İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

11 Eylül… Beyhude bir hiddet

Bu cumartesi sabahı, tüm kalbimizle ve aklımızla arkasında duran herkesi kınadığımız o kanlı ve trajik salı gününden bu yana 20 yıl geçmiş oluyor. Ancak gerçek failin kimliği ve yaşananlarla ABD’nin resmi hikayesinin ne oranda uyuştuğundan tutun, ABD’lilerin özellikle ülkelerinin öfke savaşında yaklaşık 1 milyon kişinin hayatını kaybettiği otorite, güç ve heybet rengini taşıyan büyük hiddetinin üzerinden 20 yıl geçtikten sonra neyin başarıldığına kadar pek çok sorunun cevabı hala belirsiz.
Kim kazandı? Kim kaybetti ve bedeli ne oldu?
Dünyanın doğusunda ve batısında teröre karşı ayrım gözetmeyen bir savaş ilan edildi. Hedefleri gerçekleştirme konusundaki açık ve bariz bir başarısızlık ortamında düşünen bir toplum için bunlar rahatsız edici sorular. Amerika'nın yakın zamanda Afganistan'dan çekilmesi, terörizme karşı başlattığı savaşı kazanamadığını gösteriyor.
Washington yirmi yıl boyunca, sinekleri kovmak için çelik bir çekiç kullanarak öfkeyle amansız bir savaş yürüttü; Bu yüzden rüzgarı biçim ve özde başarısız oldu.
ABD yirminci yüzyılın ilk yarısında, insani ve ahlaki bir model sunduğunda dünyada cazibe oluşturmayı başardı. Birleşmiş Milletler’i (BM) kurmak ve Bretton Woods'ta küresel finansal sistemin temellerini atmakla başlayıp, ardından Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) ortaya çıkışıyla devam eden ütopik bir dünya ya da buna yakın bir dünyanın müjdesini verip Nazi ve faşizm suçuna karşı koymak için bu model ile liberal değerler ve prensiplere bağlı kalarak özgürlükler dünyasını desteklemeye koştu. Ancak ne yazık ki, tarihi açıdan bakıldığında iktidar hırsı ve güç kibri, tüm imparatorlukların kapısının arkasında duruyor ve onları arzu edilen bir ülkeye doğru ilerlemekten alıkoyan şey işte bu hislerdir.
ABD’nin geçmişteki ve belki de hala yaptığı en büyük hatası 11 Eylül saldırılarına verdiği resmi tepkinin ABD medyasındaki bir kitabın işaret ettiği gibi “ABD’nin ulvi değerlerini” temsil etmemesiydi. Nitekim o dönemde George W. Bush yönetiminin aldığı kararlar aldatma, zulüm, kibir, cehalet, yanıltma, taşkınlık ve aşağılama sıfatlarının bir karışımıyla tanımlanmıştı.
Prestijli ABD üniversitelerinden mezun olmasına rağmen Bush’un hiçbir zaman tarih okuduğuna ya da geçmişteki olaylardan ders çıkardığına dair bir işaret görülmedi. Bush’un bu konuda bir şansı olsaydı, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nde (NATO) mızrağın ucu olan ABD’nin nasıl dinamik koordinasyon ve askeri savaşlar başlatmaktan daha fazlasını yaparak, bir ideolojik mücadelenin sonucunda komünizmi alaşağı edebildiğini, yani yumuşak güç bahsini kazanıp sert güç kayıplarına mahal vermediğini fark edebilirdi.
Hem ABD’deki hem de uluslararası aydınlar son zamanlarda şu soruyu soruyor:
“Afganistan'dan geri çekilmek, imparatorluk çöküşünün başlangıcı ve neo-muhafazakarların çareyi Roma barışına eş ve alternatif olmakta bulduğu ABD barış döneminin sonu mu demek?”
Şu anın dumanıyla lekelenmemiş net bir görüş belirtebilmek amacıyla bu soruya cevap vermek için biraz daha zaman gerekebilir. Ancak her halükârda, ABD ekonomisi tarafından bile olsa ekonomide kullanılan “fırsat maliyeti ve batık maliyet” göz ardı edilemez.
Brown Üniversitesi, takdire şayan bir araştırma çabası içerisine girerek geçtiğimiz haftalarda 11 Eylül saldırılarından kaynaklanan diğer çatışmalarla birlikte, ABD'nin Afganistan'daki savaşının maliyetine ilişkin bir çalışmanın özetini yayınladı. Çalışma askeri teçhizattan tutun iç güvenliğe ve hayatını kaybeden ABD askerlerinin ailelerine ödenen tazminatlara kadar doğrudan ve dolaylı harcamaları içeriyordu.
Rakamlar gerçekten dehşet verici. Çalışmaya göre bugüne kadar savaş sonucunda dünya çapında 1 milyon kişi hayatını kaybetti ve o dönemde yaklaşık 5,8 trilyon dolar boşa harcandı.
Şu bir gerçek ki, Afganistan'daki ABD askeri varlığı sona erse de gazilere verilmeye devam edilen tıbbi bakım gibi farklı farklı masraflar ABD devlet hazinesi için 2050 yılına kadar yaklaşık 2,2 trilyon dolara mal olacak. Bu da ABD’nin hiddetinin toplam maliyetinin 8 trilyon dolar olduğu anlamına geliyor
Peki ya bu para ABD'nin komünizme karşı savaşına benzer projeler için harcansa ne olurdu?
ABD kırmızı düşmana (komünizm) galip geldiğinde Batı fikir savaşını kazandı. Zira gösterilen çabalar, komünizmin cazibesini kırmaya, onun boş ve sahte umutlarını ve başarısızlığa mahkûm olan vaatlerini ifşa etmeye odaklanmıştı. ABD 20 yıl boyunca Taliban ya da El-Kaide veya hatta DEAŞ ile savaşında buna dikkat etmedi. Bu durum komplo tarihi fikrinin destekçilerine 1953'te Hasan el-Benna'nın damadı Said Ramazan'ı Beyaz Saray’a kabul eden Eisenhower'dan, Taliban’ın bayraklarının Kabil üzerinde yeniden yükselmesine izin veren Joe Biden'a kadar ABD ve siyasi İslam grupları arasındaki bağlar hakkında konuşmaları için geniş bir kapı açtı ve açmaya da devam ediyor.
Washington başarısız oldu ve mızrak uçlarına ve görkemli atların toynakları üzerine bahse girip terörün yanlış düşüncelerin bir ürünü olduğunu unuttuğu ya da unutmuş gibi yaptığı müddetçe ahlaki ve maddi hayal kırıklıkları devam edecek. Terör, ancak üst düzey bir eğitim ve medya sistemine, samimi bir kalkınma arzusuna, sürdürülebilir bir sosyal adalete, etkili bir iyi yönetişime ve lafta kalmayıp icraata dökülen bir insan hakları gelişimine dayanan fikri bir mücadele ile alt edilebilir.
Kant’ın da dediği gibi Tanrı’nın insana verdiği en büyük nimet eleştiri yapabilme gücüne sahip akıl yetisidir. Belki de şu an, geçmişte yapılan hataları ve yanlışları gözden geçirmek ve son 20 yılda yaşananlardan ders çıkarmak için oldukça önemli bir andır.
ABD içinde kaosun hâkim olması dünyanın çıkarına olmaz. Çünkü ABD’nin varlığı küresel istikrar için önem arz ediyor.