanlık yüzünü temsil etti. Ancak, 2003 yılındaki Irak savaşından sonra bu destek ve himaye, asimilasyon ve bütünleşmeye yakın yeni bir şekil almaya başladı.
Tahran, Saddam sonrası dönemde Iraklı Şii seçkinlerinin önünü açan ve onlara imkanlar tanıyan ABD’ye karşı mücadelesinde kullanmak için bir dizi devlet dışı siyasi oluşuma yatırım yaptı. Ancak ABD, bu kararının doğru olup olmadığı bir yana terör ve DEAŞ örgütü ile mücadelenin daha öncelikli olduğunu düşünerek İran yayılmacılığına sessiz kaldı. Bu da, İran’ın var olan durumdan yararlanmak ve Irak’taki yönetim oluşumlarıyla bütünleşmek için DEAŞ’a karşı mücadeleyi büyük bir fırsata dönüştürerek kendisinden faydalanmasına neden oldu.
Rejimin bazı temsilcilerinin, ABD Büyükelçiliği’ni hedef alan yürüyüşe katılmaları, daha önce benzeri görülmemiş bu durumu zirveye ulaştırdı. Iraklı siyasi seçkinlerin Tahran tarafından hareket ettirilen, onu doğrudan savaştan korumak pahasına her şeyi yapabilecek terörist piyonlara dönüştüğünü gösterdi. Hatta herhangi bir askeri caydırıcı eylemden çok daha etkili ekonomik yaptırımlar sonrasında Mollalar rejiminin ömrünü uzatmak için siyasi anlamda intihar eylemcilerine dönüşmeye hazır olduklarını ortaya çıkardı. Bütün bunlara ek olarak, vekalet savaşları İran rejimini uluslararası sorgulamadan koruduğu gibi ekonomik gücünün gerilemesinin ışığında onun için finansal düzeyde daha az maliyetlidir.
Süleymani’nin öldürülmesine verilen şaka gibi karşılığın İran’ın abartılan askeri gücünün gerçek yüzünü ortaya çıkarmasından sonra vekalet savaşları, Tahran için en iyi seçenektir. Süleymani’nin öldürülmesine verilen karşılık, iddia edildiği gibi br tokattan çok bir uzlaşı adımıydı. Nitekim daha sonra yayınlanan ve Wall Street Journal gazetesinin yer verdiği gizli yazışmalar ve iki tarafın uzlaşı için şifreli fakslar kullandığına ilişkin bilgiler de bunu doğruladı.
 Tepkilerin kontrollü olması konusunda gizli bir siyasi anlaşmaya varılmış olduğuna dair paralel bir gerçekliğin varlığını onayladı. Buna ek olarak; uluslararası toplumun müdahil olması, destek, yardım, yatıştırma ya da sakinleştirme amacıyla diplomatik ziyaretler yapılması konusunda uzlaşıya varıldığını vurguladı.
Söz konusu bilgilere göre, bu uzlaşının mimarı Tahran’daki İsviçre Büyükelçiliği’ydi. Şah döneminden kalma saraylardan birinde bulunan İsviçre Büyükelçiliği’nin kapalı, güvenlik araçları ve ağları ile donatılmış bir odasına gelen çok sayıda mesaj, Tahran, Bern ve Washington’u birbirine bağlıyordu. Bu odaya üst düzey yetkililer dışında hiç kimsenin girmesine izin verilmiyordu. Düzenli olarak Pentagon’u ziyaret eden ve özel toplantılar düzenleyen, profesyonel bir diplomat olan 53 yaşındaki İsviçre Büyükelçisi Markus Leitner, cuma sabahı erken saatlerde İran Dışişleri Bakanı Zarif’e kendi eliyle ABD’nin mektubunu teslim etmişti. İşte bu mektup, krizin etkilerini, iki tarafın hayalkırıklıkları ve trajediler içinde boğulmuş Irak’ı kontrol etme mücadelesini durdurdu. Irak’ın, egemenliğini ihlal eden ABD ile İran’ı kınamak arasında bölünmesi ise yaşadığı mezhepsel ve siyasi parçalanmışlık durumunu yansıttı. Bizlere siyasi mizah yazılarının yazarı P. J. Uruk’un şu sözünü hatırlattı: “ Irak’ı desteklemek bu kadar zor iken ona zarar vermek neden bu kadar kolay?”