ABD'nin 11 Eylül 2001 saldırılarında yaşadığı sıkıntının sebebi, saldırıları gerçekleştiren teröristleri doğuran siyasal dini radikalizmdir. Bu cümlede kastedilen şey dindarlık değil, dinin siyasallaştırılmasıdır.
Afganistan'ın işgal edilmesi, saldırıyı yapanlardan kurtulmak içindi. Daha büyük hedef ise teröristlerden kurtulmaktı. Bu da El Kaide’nin, DEAŞ’ın, Nusra Cephesi’nin ve bu gibi örgütlerin ana itici gücü olan radikal ideolojiyle savaşmak için bir strateji oluşturulmasını gerektiriyordu. ABD haftalar içinde askeri olarak hızlı bir zafer kazanmış, Taliban rejimi çökmüş ve El Kaide'nin hayatta kalan liderleri İran ve Pakistan'a kaçmıştı. Ancak bu grupların ideolojisi ve gizliden gizliye örgütlenmesi ölmedi, bilakis El Kaide DEAŞ gibi örgütleri doğurdu ve Taliban, sınır dışı edilmesinin ve kovuşturulmasının üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen silahla iktidara geri döndü.
ABD güçlerinin Kabil’i yönetirken 20 yıl boyunca karşılaştıkları zorluklardan biri, Taliban yönetiminden miras kalan ve en modern ve en sert silahların işe yaramadığı İran ve diğer ülkeler tarafından sınır ötesinden ihraç edilen radikal ideolojiyle mücadele etmekti.
Bush, Obama ve Trump yönetimlerinin yaptıklarını kim incelerse bu yönetimlerin iki ilaca güvendiklerini görecektir; güç ve para. Amaç Afganistan'ı Taliban'dan kurtarmak ve modern bir müttefik devlet inşa etmekti.
Taliban silah ve dolarlarla savaştı. Ordu, güvenlik, okullar, hastaneler, yollar, hükümet, parlamento ve yerel ve ulusal seçimlere 180 milyar dolardan fazla harcama yaptı. Hepsi, yabancı güçlerin Afganistan’dan geri çekilmesi için belirlenen tarihten öncesine kadar buharlaşıp uçtu.
Washington Afgan çalışanlarına yılda toplam 750 milyon dolar maaş vermesine rağmen, milliyetçi olmayan bir yönetici sınıf yaratan projelere eşlik eden yolsuzluk sorununun yanı sıra 38 milyon Afgan birbiriyle bağı olmayan bir halka dönüştü.
“Afgan projesi”nin sorunu, kimlik ve fikir olarak ABD’li olması ve Washington'un Afganların siyasi ve sosyal olarak kendisine benzemesini istemesi. 2. Dünya Savaşı bittikten ve Nazizm yenildikten sonra Almanya'da olduğu gibi Afgan toprakları bu imkansız gibi görünen sıçrama için hazır olsaydı bu kabul edilebilirdi. Ne var ki, Afganistan çoğu üçüncü dünya ülkesi gibi böyle bir şeye hazır değildi ve üç yüzyıllık Batı deneyimini yaşamadı.
Gelişmekte olan toplumların yeterliliği hususundaki tartışmalar uzun ve eskiye dayanıyor. Bu hususta konuşmak bazı düşünürleri öfkelendiriyor. Zira bu konunun içerisinde bu ülkelerdeki insanların değerini düşürme amacı olduğunu düşünüyorlar. Prensipleri ve felsefeyi değil, uygulamaları ve sonuçları tartışıyoruz. Kopyalanmış çağdaşlaşma projesi faydalı ve başarılı olsaydı, Taliban tek bir kurşun atmadan İngiltere'nin yaklaşık üç katı büyüklüğündeki bir ülkeyi ele geçiremezdi. Afganların silahları yetersiz değildi. Hatta orduları Fransa ordusundan daha büyüktü. Tamı tamına 300 bin askerleri vardı. Taliban onlardan daha güçlü değildi. Ancak Afgan ordusu onun karşısında teslim oldu ve mücadele bile etmedi.
Peki neden? Çünkü kendilerini bir araya getirecek bir bağları yoktu. 20 yıla rağmen, ABD gerçek bir ulusal proje yaratmayı başaramadı. Parlamenter deneyim, aşiretlerin ve vatandaşların savunacağı toplumsal bir sözleşme yaratamadı.
Aslında milyonlarca Afgan sosyal, siyasi ve ekonomik açıdan Taliban yönetimi altında kaybedecekleri birçok kazanım elde etti. Ancak bu kazanımlar herhangi bir şirketteki hayata benziyor.
Öte yandan ABD’lilere karşı savaşan gruplar dini ve aşireti, Afganların altında toplanabileceği ve bu uğurda öldürülenlere mükafat olarak cennetin sunulacağı bir bağ olarak kullandılar. Taliban'ın dini projesi bile başarısızlığa mahkum. Tüm Afganlar bu projenin altında toplanmadıkça ve onları içine almadıkça -ki bu mümkün- daha radikal mezheplerden, okullardan ve liderlerden bu projeye karşı çıkılması kolay.
Afganistan'da 1973 askeri darbesi ve ordunun başta bulunduğu beş yılın sonunda komünistlerin gelmesi, ardından Sovyetler Birliği’nin müttefikini desteklemek için bu toprakları işgal etmesi ve Şah'ın düşmesinden sonra İran'a doğru ilerlenmesi ile çöken bir vatan ve ulusal bir proje vardı. ABD'liler ve uluslararası mücahitler, Afganistan’daki Sovyet rejimini devirdi, ancak yerine geçebilecek alternatif bir devlet kuramadılar. Bu yüzden aralarındaki savaş, Afgan tarihinin en kötü dönemiydi.
ABD’nin 20 yılda yaptığı şey, devletin birimlerini sivilleştirmeye, hizmet mesajlarını kamulaştırmaya ve geleneksel güçlerin ikinci plana alınmasına ve çeşitli oluşumlar arasındaki farklılıkları artırmaya uygun bir parlamenter siyasi sistem oluşturmaya çalışmaktı.
İyi yönetişim ile ılımlı İslam'ı ortak bir noktada buluşturmak makul bir son olur.
Dünya üzerindeki Müslüman toplumların içinde uzun ve karmaşık bir çatışma var.
Bu konuda daha konuşacaklarımız bitmedi...
TT
Afganistan ve siyasi projenin başarısızlığı
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة