Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Vatandaşlığa giden zor yol!

Bizi engebeli bir yola soksa bile bazı varsayımlarımızı cesurca yeniden düşünmemiz gerekiyor. Arap siyasi ve kültürel alanlarındaki muğlak entelektüel konulardan biri “millet” ve “halk” arasında ayrım yapılmamasıdır.  Ulus, insan topluluklarının zaman içindeki görüntüsüdür. Halk ise insan topluluklarının bir mekandaki görüntüsüdür. Uluslararası toplum, metinler ve uygulamalar aracılığıyla halkı vatan denilen bulunduğu coğrafya üzerinden tanımlamak üzere gelişmiştir. Bunlara halk denilir ama millet denilmez. Çünkü millet zaman ile alakalı bir kavramdır ve zaman da tamamen değişmiştir. Bu nedenle modern Arap siyasi düşüncesi bir ikilem içindedir ve kimse bundan nasıl çıkacağını bilmiyor. Bu karışıklık çok sayıda kriz üretti ve üretmeye de devam ediyor. İkinci dünya savaşının sona ermesiyle birlikte ülkeler genelindeki milliyetçi hareketler tüm dünyada sona ermiş ve dünya nefes almıştır. Bu durum, bu fikirlerden kurtulmanın başlangıcı olmuştur. Enternasyonal fikirler de sosyalist kamptaki hareketlerin otorite ile karşı karşıya kaldığı çatışmalarla muhatap olmuş ve merkezi otoritenin baskısı altında hayatta kalamamıştır. Bu ise sonunda Sovyetler Birliği’nin çöküşüne ve enternasyonal fikri kademeli olarak terk etmesine yol açmıştır.
Araplar, milliyetçilik ve aynı zamanda enternasyonalist fikirleri yanlış zamanda benimsediler. Bu fikirler, Birinci Dünya Savaşı ile onlara yapıştı ve hala peşlerini bırakmıyor. Bu iki sebepten kaynaklandı; birincisi, Batı’daki milliyetçi düşüncenin taklidi, ikincisi, siyasi güçlerinin uzun zamandır doğru yolda olduklarını düşündükleri Osmanlı Hilafetinin düşmesi. Ancak gözlerindeki perdeyi kaldıranlar için sonuç netleşti. Arap milliyetçiliği, farklı tatlarıyla (Baas, Nasıriye ve diğerleri) sahiplerinin umduğu başarıya ulaşamadı. Bu başarısızlık irade eksikliği sebebiyle değil aksine bu tarihi fikrin hatalı olması sebebiyle geldi. Enternasyonalizm (Müslüman Kardeşler) veya İran’daki yönetici seçkinler tarafından desteklenen en son formül (mezhepsel birlik), halkların karşılaştığı sorunlara gerçekçi çözümler sunmaya muktedir değil. Çünkü bunlar, bu çağda hayali ve gerçek olmayan bir ulus imajı ile vatan denilen tek bir coğrafi noktada tek bir bayrağa bağlı grupların taleplerini ve umutlarını ayırt edemezler. Bu iki fikrin de dönemin ve tarihin akışı dışında kaldığını fark edemiyorlar ve bu da yaşanan kafa karışıklığını artırıyor. Egemen seçkinler, ulusal devletin modern yasaları temelinde güvenli bir statü sağlayan ve onun etnik, dini, mezhepsel, aşiretsel ve etnik bileşenlerini kaynaştırmak için ciddi bir çalışma gerektiren kurumlar inşa etmenin önemine dikkat etmediler. Sloganları “ulusal” ve “uluslararası” arasında karıştı. Modern kurumlar ve rasyonel bir sistem inşa ederek ulusal kimliğin dozunun artırılması hakkından kaçtılar. Bu kavramsal muğlaklık, çoğu inkâr ve gerçeklik üzerine atlama kültürü olan egemen kültürdeki yoğun tortulaşmanın sonucudur.
Bu karışık nedenlerden dolayı Arap halklarının özgürlükleri ve kalkınmaları pahalıya mal oldu. Sayısını çoğaltabiliriz ancak birkaç örnek vermek gerekirse bu karışıklık olmasaydı Sudan, topraklarının yarısını ve tüm servetini kaybetmezdi. Aynı şekilde Libya (Kaddafi), Libya’nın güneyindeki çöllerde “Afrika krallarının kralı” olmak için maceracı bir harekete para saçarak tüm servetini harcamış olmazdı. Basit akılları karıştıran “Arap Milliyetçiliğinin Emini” sıfatının iflas etmesinden sonra, mesele bugün Libya’nın parçalanmasıyla sona erdi.  Aynı senaryo, “ölümsüz mesajı olan tek bir Arap ulusu” fikirleri ve kendisini BM üyesi olan komşu bir Arap ülkesini işgal etmeye sevk eden Saddam Hüseyin için de geçerlidir. Çünkü o da Arap birliğini kurmayı hedefliyordu. O zaman Müslüman Kardeşler’in seçkinleri, başlangıcı milliyetçilik olan enternasyonalizm fikrinin öncülüğünde Saddam’ın yaptığı işi tebrik etmeye koyuldular. Daha sonra Hüseyin Turabi’nin dediği “İslam Ulusunu” kurmanın yolunun bu olduğunu söylediler. Lübnan’daki Suriye Baas rejiminin hikayesine gelince, onun fasılları hala önümüzde yaşanmaya devam ediyor.
Bu zorlu süreçleri takip edenler, günümüz Arap Ortadoğu’sunun iktidardaki insanları ve onların benimsediği ulusal veya uluslararası fikirlerin tarihte bu bölgeye etkileri hakkında çok şey anlatabilir. Bu modası geçmiş, çağ dışı fikirler yüzünden birçok ülkenin başına yıkım, cinayet ve iflas gibi felaketler geldi. Tarif ettiğimiz bu hastalık, bugün İran rejiminin bölgeye yayılmış kolları tarafından uygulanmaktadır. İran, bölge halklarını vatanlarını aşağılamaya, kendisine tabi olmaya ve diğer ulusal bileşenlerle silahlı ve siyasi çatışmalara girmeye zorluyor. Hayal mahsulü bir serap olan bu amaç uğrunda para harcıyor ve silah temin ediyor. Ancak buna ulaşması imkânsız. Bugün Lübnan’da, Yemen’de ve Irak’ta olduğu gibi halklar açlık ve ölüm noktasına kadar yüksek bedeller ödüyorlar. Bu senaryoya ek olarak, ulusal veya Arap arenalarındaki her türlü çatlak ve anlaşmazlıktan yararlanılarak bunun genişletilmesi amaçlanıyor.
Felaketin sonuçlarını eleştirmekle vakit kaybetmeden bu kavramların üstesinden gelmek veya değiştirmek, çok sayıda segmentte kök saldıkları için o kadar da kolay değil. Okullarımızın öğrencilere öğrettiği ve ezberlettiği herhangi bir müfredata göz attığınızda, müfredatların çoğunda bu kavramların işgal edildiğini ve karıştırıldığını, ulusal sadakatin yerel, bölgesel ve hatta ırklar arasında dağıldığını göreceksiniz. Belki de içinde bulunduğumuz bu açmazın çıkışı, kültürel alanlardaki bu kavramları değiştirmeye açık olmakla mümkündür.
Değişimin ilk adımı, çoğu zaman mevcut otoritelerin baktığı son yer olan modern devleti kucaklayan yere bakmak ve kapsamlı bir ulusal kimliğin oluşumunu incelemektir. Bu “totaliter” fikirlerin büyümesi ve yayılması için bugüne kadar verimli bir zemin sağlayan eğitim müfredatı olarak bilinen araçlar da var. Müfredat denilince ders kitaplarında yazılanları kastetmiyorum. Müfredat dediğim eğitim ve terbiyedir. Günümüzde cami minberi, televizyon ekranı ve sosyal medya hastalıklı ve zararlı kişilerle dolu. Bu kavramlara eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşanların arasında bir diyalogun kurulması ne kadar umut verici olur. Çünkü bunda bölge halkları için büyük bir maslahat vardır.
Son söz: Ülkelerin, karşılıklı yararları en üst düzeye çıkarmak için birbirleriyle işbirliği yapmaları doğaldır. Bir ülkeyi işgal ederek kendi toprağına katmak ise ancak direnç üretir.