Racih Huri
Lübnanlı yazar
TT

Macron’un Beyrut Limanı’nda boğulan girişimi

Lübnan’ın reformcu ve kurtarıcı sıfatları verilen “görev” hükümetini kurmakla görevli Başbakan Mustafa Edib perşembe günü öğlen, göreviyle ilgili olarak Cumhurbaşkanı Mişel Avn ile üçüncü kez görüşmek için Baabda Sarayı’na yönelmeden önce, görevinden nihai olarak istifa etme niyetinde olduğuna dair açık ve net bir uyarı oluşturan kısa bir bildiri yayınladı.
Yeni hükümeti kurma sürecinin, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Hizbullah ve Emel Hareketi dahil bütün siyasi güç ve partilerle üzerinde anlaşmış olduğu gibi iki hafta ile sınırlandırıldığı ve bu sürenin salı günü sona erdiğini biliniyor. Ancak, bu süre Paris’in de onayı ile 48 saat uzatıldı. Bunun nedeni, Başbakan Edib’in yeni hükümetin “reform misyonu” kavramını tamamen yok eden bir dizi engelle yüz yüze gelmesi ve siyasi kotaya ilişkin şart koşmaların, bakanlıkların dağılımı ve hükümetin büyüklüğüne ilişkin komplikasyonların geri dönmesiydi. Oysa ziyareti sırasında Macron, Lübnanlı politikacıların belirli bir reform programına sahip bir “reform misyonlu” hükümet kurmaya yönelmemeleri durumunda, bir dizi yaptırımlara maruz kalmalarının yanı sıra Lübnan’ın tamamen çökmesini engelleyecek gerekli tüm yardımlardan mahrum kalacağını açıklamıştı.
Perşembe öğleden sonra Edib, Şii ikilisi Hizbullah ve Emel Hareketi’nin temsilcileri ile gerçekleştirdiği toplantının ardından Cumhurbaşkanı Avn ile görüşmeye gitmeden önce, iki hafta boyunca sessiz kalmaya ve açıklama yapmamaya özen gösterdikten sonra ilk kez bir bildiri yayınladı. Bu bildiride, pratikte istifa etme niyetinde olduğu açıkça görülüyordu. Nitekim bildiride yer alan şu ifadeler de bunun ispatıdır: “Lübnanlı siyasi güçlerin büyük bir bölümü arasındaki uzlaşı sonucu bana verilen görev, reformları hemen uygulamaya başlamaya hazırlık olarak rekor bir sürede bağımsız bir uzmanlar hükümeti kurmaktı. Bu esasa dayanarak amaç, ne bu sürecin tekelleştirilmesi ne de Lübnanlı siyasi oluşumlardan birini hedef almaktı. Aksine uzmanlardan oluşan bir hükümet seçeneğiydi. Bunun dışında bir öneri kaçınılmaz olarak yeni hükümete yönelik yeni bir yaklaşım anlamına geldiği için bana verilen görevin içeriğiyle uyuşmuyor.”
Mustafa Edip Baabda Sarayı’na yönelmeden önce Hizbullah hızlı davranarak, hükümette kendisini temsil edecek bakanların birileri tarafından seçilmesini ve bu birilerinin maliye bakanlığının Şiilere verilmesini engellemesini kesinlikle reddettiğine dair bir bildiri yayınladı. Avn ile görüşmesinden hemen sonra yaptığı açıklamada Edip, ne istifa ne de geri çekilmekten bahsetmeyip, istişareler için mühletin bir kez daha uzatılacağını ifade etti.
Paris’in, Macron’un girişiminin başarılı olması için son bir fırsat daha verdiğinin yayılmasından sonra böyle bir gelişme yaşanacağı tahmin ediliyordu. Zira söz konusu girişimin parçalara ayrılması ve çökmesi, Macron’un bütün Lübnanlı siyasi güçlerle iki kez görüştüğü kurtarıcı girişimle ilgili verilen sözlerin yerine getirilmemesi durumunda bizzat uygulamakla tehdit ettiği bir dizi yeni yaptırımın kapısını aralayacak.
ABD daha önce yaptırım tehdidini tırmandırarak, çok sayıda Lübnanlı politikacıya en üst düzeyde, geniş ve sert bir yaptırımlar yelpazesi uygulayacağını belirtmişti. ABD’nin kendilerine yaptırım uyguladığı eski bakanlardan Emel Hareketi’ne bağlı Hasan Halil ile Marada Hareketi’nden Yusuf Fenyanus’a (ikisi de 8 Mart Bloğu’ndan) ilaveten bu yaptırım yelpazesi yeni isimleri kapsayacak.
Macron'un girişiminin Lübnan'ı çöküşten kurtarmada başarılı olacağı ne açık ve net ne de beklendik. Boğucu finansal, ekonomik ve geçim krizine eklenen siyasi engeller ve komplikasyonlar bağlamında, Macron’un Beyrut’ta bulunduğu sırada Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian’ın yaptığı açıklama kaçınılmaz bir sona dönüşüyor: “Lübnan, ciddi ve derinlemesine bir reform sürecine girişmezse yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir”. Macron’un Beyrut’taki temasları bu sürecin önceliklerini tamamen belirlemişti.
Limanda patlayan yanardağın neden olduğu dehşet ve Beyrut’u vuran felaketin büyüklüğü, yozlaşmış siyasi sistemin ilk başta Fransız girişimini kabul etmesine yardımcı olan bir faktördü. Ülke, açlık ve tam bir çöküşle karşı karşıya bulunuyor ve ortada her türlü kanlı baskı eylemlerinin sona erdiremediği geniş çaplı bir halk devrimi var. Ne var ki bu sistem, kendisini toparlayacak ve başta kabul etmesine rağmen “reform” misyonlu hükümetin girişeceği kurtarma sürecine hiçbir zaman teslim olmayacaktır. Çünkü reformun, onun kökünden sökülüp atılması, rolünün sona ermesi hatta belki de daha sonra kendisinden hesap sorulması anlamına geldiğini çok iyi biliyor.
Böylece Macron ülkeden ayrılır ayrılmaz, herkes başlangıç karesine geri döndü. Görev hükümetini kurma süreci kota tartışmaları, şart koşmalar ve talepler duvarına tosladı. İlginç olan, ABD’nin yaptırım iması ışığında, hemen sona eren ve oy çoğunluğuyla Edib’in hükümeti kurmakla görevlendirildiği bağlayıcı meclis istişarelerini yürüten Cumhurbaşkanı Avn’ın bir hafta sonra yeniden şaşırtıcı bir teoriyi gündeme getirmesiydi. Bu teori, sorunları çözmek amacıyla meclis grupları ile istişarelerde bulunmak. Fakat ironik bir şekilde bu önerisiyle bahsettiği komplikasyonların çoğalmış olduğu ortaya çıktı.
Böylelikle, sonunda Mustafa Edib’in misyonunu ve Macron’un girişimini ortadan kaldıracak ve Lübnan’ı iki türlü yaptırımlarla karşı karşıya bırakacak engeller ve şartlar üst üste birikmeye başladı. Söz konusu yaptırımlar hem ABD hem de Fransa tarafından Lübnanlı politikacılara uygulanacak. Ama olası yardım kapılarının kapanması ile ölümcül bedeli Lübnan halkı ödeyecek.
Bu engel ve şartların ilki; Şii İkilisinin (Hizbullah ve Emel) anayasa ve tüzükte yer aldığını söyleyerek maliye bakanlığının kendilerine verilmesinde diretmeleridir. Oysa ne anayasa ne de tüzükte böyle bir madde yok hatta “örfi” olarak adlandırılabilecek uygulamalarda bile bulunmuyor. Nitekim daha önceki hükümetlerde görev yapan Sünni veya Hristiyan maliye bakanlarının varlığı bunun kanıtıdır. Peki, bu ısrar, Taif Anlaşması’nın öngördüğü eşitlik yerine “üçte bir” kuralı için uydurulmuş bir temeli pekiştirme çabası değilse nedir? Bu noktada maliye bakanlığının Şiilerin payı olduğu ısrarının, Doha Anlaşması’nın dayattığı saçmalıklardan biri olduğunu söyleyebiliriz. Bu saçmalıklardan biri de bilindiği gibi yürütme organının işleyişini felç eden “üçte bir engeli” kuralıydı.
İkincisi; 14 bakandan oluşan uzman bir kabine üzerinde anlaşılmışken Cumhurbaşkanı Avn şimdi 24 bakandan oluşan bir kabinede ısrar ediyor. Bunun örtük bir amacı var, o da kendisi ve müttefiklerinin lehine olan “üçte bir engeli” kuralını korumak.
Üçüncüsü; Cumhurbaşkanı Avn’ın onayı, dolambaçlı bir şekilde maliye bakanlığının Şii İkilisine verilmesine bağlanıyor. Bu da maliye bakanlığının kime verileceğini tartışmayı bile reddeden Şiilerle birlikte hükümetin kuruluşunun önündeki engelleri çoğaltıyor.
Dördüncüsü ve en garip olanı, partisel ve siyasi sistemin, siyasi vesayetten uzak ve bağımsız uzmanlardan oluşması gereken reform misyonlu hükümet girişimini bir kenara bırakıp bakanlıklar  ve kotalar için yine birbirleriyle çekişmeleridir. Bu, Macron’un girişimini de limanın enkazı altına gömdükleri anlamına geliyor.
Bundan sonra ne olacak?
Herhangi bir gerçek reform süreci, yolsuzluk sisteminin kökünden sökülmesiyle sona erecektir. Avrupalı gazetelerde yer alan haberlere göre yağma ve hırsızlıkların boyutunun 300 milyar doları aştığı bir ülkede, Fransa’nın verdiği son mühletin de sona ermesiyle bozuk ve yıpranmış sistemin çoğunu etkileyecek acı yaptırımlar bir yana Lübnan’ın bir yok oluş sürecine girmesi şaşırtıcı olmayacaktır.
Ancak Lübnan aynı zamanda açlıkla boğuşuyor. Açlık, kaos yaratan asayişsizliği yaratır. Kaos ise, Lübnanlıların sonunda yeni bir iç savaş olduğunu çok iyi bildikleri nefret edilesi bir yoldur. Durumu ve trajik aşamalarıyla bölgesel gelişmeler ve (ABD seçimleri arifesinde baskı aracı olarak kullanılan) ABD ile İran arasındaki çatışmadan bağımsız olarak Lübnan, limanının başına geldiği gibi tam bir yıkıma sürüklenebilir.