Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Bilim Adamları Paneli'nin altıncı raporu, ağustos ayının ilk haftasında yayınlandı. Bilim adamları komitesi 14 bin bilimsel makaleyi inceledi ve sonuçların "kesin" olduğu sonucuna vardı. Raporun önemi, yayınlanmasının, bazı bölgelerde şahit olunan yıkıcı yangınlar, seller ve her yaz kaydedilen rekor sıcaklıklarla aynı zamana denk gelmesinde yatıyor. Ancak tüm değişken ve yıkıcı iklimsel ve doğal gelişmelere rağmen, raporun zamanlaması büyük ölçüde önümüzdeki kasım ayında Glasgow'da düzenlenecek olan ve COP26 diye isimlendirilen BM İklim Değişikliği Konferansı ile bağlantılı. Uluslararası Enerji Ajansı'nın 2050 yılına kadar sıfır emisyona ulaşma yol haritasına ilişkin birkaç hafta önce yayınladığının ardından gelen bu rapor, Glasgow Konferansı’nın ikinci önemli belgesini oluşturacak. İki rapor, Paris İklim Konferansı kararlarının yükseltilmesi ve ülkelerin taahhütlerine bağlılıklarını vurgulamaları için bir baskı kampanyası oluşturuyor.
Rapor, ilk olarak iklim değişiklikleri ve sıcaklık artışlarını “insan faaliyetine” bağlıyor ve bu faaliyetlerin sonucu olduğunu belirtiyor. Diğer bir deyişle bu değişkenliklerin ve gelişmelerin, petrol ve hidrokarbon kaynaklarının yoğun kullanımının doğrudan bir sonucu olduğunu söylüyor. İkincisi, komite ilk kez, metan emisyonlarının iklim değişikliği üzerindeki etkisi konusunda uyardı. Bu da karbon dışında salınan başka zararlı gazlar da olduğu anlamına geliyor. Metan, küresel ısınma üzerinde karbondioksitten 85 kat daha etkili. Bilimsel rapor ayrıca 2019-2020 yıllarında hava sıcaklığında artışa neden olan emisyonların yaklaşık yarısını metan gazının oluşturduğunu belirtti. Üçüncüsü, büyük ve azalmayan yıllık orman yangınları, ormanların karbondioksiti emme rolünü olumsuz etkiliyor ve ağaçların oksijen salınımını azaltıyor. Bu da iklim krizini şiddetlendiriyor. Dördüncüsü, alçak adalar başta olmak üzere 1,30-2,0 santigrat derecelik bir sıcaklık artışının tehlikelerine karşı korumasız bölgeler ile Kuzey Kutbu ve Güney Kutbu’ndaki buz dağlarının erimesiyle acilen ilgilenilmesi gerekiyor.
Büyük enerji şirketleri karbondioksit emisyonlarını azaltmaya çalışıyorlar. Bunun için kullanılan teknoloji de karbondioksit geri dönüşümü. Bu teknoloji ile üretilen petrolün içindeki karbondioksit ayrıştırılıyor ve daha sonra petrol geri kazanım sürecinde kullanılmak üzere boş kuyularda depolanıyor. Pipeline and Gas Journal dergisine göre ABD'de bu alanda çalışan ve bu teknolojiyi kullanan yaklaşık 28 tesis var. Bunlardan 22 tanesi, petrol geri kazanım sürecinde yardımcı olması için karbondioksiti yeniden kullanma konusunda uzmanlaşmış. Bu teknoloji, petrol ve doğalgaz üretmeye (ancak sıfır emisyon veya minimum emisyon ile) devam edebilmek için kademeli olarak geliştiriliyor.
Burada sorulması gereken soru şu: Glasgow Konferansı’ndan önceki bu baskı neden? Şu ana kadar genişleyen ve artan petrol tüketimini karşılayacak yeterli alternatif bulunmadığı açık. Oysa enerji sektöründen kaynaklanan emisyonlar, tüm karbondioksit emisyonlarının yaklaşık dörtte üçünü oluşturuyor. Elbette Paris Anlaşması'nın hedefi, şimdi değil de 2050 yılına kadar sıfır emisyon hedefine ulaşmak. Ancak pratikte bu, 2050'ye yani son dakikaya kadar beklemeden, bu 10 yıldan başlayarak alternatif enerji türleri kullanımının yerleşmesini sağlamak demek. Nitekim birçok ülkede, bilimsel gelişmelerin yanı sıra enerji sektöründe temiz alternatiflerin kullanımının yerleşmesi için kanun ve yönetmelikler yürürlüğe sokuldu.
