Vahdettin İnce
Yazar
TT

Yanlış trene mi bindik yoksa?

Toplumların kimlikleri, kişilikleri tarih içinde oluşur. Bu kişilik ürettikleri maddi ve manevi değerlere, geleneklere, medeniyetlere rengini verir. Bu renk bireysel ya da toplumsal olarak sergilenen günlük davranışlara da yansır. Kur’an’ın dediği gibi “Herkes kişiliğine göre hareket eder”. Kürtlerin tarihsel kişiliklerinin ana renginin İslam olduğu bir gerçektir. Kendi içlerinde sergiledikleri davranışlarda ve komşularıyla ilişkilerinde en başat renk bu olmuştur. İslam’ın Kürtlerin hayatındaki belirleyiciliği daha öncesinde edindikleri kimliklerine ve kişiliklerine ahlaki, hukuki, sosyolojik normlar içinde hareket alanı tanımasından kaynaklanmaktadır. İslam diğer milletlerle birlikte Kürtler için önceki doğal renklerini silip süpürerek kendi tek rengini dayatan bir din, bir sistem değil, kimliklerini, kişiliklerini oluşturan bütün renklerin bir ahenk oluşturacak şekilde dengeli ve yerli yerinde kullanılmasını sağlamasıdır.
Komşu milletler de Kürtlerden bu kişiliklerini sergiledikleri davranışların beklentisi içinde olmuşlardır. Bu beklenti hem yönetim hem de halk açısından geçerli olmuştur her seferinde. Tabi Kürtler de muhatap oldukları yönetimlere ve aynı sınırlar içinde yaşadıkları halklara yönelik benzeri bir beklenti içinde olmuşlardır.
Bu yüzdendir ki Kürtler kendilerine İslam kimliğiyle yaklaşan Türklerle ve tabi öncesinde ve eş zamanlı olarak diğer Müslüman milletlerle uyum içinde hareket etmekte bir sakınca görmemişlerdir.
Bazı aksaklıklar olsa da tebaasına karşı onların tarihsel kişiliklerini önceleyen bir anlayışı esas alan Osmanlı’nın Kürtlere yaklaşımı bu olmuştur ve bu birliktelikten verimli sonuçlar alınmıştır.
Benzeri bir olumlu yaklaşımı kurtuluş savaşı sürecinde de görebiliyoruz. Karşılıklı beklenen davranışlar sergilendiği için bu süreç de verimli bir neticeye varmıştır.
Cumhuriyetten sonra tarihsel kimlikler yerine bambaşka kimlikler ikame etme anlayışı devreye sokulmuş ve bu da ne yazık ki her bakımdan, herkes için verimsizlik, değersizlik olarak bireysel ve sosyal hayata yansımıştır.
Kürtler tarihsel kimliğin başat rengi İslam’ın devre dışı bırakıldığı için bir hayal kırıklığı içine girmiş, buna bağlı olarak da tepkisel bir tutum içine girmişlerdir. Devletten ayrı olarak Türk toplumu ise Kürtlerin bu tutumunu tarihsel kimliklerinden bir sapma olarak okuma eğilimine girmiştir. Türklerin Kürtlerden beklentileri Osmanlı döneminde ve kurtuluş savaşı sürecinde olduğu gibi İslami kimliklerini sergilemeleridir.
Bunun yanında uzun yıllar Kemalist sistem de Kürtlere karşı İslami bir söylemi devreye sokmuştur. Fakat bu Türklerin “beklentilerinden” tamamen farklıdır. Bunu olsa olsa bir “dayatma” olarak nitelendirebiliriz. Bu yönetim kaynaklı dayatmanın amacı, Türklerinki gibi Kürtlerin tarihsel kişiliklerine göre hareket etmelerini sağlamak değil, tek tipçi anlayışı ile örtüşmeyen tarihsel kişiliğini yansıtmasını bastırmaktır.
Burada iki taraflı bir yanılgı, yanlış algı günlük gelişmelerin seyrini belirlemektedir. Türklere göre devletin Kürtlere İslami bir söylem dayatması, kendilerininki gibi bir beklentidir. Kürtlere göre de Türklerin kendilerine yönelik İslami beklentileri devletinki gibi bir dayatmadır.
Neticede Kürtlerde tepkisel olarak başka renkler tarihsel kimlik ahengi bozacak şekilde baskın olmaya başlıyor. Türkler de çok daha önceden “bizim bizden başka dostumuz yok” yanılgısıyla İslami kimliklerini öteleme eğilimine girmişlerdir. Her bakımdan kayıp, her bakımdan zarar, herkes için yıkım.
Kürtler Türklerin beklentilerini yönetimlerin dayatmalarından ayırmalıdırlar. Türkler de dayatmanın kendilerininki gibi bir beklenti olmadığını bilmeliler. Ayrıca dayatmanın kendilerine sağladığı lezzetli ayrıcalığın Kürtler de nasıl bir tahribata yol açtığını da teslim etmeliler.
Yoksa durumumuz şu meşhur fıkradaki gibi olur. Bir Türk ile bir Kürt üzerinde “çağdaşlık” yazan bir trene binerler. Karşılarında uzun bacaklı bir yabancı oturmuş. Elindeki poşetten iki muz çıkarır ve onlara uzatır. Hayatlarında hiç muz görmemişler. Türk kabuğunu soymadan ısırır. Tam o sırada tren bir tünele girer, ortalığı göz gözü görmez bir karanlık kaplar. Türk Kürd’e seslenir, sakın yeme, ben yedim kör oldum, der. Ama acımsı kabuğun altındaki yumuşacık lezzetten de vazgeçmez. Türk’ün Kürt’ten İslam beklentisi biraz da buna benziyor.
Ancak tünel geride kalmış ve Kürt de muzun yumuşacık lezzetini almış, en azından komşularının semiz halinden öğrenmiştir. Anlayacağınız beklenti tek taraflı olmaz. Türkiye ölçeğinde üç taraflı olmak zorundadır.