Süleyman Cevdet
Mısırlıaraştırmacı yazar
TT

Tahran'ın susuzluğu ve zehirli kuyuları

20’inci yüzyılın başlarında Saad Zağlul Paşa, hayatının bir yılını sürgün olarak Cebelitarık adasında geçirmişti. Bu bir yıl boyunca sürekli Kahire’deki Vefd Partisi liderleri ile mektuplaşmıştı. Bundan önce de Seyşeller ve daha birçok ada ve yere sürgüne gönderilmişti. Yazıları değil de konuşmaları ile ünlü olmasına rağmen oturup mektup yazmaktan başka yapacağı bir şey yoktu.
Saad Paşa mektuplarını yazarken bazen, söylemek istediklerini gereğinden fazla uzattığını fark ederdi. Bu nedenle mektuplarında, bu konuda bir örnek haline gelen bir ifade kullanırdı. Paşa, kısaca özetlemeye zamanı olmadığı için lafı uzatacağını söyleyerek en başından özür dilerdi. Bu örneği vermemizin maksadı, asıl becerinin anlatılmak isteneni unutulması mümkün olan uzun sözlerle değil düşüncenin özünü yakalayan ve unutulmayacak birkaç sözle anlatabilmek olduğunu belirtmektir.
Doğrusu, Suudi Arabistan Savunma Bakan Yardımcısı Prens Halid bin Selman’ın ABD merkezli Vice haber ağıyla yaptığı, Al Arabiya kanalının yayınladığı, Şarkul Avsat’ın Cumartesi günü en önemli başlıklarına sayfalarında yer verdiği röportaj sırasında dillendirdiği bir ifade, ancak bu kadar yukarıda açıkladığımız anlama uygun olabilirdi.
Prens Halid bin Selman, Suudi Arabistan ile İran arasındaki sorunun temelinden bahsederken, bir zamanlar Saad Paşa’nın yaptığı gibi sözü uzatabilir ve bu konuda birçok şey söyleyebilirdi. Fakat sorunun tamamını son derece az ama aynı zamanda konunun özünü tam anlamıyla ifade eden birkaç kelime ile özetledi.
Prens şunu söyledi, “İran ile Suudi Arabistan arasındaki anlaşmazlığın temelinde vizyon çatışması yatıyor. Bizim 2030 Vizyonu’muz, onların ise 1979 vizyonu var.”
İşte 1979 yılında Tahran’daki devrimin başarılı olmasından sonra bölgenin gece gündüz yaşadığı her şeyin temelinde bu vardır. İran’ın Arap ve Arap olmayan çevresini telaşlandıran ve telaşlandırmaya devam eden tam olarak budur.
İran başkenti, saatini bu tarihe ayarlamış. O tarihte yaşıyor ve ondan ayrılmak istemiyor. Orada kalmaktan zevk alıyor. Bedeni sanki bizimle 2020 yılında ama aklı bedeninden ayrı, hala devrim yılında yaşıyor ve kendisinden ayrılmak istemiyormuş gibi görünüyor. Öte yandan, Riyad geleceğe bakıyor ve kendisini Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın deklare ettiği ve o günden bu yana içinde taşıdığı umudun enerjisine güvendiği 2030 Vizyonu’nda görüyor.
Devriminin yaşı olan 40 yıl boyunca Velayet-i Fakih rejiminin bölge ve çevresindekilere yönelik uygulamalarına dair söylenenleri takip edenler, gazete nehirleri üzerinden tonlarca mürekkebin aktığını keşfedecektir. Tahran’ın kendi ve komşularının seyrine müdahale etmek için çokça zaman ve çaba harcadığını görecektir. Zamanını ve çabasını halkına faydalı olabilecek ve bölgesine zarar vermeyecek şeylerde harcayabileceğini ama bunun yerine devriminin esiri olarak yaşamayı seçtiğini ve bölgeyi oldukça geriye götürdüğünü tespit edecektir.
Mollalar rejimi farklı bir biçimde düşünebilirdi. Hala Tahran ve anayasasında yaşayan devrimden kendisini ve anayasasını kurtarabilseydi bunu yapabilirdi. Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in “Sa’adat el-Sefir” (Sayın Büyükelçi) başlığı altında birkaç ay önce Beyrut’ta yayınlanan hatıratını okuyanlar, bunu kolaylıkla fark edeceklerdir. Ayrıca Zarif’in baştan sona hatıratında bu gerçeği gizlemediğini aksine öne çıkarıp kendisi ile övündüğünü göreceklerdir.
Bu gerçek, ülkenin anayasasının maddelerinden birinde yer alan devrimi ihraç etme ve ürünlerini komşularına dağıtma çağrısında bulunan bir metne hapsolmuş olduğunu söylüyor. Yine bu gerçek, devrimin geçen yılın Şubat ayında 40’ıncı yıldönümünü kutlamasının, bu anayasa metnini miras alanları, bizzat İran’ın artık sonuçlarına katlanamamaya başladığına, çağdışı bir metin haline geldiğine ikna etmeye yeterli olmadığını söylüyor. Bu metnin, her gün bölgeye ihtiyacı olmayan bir bedele mal olduğunu, anayasada birkaç satırda yer alan bir metinden çok İslam Cumhuriyeti için bir tuzak olduğunu idrak etmeleri için bu sürenin yeterli olmadığını söylüyor.
Devletin tamamı 1979’dan bu yana devrimin esiri olarak yaşıyor. Ama asıl sorun, devriminin esiri olarak yaşaması bir yana kendisine can simidi uzatan herkesi görmezden geliyor olmasıdır. Sınırları dışından kendisine can simidi uzatanları görmezden gelirken, içeriden yapanları da dışlaması, hapsetmesi ve ev hapsinde tutmasıdır.
Bu devlet için zaman yetmişli yılların sonunda durmuştur. Bu tarihte durmuş olması yalnızca kendisini etkileseydi buna karışmayacak, kendisini ve sınırlarını ilgilendirdiğini söyleyebilirdik. Ancak sorun, İran’ın inatla kendisi gibi bölgesinin de bu tarihte yaşamasını, durmuş olduğu noktada durmasını istemesidir. Kendisi gibi son kullanma tarihi geçmiş fikirleri benimsemesini dilemesidir. Düşüncelerinin doğası böyle olduğu için çevresindeki bölgeyi zehirledi ve zehirlemeye devam ediyor. Kendisi ile birlikte bizim de, 40 yıldır içtiği ve içmeye devam ettiği ama susuzluğunu gideremediği, tam aksine susuzluğunu artıran aynı zehirli kuyudan içmemiz için ısrar ediyor.
Bu devlet, geçmişe sıkı sıkıya yapışmış ve ona bağlanmış. Bu devlet, bedeninin büyümesinden ve aklının körelmesinden mustarip. Bu devlet, devrimlerin ömürlerinin insanlar gibi doğum ve ergenlik evrelerinden geçtiğini ve sonrasında davranışları ve adımları netleştiği olgunluk aşamasına ulaştığını unutuyor. Devrimin çocukluk evresinde kalmasının ya da 40 yaşını aşarken hala ergenlik evresindeymiş gibi davranmasının mümkün olmadığı aklına gelmiyor. Bunun doğal olmadığını unutuyor.
Yaşamın evrelerinden çocukluk ve ergenlik dışında bir evreyi tanımayan devrim, sahipleri için bir yük olduğu kadar geleceğe geçiş yolunda da bir engeldir. Yaşamını sürdürmek için ihtiyaç duyduğu organlarında bir sorunla dünyaya gelen bir varlığa benzemektedir. Bu devrimin, komşulara ihraç edilmekten çok düzeltilmeye ve doğrultulmaya ihtiyacı vardır.
İran’dan istenilen artık devrim örtüsünden kurtulmasıdır. Çünkü bu, örtünmesi gereken devlet örtüsü değildir. Ondan, 1979 yılını önünde değil arkasında bıraktığı bir dönem olarak görmesi istenmektedir. Çünkü devrimler devleti idare edip, ona yol gösterip adımlarını kontrol etmezler, devletler devrimlerini özümser, ötesine geçip onları idare ederler.
Eğer Riyad, 1979’a karşı 2030’a sahip ise maç sonunda zafer kesin Riyad’ın olacaktır. Çünkü geçmiş geleceğe galip gelemez, devlet düşüncesi ile devrim mantığı arasındaki savaşın kazananı hep devlet düşüncesidir. Dünya ancak uluslararası toplum içerisindeki sorumluluklarını bilen ve bunları yerine getiren başkentlerle uyumlu olabilir.