Mü’min ile Muslim iki ayrı kavramdır. Müm’in araştırma/tahkik sonucu ulaşılan sonuçlar karşısında duyulan ikna olma durumudur. Bu ikna oluş süreci ise statik değil ömür boyu süren dinamik bir süreçtir. Bu süreci de ameller belirler. Ahlak ve adalet, iyi olmak ve iyi kalmak imanı besler aksi eylemler ise zayıflatır.
Muslim ise daha siyasi ve sosyal bir kavramdır. Mü’minlerin merkezinde olduğu İslam toplumunun birer parçası olan ancak mü’min olmayanlar da İslami yasalara teslim oldukları sürece Muslim kabul edilirler. “Yasalara teslimiyet-kanunları kabul etmek” anlamındaki bu toplumsal aidiyet içerisindekiler kültürel olarak müminlerle aynı paydada olsalar da özel hayatlarında mü’min olmayabilirler, agnostik ya da münafık da olabilirler. Agnostikler bu toplum içerisinde halen iman süreçlerini tamamlamamış, henüz ikna olamamış ama aynı zaman da inkar da etmeyen bir araf sınıfdır. Münafıklar ise başka çıkar hesapları sebebiyle kanunlara teslim olmuş ve içeriden mücadele eden kimselerdir. Muslim olduklarını dille ifade eden yani Müslüman toplumunun bir parçası olan kimselerin büyük bir çoğunluğunun tahkiki bir imana sahip olmadıklarını biliyoruz. Bu kitlelerin iman ehli/delillerle emin olarak muhakkik müminler olmasalar da aidiyet olarak kendilerini İslam’a nispet etmeleri de bir iyi niyet göstergesidir.
Fiili Agnostikler: Allah’ın bir kişilik olarak hayatlarında varlığı konusunda olup olmaması konusunda bilinemezlik içinde olan ama iyilikler yaparak Allah’ın var olma olasılığına yatırım yapan pek çok insan vardır. Pascal bu olasılığı sistematize eder ve der ki:
Tanrı'nın var olması olasıdır. Tanrı'nın var olmaması da olasıdır.
Eğer bir kimse Tanrı'nın varlığına inanıyorsa, bundan sonsuz kazançlı çıkacaktır ve çok az kaybı olacaktır.
Eğer bir kimse Tanrı'nın varlığına inanmıyorsa, bundan sonsuz zararlı çıkacaktır ve çok az kazancı olacaktır.
Sonsuz kazançlı ve çok az kayıplı olmak sonsuz zararlı ve az kazançlı olmaktan daha iyidir. Bu sebeple;
Tanrı'ya inanmak Tanrı'ya inanmamaktan daha iyidir.
Eğer bir yol diğer yoldan daha iyiyse, iyi olan yolu seçmek akılcıdır. Bu sebeple;
Tanrı'ya inanmak Tanrı'ya inanmamaktan daha akılcıdır.
“Pascal Bahsi” olarak bilinen bu olasılık argümanının benzerini Hz. Ali’ye atfedilen şu anlatıda da görüyoruz: Hz. Ali’nin inançsız bir komşusu vardı. Ona “Allah'a, ahirete inanıyorsunuz. Peki ya yoksa?” demiş. Hz. Ali ise ''Yoksa benim kaybedecek bir şeyim olmaz; ya varsa sen ne yapacaksın?” der. Gerek Pascal’da gerekse de Ali anlatısında Tanrı’nın varlığına yönelik içten bir kabul, delillerle ikna olmuş bir güven, sükun hali değil varlığı ve yokluğunu bilemesek de olasılık hesabıda ağır basan tarafı seçme vardır ki bu da aslında agnostik bir tercihtir. Tahkiki imana sahip olamayan taklitçi biçimde Müslüman toplumun ana gövdesini oluşturan kitleler de bilmeseler de inandıklarından daha niteliksiz bir agnostikliği yaşamaktadırlar.
Gelelim gayri-muslimlere. Yani kendilerini İslam toplumu dışında konumlandıran İslami hukuk dışında yasalara teslim olmayanlara. Bu kesimler de farklı kimliklere ayrılırlar.
Şayet Kur’an’ın mesajını doğru bir biçimde anlayıp bu mesajın kendilerinin kurdukları düzeni bozacağı endişesiyle mücadeleye girişirler, savaşa tutuşurlarsa işte o zaman bu kişi(ler) Kafir olurlar. Bu sebeple Kur’an Ehl-i Kitab’ı da toptan kötülemez ancak yeni gelen vahye savaş açan din adamları sınıfını “kafir” olarak tanımlar. (98/6) Hatta Ehl-i Kitab’ın içindeki müminlerden bahseder. (3/113-116) Medine'de siyasi birliğe muahid/ahitleşiş olarak katılan “Müşrik Müslümanlar” diyebileceğimiz bir sosyal kesim vardı. Bu kesim inanç açısından şirk koşsalar da Müslümanlardandı yani o toplumun hukukuna tabi kimselerdi. Kur’an’ın bu kimselere vahye karşı savaşmadıklarından kafir demediğini hatırlatalım.
Kur’an’da kafirin tanımı Kur’an mesajının üzerini örtmeye çalışan, onunla kavgaya tutuşan, düşmanca tavır alan kişi demektir.
Gayri-muslim olup da kafir olunabileceği gibi kafir olmayan gayrimuslimler de mevcuttur. Ayrıca hukuken Muslim olup münafık örneğinde olunduğu gibi kafir de olunabilir. Muslimler ve Gayrimuslimler İman’a erişme konusunda benzer durumdadırlar. Her insan araştırma, sorgulama yöntemlerini kullanarak deliller üzerinden iman edebilir, etmeyebilir ya da kararsız kalabilir. Önemli olan buradaki iyi niyettir. Kişi kötü niyetliyse toplumsal kimlik olarak Muslim olsa da Münafık olabilir.
Gelenek değil ancak Gelenekçiler tüm gayri-muslimleri kafir zannediyorlar. Oysa küfür bilinçli bir düşmanlığı içerir. İyi niyetli biçimde iyi/erdemli eylemler yapan gayrimuslimlerin bir çoğu Kur’an mesajından bihaberdir. Bu insanların büyük kısmı da fıtratlarına sadık kaldıklarından doğal Muslimler yani doğal olarak Allah’ın yasalarıyla uyumlu/teslim olmuş haldedirler.
Bu gri alandaki milyonlarca insanın durumu Kelam alimleri hakkında Ehl-i Fetret tanımlaması altında uzunca tartışmışlardır.
İslam Kelamında da kabul gören Kur’an’da da bir ilke olarak vaaz edilen husus her insanın ancak kapasitesi kadar sorumlu olduğu gerçeğidir. İlahi adalet gereği insanlar bilmedikleri ulaşamadıkları bilgiler üzerinden sorumlu tutulamazlar. Bu sebeple insanın doğuştan gelen temizliğine sadık kalması insanın aklıyla ulaşabileceği erdemler konusunda herkes sorumludur. Ancak bilgi/kapasite eksikliğinden kaynaklanan hatalar için mazurdurlar.
Önemli olan burada bilinçli bir Şirk eylemi içinde olmamaktır. Bilinçli biçimde Şirk’i örgütlemek ise evrensel bir suçtur. Çünkü Şirk toplumdaki her türlü sınıfsal çatışmanın ortak felsefesidir. Şirkin olduğu yerde hiyerarşik kullaştırma ve sömürü vardır. Hiyerarşik kullaştırmanın olduğu yerde ise yeryüzü ifsad olmaya başlar.