Halen cevap bekleyen önemli sorular var: Yenilenebilir enerjiler aşamasında petrol ve doğalgazın rolü ne olacak? Küresel petrol sektörüne yapılan trilyonlarca yatırım nasıl ele alınacak? Bilhassa, "karbondioksit geri dönüşümü" teknolojisinin başarılı olması durumunda petrol endüstrisinin durumu nasıl şekillenecek? Bu sorular başka sorular gündeme getiriyor: İklim değişikliği için yürütülen küresel kampanyanın hedefinde petrol mi yoksa emisyonlar mı var? Emisyonlara karşıysa, sıfır emisyonlu petrol neden yeni enerji aşamasında rol oynamasın ve sürdürülebilir enerjilerle pazar ve fiyatta rekabet etmesin? Bu elbette petrol için daha küçük bir pazar anlamına gelecektir. Ancak tarihsel olarak endüstriyel gelişme hep bu seyirde olmuştur. Eskileriyle rekabet eden yeni kaynaklar ortaya çıktıkça eski ve yeni belirli bir süre için rekabet eder ve sonunda, bilimsel gelişme ve piyasa (talep ve fiyatlar) birini diğerine tercih etmeye karar verir.
Bazı petrol üreticisi ülkeler, özellikle de Suudi Arabistan, Uluslararası Enerji Ajansı'nın birkaç hafta önce yayınladığı 2050 yılına kadar sıfır emisyona ulaşma konusundaki tavsiyelerinin gerçekleşme olasılığını sorguladı. Avrupa'nın en büyük petrol ve doğalgaz üreticisi Norveç de Suudi Arabistan'ın pozisyonunu paylaştı. Bunun yanında Norveç, dünyadaki diğer petrol ülkeleri gibi petrol ve doğalgaz kapasitesini geliştiriyor. Norveç'in petrol geliri, 1,3 trilyon dolarlık (dünyada en büyük) varlığa sahip olan Egemen Varlık Fonu’nun ana kaynağı. Norveç, şu an yollarında dünyanın en fazla sayıda elektrikli otomobili kullanıldığı için enerjide seçkin bir rol de oynuyor. Yine Norveç, bir petrol ülkesi olması ama aynı zamanda çevresel iyileştirme ve sürdürülebilir enerjiler alanında öncü, keza Uluslararası Enerji Ajansı'na üye bir Avrupa ülkesi olması nedeniyle seçkin bir rol oynuyor.
Norveç Enerji Bakanı Tina Bru geçtiğimiz günlerde “Hükümetin petrol politikasının ana hedefi petrol ve doğalgaz endüstrisinde uzun vadeli bir perspektifte kârlı üretimi kolaylaştırmaktır. Ülkemizin politikası budur” açıklamasını yaptı. Norveç petrol politikası, Kuzey Denizi'ndeki üretimde "karbon nötralizasyonunu” içeriyor. Aynı zamanda açık denizde rüzgar enerjisi üretimini, hidrojen endüstrisini geliştirmeyi ve Paris İklim Anlaşması’na bağlı kalmayı teşvik ediyor. Tüm bu taahhütlerin anlamı nedir? Açık olan şu ki Norveç "karbon nötralizasyonu" yoluyla petrol politikasını sürdürüyor ve Paris Anlaşması'na petrol endüstrisini daraltarak değil, fosil yakıtlardan kaynaklanan emisyonları azaltarak bağlı kalacak.
İklim değişikliği politikalarının karşı karşıya olduğu başka bir zorluk daha var. O da bu politikaların başarılı olması için evrensel olarak yaygınlaştırılması gerektiği. Üçüncü dünya ülkeleri, emisyonları nötralize edecek yatırımları temin etmekte zorlanıyorlar. Afrika Rafinerileri ve Ürün Dağıtım Örgütü'ne göre Afrika ülkelerinin rafinerilerinden kaynaklanan emisyonları sıfırlamak için 15,7 milyar dolara ihtiyacı var. Örgütün Genel Sekreteri Annibor Karaga, Afrika'daki petrol tüketiminin arttığına dikkat çekti. Bu da Afrika ülkeleri için alternatif sürdürülebilir enerjinin bir seçenek olmadığı anlamına geliyor. Karaga ayrıca “Afrika'nın sürdürülebilir enerjiler için özel bir yol haritasına ihtiyacı olduğunu" ekledi. Afrika’dan gelen bu açıklamalar, iklim değişikliğinin mevcut ikilemini yansıtıyor. Önerilen çözümler, sanayileşmiş ülkelerin ihtiyaç ve yeteneklerini karşılıyor, çoğu üçüncü dünya ülkesine gelince; halen oyunun dışındalar.
TT
BM’nin iklim değişikliği raporunda alarm zili çalınıyor
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة