Nebil Amr
Filistinli siyasetçi ve yazar
TT

Arafat… Hayatta ve ölümde varlığın gücü…

Özellikle Filistin konusunda yazdıklarımı takip eden torunum Sare, (ki çoğunlukla başka bir konu hakkında sadece ara sıra yazıyorum) bana şunu sordu; “Neden Yaser Arafat, yayınladığın tüm kitaplarda, hatta Mahmud Derviş, Moskova ve radyo hakkında yazdıklarında bile merkezi bir yer tutuyor?”
Ona şu yanıtı verdim. Çünkü Yaser Arafat, hayatımızın merkezindeydi. Herhangi bir yazar ve politikacı, özellikle de bizim kuşağımız siyasi hayatına onunla başladığı için, bu gerçekten derinden etkilenir. Aynı kuşak, hayatının geri kalanında onun vefatının etkilerini yaşamaya devam eder.
16 yıllık yokluğundan sonra merhum, neredeyse unutulmaya başladı. Bu nedenle basit bir mantıklı açıklaması var; Filistinliler kırk yıldır onun etkin varlığına alıştı. Aynı şekilde adı; tüm başarılı ya da başarısız siyasi ve askeri savaşlarla, düşmanın ölümden kaçmasına ve ölümcül görünen kayıplardan sonra varlığını ve projesinin varlığını yenilemesine tanık olduğu yetenekleriyle bağlantılı.
Adı ayrıca, Filistinlileri ‘İsrail’e karşı savaşa liderlik etme ve Filistinlilerin Rabin ile kemik kıran tokalaşmasıyla başlayarak İsrail ile barış macerasına öncülük etme’ gibi bir duruma (ya da tam tersine) ikna etme konusundaki olağanüstü yeteneğiyle bağlantılı. Arafat ve Rabin, en ufak bir şey bile elde edemeden Nobel Barış Ödülü’nü paylaşmıştı.
Yaser Arafat, bunların hepsini yaptı. Her durumda sahip olduğu geniş popülerliğin şifresi ulusal güvenilirlikti. Bir halk, liderinin güvenilirliğinden emin olur olmaz, tüm bunların nihai hedefe ulaşmasını umarak meziyetleri korur ve hataları görmezden gelir.
Bütün bunlar, onun hayatında başarılmıştı. Her ne kadar büyük ve niteliksel anlaşmazlıklarla birlikte büyük veya niteliksel başarılar olarak kabul edilse de bu, aynı zamanda tek başına onun eseri değildi; Filistinlerin bulunduğu yere kolları uzanan büyük bir ordusu her yönden yanındaydı. Bu büyük halk ordusunun her yerde olması kendisi ve projesi açısından olumluydu. Onun asıl gücü, onlardan mahrum bırakılan ve onları elde etmek amacıyla zorluklarla üstlenen bir halk için özgürlük ve adalete inananların genişlemesi ve büyümesi ile genişliyor ve büyüyordu.
Arafat öldü ve en büyük dileği olan ‘Mescid-i Aksa’da namaz kılma, Kıyamet Kilisesi’nde ayine katılma, hayallerin ve tarihin başkenti olan Kudüs surları içerisinde boykota alternatif olarak bir başkanlık sarayı inşa etme’ duası gerçekleşmeden vatanın bir toprağına gömüldü.
Dikkat çekici olan olgu, yaşamdaki varlık gücünün ölümde ve belki de daha yüksek derecede bir varlık gücü üretmesidir ve mesele ne kader ne de kendiliğinden gelişmiş inançtır. Aksine bu olgu, mantıklı ve pratik bir nedene sahip. Filistinliler, karşılaştırma yoluyla değerlendirmeyi seviyorlar. Belki de Arafat’ı ölümünden sonra güçlü bir varlıkla ortaya çıkaran ve hala her gün ve her saat sorulan soru şu; Arafat yaşasaydı ne yapardı? Bu soru, Filistin’i etkileyen her olumsuz koşulda, ulusal süreci tıkayan her siyasi sorunda ve ana hareket Fetih’in her tökezlemesinde ortaya çıkıyor ve yenileniyor. Arafat’ın yokluğundan sonra Fetih’in ilk düşüşü, rakibinin kazandığına inanılamayacak bir boyuttaki zaferle sonuçlanan genel seçimlerdeki korkunç düşüştü. Dolayısıyla ulusal birliği sarsan yıkıcı depremin etkilerinin hala canlı, derin ve iyileşmeden uzak bir bölünmeyle devam etmesiyle aynı soru ortaya çıkıyor. Ayrıca bu duruma, ‘tüm boğazların ve mayın tarlalarının tanık olduğu’ ve ‘Arafat’ın silah ormanı demokrasisi dediği bir yaklaşımla tüm renkleri, yorumları ve çeşitleri ile ulusal hareketin öncülük ettiği’, ulusal projenin ustası ve yapımcısı olan Fetih’teki bölünmeler eşlik etti.
2021’de neredeyse genel seçimlere girecek olan Fetih’in, 2006 yılında kaybettiklerini birden fazla listeyle yeniden kazanması bekleniyor. İşte bu yüzden bu gerçeklik, tüm aksilikleri ve yansımalarıyla sorunun tekrarı yoluyla Yaser Arafat’a güçlü ve kalıcı bir varlık sağlar. Yaşasaydı ne yapardı?
Sonuç… Yaser Arafat, elleri arasında mucize olan ilahi bir elçi değildi. Onu, tekrarı olmayacak bir fenomen olarak nitelendirenlere katılmıyorum. Her şeyden önce tekrarı da gerekmiyor ve yapılan her şeyi ona atfetmek nesnel veya adil değildir. Arafat fenomeni, büyük bir halk fenomeninden ortaya çıktı. Bu fenomen, kendilerine dayatılan tüm felaketlere rağmen bir halk fenomenidir. Dünyanın en yüksek eğitim oranına sahip, şehit, yaralı, esir, yerinden edilmiş insan ve savaş sayısında rekora sahiptir. Modern tarihi, aylarını, yıllarını ve hatta günlerini kana bulayan bir takvimde kayıtlıdır. Bu halk, zengin ve fakir evrenin her köşesine yayılmıştır. Asgari ücretli işçilerin doldurduğu, Milyarderler Forumu ve Mega Projeler’de ileri pozisyonlar için yarışan işverenlerin olduğu, İsrailli hasmından daha fazla olmasa da en azından omuz omuza olan doktorlar, mühendisler ve akademisyenlerin bulunduğu bir halk… Bu halkın özellikleri, Arafat’ın yokluğunda yetim ve ilerleyen zamanlarda kısır olarak nitelendirilmeye uygun değil.
Tek bir kişi tarafından yönetilen herhangi bir halkın yaşamının ve varlığının olmadığı bir dünyada Filistinliler, Arafat’ın yerine onun bir kopyasını koyamayacak. Her zaman, kendi adamları ve liderleri vardır. Ancak bu; güç, mevcudiyet ve etkinlik unsurlarının daha fazla üretilmesi yoluyla, yani küçük ve büyük devletlerin ve toplumlarının onsuz yaşayamayacağı kurumlar aracılığıyla sağlanmaktadır.
Yaser Arafat da dahil olmak üzere hayatlarında parlayan birçok kişi, bir kitap sayfası gibi tarihin içinden geçti. Ama bunlar, Yaser Arafat da dahil olmak üzere biyografisi ve varlığı tarihte kaybolmamış birkaç kişi…