Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

İsrail, ilhak kararının tehlikesini idrak edecek mi?

İsrail, Filistin yönetiminin kendi kendine dağılmasını, aralarında ABD haricindeki daimi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) üyelerinin de bulunduğu birçok devlet, kurum, kuruluş, politik ve kültürel uluslararası örgüt tarafından Filistin halkının Devlet Başkanı sıfatıyla tanınan Mahmud Abbas’ın (Ebu Mazen) görevinden vazgeçmesini bekliyordu, hala da bekliyor.
Dolayısıyla bu konuda yalnızca düşünmek imkansız bir durum. Çünkü bu İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun beklentisi karşılamak ve defalarca söylediği gibi gerçekleştireceği ‘ilhak adımının’ ardından yapmaya çalıştığını sağlamaktır.
İsrail Başbakanı’nın defalarca söylediği gibi ilhak planının 7 Temmuz’da yürürlüğe gireceği biliniyor. ABD Başkanı Donald Trump’ın ‘Yüzyılın Anlaşması’ adını verdiği ve Filistinliler, Arap devletleri, dünya genelinde birçok ülke ve Avrupa’nın karşı çıktığı projede ulaşılmaya çalışılan ve onayı verilen de bu plandı.
Netanyahu ve radikal İsraillilerin zannettiğinin aksine Ebu Mazen, elbette ki Fetih Hareketi, Filistin Yönetimi, Filistin Kurtuluş Örgütü ve diğer gruplarla birlikte bu projeyi reddedip, “Baştan reddettik, bu plan kabul edilmeyecek ve tarih çöplüğündeki yerini alacak. Birleşmiş Milletler (BM) ve aralarında etkin ve aktif rol oynayan yani, Avrupa Birliği (AB) ülkeleri, Rusya, Çin, Afrika ve Latin Amerika ülkeleri gibi tarafsız devletlerin de bulunduğu dünya genelinde birçok ülke tarafından tanınan, arzu edilen ve yazılı olarak da ifade edilmiş olan Filistin Devleti’nin başkenti olacak olan Doğu Kudüs’ün olmadığı herhangi bir devleti asla kabul etmeyeceğiz” dedi.
Başkan Trump, Binyamin Netanyahu ve İsraillilerin büyük çoğunluğu, Filistinliler ve Katar hariç Arap çoğunluğun, Ulusal Yönetimin dağıtılması, Oslo Anlaşmalarından vazgeçilmesi, Filistinlileri kaos içinde bırakmayı ‘ilhaka’ verilecek en kötü cevap olarak görmelerini beklemiyordu. Bu, kesin ve net bir şekilde imkansız bir durum.
Kuvvetle muhtemeldir ki Trump, batısı ve doğusuyla Kudüs’ü İsrail’e ilhak etme ilhak etme ve başkent kabul etme planını açıkladığında Avrupa Birliği’nin ana ülkeleri de dahil olmak üzere dünyanın büyük bir kısmının karşında yer alacağını düşünmedi. 25 ülkeyi temsil eden bin 80 Avrupalı isim bu ‘ilhak’ planını kınayan bir dilekçe imzaladı. İmzalayanlar arasında 240 İngiliz temsilci de bulunuyor. Dahası, Fransa Parlamentosu, Senato temsilcileri ve Fransız sivil toplum kuruluşları, İsrail’e yaptırım uygulama talebinde bulundu.
Tam da burada şu soruyu sormak gerekiyor: Acaba İsrail, önümüzdeki günlerde bu ‘ilhak’ planını reddetmek için Binyamin Netanyahu'ya sunulacak olan tüm bu küresel taleplere boyun eğecek mi?
Cevap ise; hiç şüphesiz bazı İsrailliler, bu adımın sonuçlarından korkuyor. Bu kişiler, çocukları ve torunları, İsrail ordusunun mağlubiyete uğradığı ve Arapların hala 1967 savaşı zaferinin coşkusunu yaşadığı Onur (Kerameh) Savaşı’nı hatırlıyor. 
Batı Şeria’daki ‘yerleşim birimleri’, Ürdün Vadisi ve Ölü Deniz’in batısında belirtilen bu iki alan göz önüne alındığında İsraillilerin, Oslo ve Ürdün ile imzalanan Arava Vadisi anlaşmalarına rağmen bu ‘ilhak’ operasyonunu gerçekleştirmek istedikleri oldukça açık. Filistinlileri ciddi şekilde Batı Şeria'dan Ürdün Nehri'nin doğusuna itmeyi düşünüyorlar. Daima Filistinlilerin sayıca İsraillilerden fazla olmasından endişe duyuyorlar. 1948 Araplarının sayısı 1 milyon 300 bine ulaştı. Bu da kısa süre içerisinde İsrail’deki nüfus denkleminde kilit bir figür olacakları anlamına geliyor.
Yurt içindeki yani Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki Arapların sayısının 5 milyona ulaştığı biliniyor. Bu sayıya 1948 yılından bu yana işgal altındaki topraklarda bulunan Arapların sayısı da eklenecek olursa, toplam sayısı 7 milyona yaklaşacak. Bu da İsraillilerin daimi bir ‘kabus’ içinde yaşamalarına neden olacak. Yahudi sayısı ise daimi bir şekilde azalmaya devam ederken bu üç bölgedeki Arapların sayısı artış göstermeyi sürdürüyor. Bunun yanısıra bir de yurt dışındaki Filistinliler var. Bunların büyük çoğunluğu, hayır, hayır tamamı geri dönüş konusunda kararlı ve çocuklara tek vatanlarının Filistin olduğunu onun dışında vatanları olmadığını öretiyor.
Bu, İsraillilerin tamamının gece gündüzü bu konuyu düşündükleri anlamına geliyor. İsrail’in Binyamin Netanyahu tarafından uygulamaya konulan hedefi,  Batı Şeria’da bir Filistin Devleti kurulmasını engellemek ve orada bulunan halkı, 1948 ve 1967 yıllarında olduğu gibi daimi baskı ile parçalar halinde Ürdün’e göç etmeye zorlamak. Açıkçası Filistin halkının, İsrail’in bu girişimlerine gösterdiği direniş gerçek ve etkilidir. 1968’de Salt yaylaları ve Onur Savaşı’nda olanlardan daha fazlası yaşanacak. 1948 Arapları bölgesi, Gazze ve Barı Şeria’daki Filistinliler, vatanları konusundaki tarihi hakları ve topraklarına bağlı durumdalar. Bu nedenle sürgün süreci kesinlikle kolay olmayacak. Bunun yanısıra dünyanın büyük çoğunluğu yanlarında yer alıyor ve akıbetleri hakkında karar verme, Batı Şeria ve Gazze’de başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir devlet kurma haklarının varlığını destekliyor.
Şüphe yok ki bu bölge, özellikle de İran’ın dört Arap ülkesi; Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de demografik ve politik atılımlarda bulunması, Türkiye’nin Suriye’deki İdlib’in hakimiyetini kısmen ele geçirmesi, Libya ve Somali’de üsler kurması, Tunus’a uzanmaya çalışması, İsrail’in Golan tepelerini ilhak etmesi, ve şimdi ve tüm ciddiyetiyle Suriye'yi Ürdün'den ayırma ve Ürdün-Irak sınırlarına yaklaşmak için coğrafi olarak Süveyda ve Dera’ya ulaşma planlaması göz önünde bulundurulduğunda tehlikeli dönüşümler bekliyor.
Bu nedenle, sonuç olarak bu kaderi ve kritik meseleyle ilgili ‘ciddi’ endişe duyan Araplar, tüm bu güçlüklere tek bir Arap gücü ve birleşik bir Arap pozisyonu alarak göğüs germeli.
Ürdün Kralı 2. Abdullah’ın İsrail ve ABD’yi İsrail’in Batı Şeria’yı ilhak etmesi durumunda ülkesini barış süreci müzakerelerine katılmayacağını konusunda bilgilendirdiği biliniyor. Kuşkusuz, bu aşamada Arapların beklediği şey ‘başına gelenler’ arasında en tehlikeli olanıdır ve eğer işler bu yönde ilerlemeye devam ederse, bir sonraki daha tehlikeli olacaktır.