Dört aydan daha kısa bir süre zarfında, koronavirüs salgını birçok insanın hayatına mal oldu, ekonomik ve sosyal yaşamda büyük bir yıkıma neden oldu. Bir kıyaslama yapacak olursak; 2017-2018 yıllarında 34 bin 800 kişi terör eylemlerine kurban gitti. Korona salgını ise dört aydan daha kısa bir sürede 104 binden daha fazla insanı öldürdü. Ekonomi alanında ise, 2008 krizinden daha hızlı bir çöküşün yaşandığı görüldü. Sosyal yaşam üzerindeki etkilerini sormayın bile, dünya nüfusunun üçte biri şu anda karantina altındadır. İnsanların hareketleri kısıtlanmış ve yaşam alanları daraltılmış durumdadır.
Korona salgını sonrasında dünyayı nelerin beklediği ve yaşam biçiminin nasıl olacağına dair tahminde bulunmak için henüz erken. Tabi ki salgın sonrasında hayat normale dönecektir, ancak insanların yaşam tarzlarında köklü değişiklikler görülecektir. Bu süreçte dijital teknolojiler, salgının ağırlığını biraz olsun hafifletti, insanlar gelişmiş iletişim araçları nedeniyle yalnızlıklarına tahammül edebildiler, dolayısıyla salgın sonrasında gelişmiş dijital teknolojilerin hayatımızda daha önemli bir rol üsteleneceğini öngörebiliriz. Ayrıca birçok ülkedeki sağlık otoriteleri, bu salgından gerekli dersleri çıkaracak ve gelecekteki salgınlara daha da hazırlıklı olacaktır. Çoğu ülke, sağlık sektörünün ihmal edilmesinin, topluma nasıl zararlar verebileceğini idrak etmiş durumdadır. Ekonomi ise, şüphesiz biraz uzun sürse de iyileşecek ve tekrar normal seyrine kavuşacaktır. Her ne kadar şu anda, salgının tam olarak ne zaman sona ereceğini ve ekonomide hangi boyutlarda tahribatlar yaptığını bilmiyor olsak da, nihayetinde çok uzak olmayan bir tarihte sonlanacaktır. Ekonomilerinin gücüne ve dayanıklılığına göre, ülkeler arasında bu krizin ekonomik etkileriyle baş etme hususunda farklılıklar olacaktır. Muhtemel değişim, yeni uluslararası düzen ve ülkeler arasında işbirliğinin mahiyetiyle ilişkili olacaktır.
Bazıları, şu anda yaşadığımız ‘küresel krizden’, herkesin daha az zararla kurtulabilmesi için uluslararası işbirliğin ve dayanışmanın artması gerektiğini düşünebilir ve bu haklı bir düşüncedir. Bununla birlikte, çoğu insan gibi, çoğu ülke de, güvenliklerini ve hayatta kalmalarını tehdit eden zorluklar ve korkularla karşı karşıya kaldığında, kendi güvenliklerini diğer ülkelerin güvenliğine önceler. Thomas Hobbes’in ‘doğa durumu’ kavramı (herkesin herkese karşı savaşı-güvensizliği), herkesin güvenliğini garanti eden üstün bir gücün yokluğunda, bağımsız devletler arasındaki bugünkü ilişki biçimini çağrıştırıyor. Şimdiye kadar yaklaşık seksen ülke, tıbbi ekipman ve malzemelerin ihracatına kısıtlamalar getirdi, kırka yakın ülke ise tamamen yasakladı. ABD Başkan Yardımcısı ve Donald Trump’ın ticari danışmanı Peter Navarro, birkaç gün önce düzenlediği basın toplantısında; “Korona salgını krizi, ABD’nin, ilaç, ekipman ve tıbbi malzeme konusunda ciddi bir şekilde dış tedarik zincirine bağımlı olduğunu ortaya çıkardı. Daha önce yaptığımız anlaşmalara rağmen, kriz yaşandığında ihtiyaçlarımızı bulamama tehlikesiyle karşılaştık’’ dedi.
Almanya İçişleri Bakanı Horst Seehofer, ABD'yi, Bangkok üzerinden Almanya'ya gönderilen 200 bin maskeye el koymakla suçladı. Seehofer, Almanya’nın söz konusu tutumu ‘modern korsanlık’ olarak nitelediğini ve müttefikler arasında böyle şeylerin yaşanmasının kabul edilemeyeceğini söyledi.
Avrupa Birliği’nin kendi içindeki durum da bundan çok farklı değil. Avro Bölgesi’ni paylaşan ülkeler ekonomik koşullarında ve mevcut krizin zorluklarıyla mücadele etme noktasında eşit değildir. Eğer üyeler arasındaki mali yükün paylaşılması için herhangi bir antlaşmaya varılmazsa AB’nin birlikteliği zedelenebilir ve hatta bölünmesi dahi gündeme gelebilir. İtalya Başbakanı Giuseppe Conte, mart ayında yaptığı açıklamada, Avrupa Birliği’nin yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını nedeniyle gerekli dayanışmayı göstermemesi durumunda, insanların birliğe olan inancının sarsılacağını ifade etmişti. Sırbistan devlet başkanı daha açık sözlüydü, “Avrupa dayanışması diye bir şey yok, bu zor zamanlarda bize yardım eden tek devlet Çin, diğerlerine ise, hiçbir şey yapmadıkları için teşekkür ediyorum’’ demişti.
Çin ise, salgının üstünü örtmeye çalışarak ve gerçek boyutlarını gizleyerek, hem Dünya Sağlık Örgütü'nü yanılttı, hem de diğer ülkelerin salgına karşı hazırlıklı olmasına mani oldu. ABD Başkanı Donald Trump son zamanlarda, Çin yanlısı olmakla itham ettiği Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) saldırılarının dozunu arttırdı. Trump’a göre WHO, bütçesinin büyük bir kısmı ABD tarafından karşılanmasına rağmen, Çin taraftarlığı yapıyor. Çin bu aralar, dünya ülkelerine gönderdiği tıbbi yardımlar ve salgınla başarılı bir şekilde mücadele ettiği yönünde yaptığı reklamlarla imajını toparlamaya çalışıyor. Öte yandan birçok gözlemci, Çin’in vaka sayılarını gizlediğini ve yeterince şeffaf olmadığını düşünüyor. Bununla birlikte, AB’nin kendi üyelerine gerekli desteği sunmadığı bu süreçte Çin, İtalya, Sırbistan gibi AB üyelerine, tıbbi ekipman, uzman ve ilaç desteği sağlıyor.
Mevcut salgının etkilerine karşı koymak için şimdiye kadar yapılan girişimlerin çoğu ulusal düzeyde olmuştur. Ancak bu, salgınla mücadelede uluslararası girişimlerin olmadığı anlamına gelmez. Nitekim Suudi Arabistan Krallığı'nın uluslararası işbirliğinin arttırılması yönündeki çabaları takdire şayandır. Suudi Arabistan G20 Liderler Zirvesi düzenleyerek, küresel ekonomik istikrar için 5 trilyon dolarlık bütçe oluşturulmasına önayak olmuştu. Şimdilerde de, enerji ve petrol piyasalarında istikrarın sağlanması için, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü OPEC ve OPEC dışı ülkeler arasında önemli bir toplantı organize etmektedir. Suudi Arabistan 10 Nisan’da G20 üyesi ülkelerin enerji bakanlarıyla, koronavirüsün ekonomiye etkilerini hafifletmek için olağanüstü toplantı gerçekleştirmek için de girişimde bulunmuştur.
ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger geçtiğimiz günlerde ‘Wall Street Journal’ tarafından yayınlanan makalesinde, mevcut kriz şartlarında, toplumun devlet kurumlarına olan güvenini sürdürmenin önemine vurgu yapmıştı. Bu güvenin sarsılması durumunda son derece olumsuz sonuçlarla karşılaşılabileceğini, nitekim vatandaşlık bilincinin, devlet kurumlarının krizlerle baş edebileceği ve istikrarı sağlayabileceğine olan güvenle ilişkili olduğuna değinmişti. Şüphesiz bu deneyimli diplomatın görüşleri doğrudur, ancak bu yargı sadece ulusal devletler değil ‘küresel sistem’ için de geçerlidir. Eğer uluslararası kurumlar başarısız olursa bu büyük bir felaket anlamına gelir. Dünya Sağlık örgütü bu krizi iyi yönetememiştir, Avrupa Birliği’nin de dayanışma noktasında başarısız olduğu görülmüştür. Salgının ardından etkileri daha da belirginleşecek olan ekonomik kriz süreci de iyi yönetilemezse, tüm üye ülkelerde sağ popülist akımlar yükselişe geçecektir. Zaten salgından önce de, göçmen karşıtlığı ve ırkçı politikaları benimseyen siyasi partiler ve örgütler yükselişteydi. Ulus devletler nezdinde, uluslararası kurumların meşruiyeti ve niyeti hususunda şimdiden ciddi şüpheler doğmaya başlamıştır.
Ulus devletlerin yanı sıra halkın, uluslararası ve bölgesel kurumların bu krizle başa çıkma ve zararlarını hafifletme kabiliyetine olan güveninin sarsılması, küresel çoğulculuk ve uluslararası işbirliğinin geleceği için olumsuz sonuçlar doğuracaktır. Bu pandeminin, hala başlangıç aşamasında ya da orta seviyede olduğu görülüyor. Salgın henüz birçok ülkede pik noktasına ulaşmış değil. Salgının henüz görülmemiş sonuçları nedir? Acaba her ulus bu salgınla bir başına mücadele etmeyi mi sürdürecektir? Yoksa devletler, sınır tanımayan salgınla ortak mücadelenin önemini kavrayacak mıdır? İşbirliği ve dayanışma kaçınılmazdır. Şu anda küresel anlamda kritik bir süreçten geçiyoruz, geleceğin ne getireceği hakkında kehanette bulunmak oldukça zor. Ancak edebiyatçı düşünür Emin Maluf’un, tarihin seyrini değiştiren olaylara işaret ettiği üzere, bu salgının da tarih defterinde önemli bir yer edineceği kesindir.
TT
Korona salgını gölgesinde, küresel çoğulculuk ve uluslararası işbirliği
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة