Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

İran’da rejimin beklentileri

Dünyanın Filistin'deki gelişmelerle ve 11 gün boyunca devam eden silahlı çatışmayla meşgul olduğu bir dönemde, İran İslam Cumhuriyeti'nin devreye gireceği kesindi. Gazze'deki Filistinli ekibin silahlanmasındaki katkısı ne şaşırtıcı ne de yeni değil, çünkü bu, Hamas liderleri tarafından alenen açıklandı. Dikkat çekici olan, ateşkes sonrası gelen açıklamalar, özellikle de Kudüs Tugayı Komutanı İsmail Kaani'ye atfedilen şu sözler: “Filistinliler, İsrail'in çöküşünden sonra ülkelerine yönetmeye hazırlanmalılar”, keza “Filistinliler, İsrail tesislerini yerle bir edebilirlerdi ama yapmadılar, çünkü çok geçmeden bu tesisleri kullanmaya ihtiyaçları olacak.” Benzeri açıklamalar çok, ancak hepsi de “sahayı bir aldatma ve illüzyon serabıyla doldurmayı” amaçlayan garip algıya hizmet ediyorlar. Bu algı, fazla umutlu olanların umutlarını yükseltebilir ama aynı zamanda herhangi bir insani çatışmayı anlamak için gereken gerçekçi okumadan uzak.
Kaani ve ekolü, birlikte çalıştığı rejimi küçümseyen sayın Cevad Zarif’in sızdırılan açıklamalarında atıfta bulunduğu gibi Tahran’da var olan “kutsal bilgisizliğin” temsilcisi. Kutsal bilgisizliği teşvik eden derin devlet, din adamları veya bazılarının orduyla ittifakına dayanıyor. Bugün Tahran’ın askeri komuta kademesi, genellikle bütünleştirici eğitim kurumlarının ürettiği klasik askeri okuldan değil, çoğunluğu askerliği sahada öğrenmiş milis liderlerden oluşuyor. Terfi kriterleri de liyakate değil kimin daha radikal olduğuna tabi. Bu komutanların etkinliklerini küçümsemiyorum ama gerçekliği algı ve ideolojiden ayırma yeteneklerinden şüpheliyim. Modern ve çağdaş tarih, bizi yıkıma yol açan bu tür yanlış okumalara dair birçok örnekle destekliyor. Bu okuma bizimle kalacak ve bu ayın 18'inde düzenlenecek İran Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra “bir şeylerin değişmesi” ne umut edilebilir ne de mantıklı. Aslında “seçimler” diyerek bu terimin anlamının dışında bir şeyi kastediyorum, zira yaşanacaklar bildiğimiz anlamda bir seçimden ziyade bir “tercih ve seçim” karışımı. Kararı veren, İran’ın iç durumu ve komşuları ile ilişkileriyle ilgili algısını uygulamaya devam edecek derin devlettir. Bu durumda, olasılıklar bizi nereye götürüyor?
ABD ile ilişkiler; Sayın Joe Biden yönetiminin "önce nükleer anlaşma" denklemi üzerinden ilerlediği konusunda kimsenin şüphesi yok ve bu çoğunlukla Tahran'ın bildikleriyle tutarlı. ABD yönetimi, balistik füzelerin ve İran'ın çevresine dönük müdahalelerinin tehlikelerini inkâr etmiyor, ancak aynı zamanda nükleer olmayan bir İran ile "füze ​​ve müdahale" dosyalarını müzakere etmenin nükleer bir İran ile müzakere etmekten daha kolay olduğuna inanıyor. Şimdiye kadar açıklanan bu, İran da bunu biliyor ve bir yandan bunu taktiksel olarak değerlendirirken, diğer yandan farklı sahalardaki kolları aracılığıyla çatışmasını tırmandırıyor. Son Gazze savaşı da bir istisna değil.
Komşu ülkelerde var olmak: İran'a bağlı güçlerin komşulara (Suriye, Irak, Lübnan, Yemen) nüfuz etmesini sağlayan “zorba komşuluk” politikasının 20 yılı aşkın tecrübesinden sonra, bu politikanın etkili olabileceği ve endişelendirebileceği, ancak yönetemeyeceği, yani devrimi ihraç etme projesi ile tasavvur ettiği gibi “Velayet-i Fakih rejimini dayatamayacağı” ortaya çıktı. Bilakis, çeşitli derecelerdeki bu müdahalenin nihai sonucu, müdahale edilen devletin içeriden dinamitlenmesi oldu. Suriye’de devlet artık tüm toprakları üzerinde kontrole sahip değil, Lübnan korkunç bir ekonomik çöküşe batmış durumda, Irak ve Yemen krizde. Tahran, İran halkı pahasına bu ülkelerdeki kollarını finansal olarak batmaktan koruma yükümlülüğünü yerine getirmeye devam ediyor. Öte yandan, bazı tecrübelerinin başarısızlığı gün yüzüne çıkmaya başladı. Söz gelimi Irak’ta kendisine karşı bir direniş ruhu var. Tahran'ın desteklediği Irak güçlerinin onun çizgisinde ilerlemeye devam etmeleri gerektiği, aksi takdirde İran’ın alternatif gruplar oluşturmayı düşüneceği netleşti. Tahran, müdahalede bulunduğu ülkeleri kontrol edememe başarısızlığını “çevremde zayıf ülkelerin olması bana karşı olabilecek sağlıklı ülkelerden daha iyidir” gerekçesi ile haklı gösteremez. Bu, diğer alternatif için de geçerli. Tahran, engelleyebilir, rahatsız edebilir, ancak yönetemez. Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de uzaktan ne kadar parlak görünse de uzun vadede hakim İran modelini kabul etmeyen bir ulusal bilinç bulunuyor.
İç istikrar: yaklaşan seçimler için aday olan bazı isimlerin tasfiye edilmesi ve tekrarlanan hadiseler hakkında Tahran'da yazılanlar, İran'ın iç kesimlerinde endişelerin arttığını, mevcut ekonomik, sosyal ve politik koşullardan duyulan “rahatsızlığın öfkeye” dönüştüğünü gösteriyor. Adayların başvurularının reddedilerek tasfiye edilmeleri ve bunun sonucunda seçim sonuçlarının bir nevi önceden belli olmasından sonra İran içinde eleştiriler patlak verdi. Adaylığı kabul edilmeyenler arasında tüm savaşlarında rejime büyük hizmetler sunanlar da var. Öyle ki eski bir kültür bakanı web sitesinde cumhuriyetin sonunun geldiğini öngördü. Artık talep edilen rejime bağlılık değil, ülkeyi yöneten küçük gruba bağlılık. Bu, liderlikten gelen direktifte de doğrulandı. Buna göre, zaten “zamanla sınırlı” olan seçim tartışmalarında kırmızı çizgilerden, kararlarının yetkili ve karşı çıkılamayacak güçlerden destek aldığı hatırlatılarak Dini Lider ve Velayet-i Fakihi eleştirmeye yaklaşmaktan kaçınılması istendi. Meydana gelen görüş ayrılığının seçim kampanyası sırasında ve sonrasında derin bir anlaşmazlığa dönüşmesi olası. Mahmud Ahmedinejad'ın Haziran 2009'da ikinci kez seçilmesinden sonra patlak veren ve “Fars Baharı” olarak adlandırılan Yeşil Devrim'i bir kez daha hatırlatabilir!
Dengesizliğin düzeltilmesi: bu değişen faktörler göz önüne alındığında, İran rejiminin bu stratejik çarpıklığının düzelmesinin imkânı yok gibi görünüyor. Aksine İran rejimi, ABD’nin sıcak noktalarda anlamlı bir projeye katılma arzusunun gerilemesi, büyük ve orta güçlerin ganimet iştahıyla ilerlemesiyle birlikte, Ortadoğu'nun geniş kesimlerine hayal satarak ve radikallerin kontrolünü sıkılaştırarak daha vahşi hale gelebilir. Bu senaryo karşısında, Arap evinin güçlüleri tarafından restore edilmesinden başka bir seçenek yok ve nitekim bir taraftan kusurların sızmasını durdurma, diğer taraftan mümkün olduğunca onları geri püskürtme çabasına dair müjdeleyici emareler görülüyor.
Son olarak: İran Devrim Muhafızları'nın Gazze'deki vesayetinin varlığı, Mısır ulusal güvenliğine doğrudan bir tehdit ve Hamas’ın ittifak türlerine yönelik sınırlı ve dar görüşlü bir okumasıdır. Bu vesayet güçlenirse, Hizbullah'ın Yemen'de yaptığı gibi çevreye yönelecektir!