Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

İsrailoğulları özelinde gazap gerekçeleri: Hadsizlik/ doyumsuzluk

İnsanın kullandığı araç-gereçler, giydiği elbiselerin şekli, ikamet ettiği evlerin mahiyeti değişse de insanın temel nitelikleri bakımından değişmediğini düşünenlerdenim; zira tarih boyunca insanın yaptıklarına ve sergilediği davranışlara bakıldığında benzer şeyler görülmektedir. Örneğin kendisine bolca mal-mülk verildiğinde dünkü insan da bugünkü insan da sevinmekte ve şımarmaktadır. Yine aynı şekilde kendisine verilen imkânlar biraz azaltılınca dünkü de bugünkü de sızlanmakta ve feryat etmektedir.[1] Yani kısacası insanın temel nitelikleri değişmemektedir. Belki de bu yüzden her zaman diliminde var olan ve çabucak ortaya çıkabilecek olan insanın bu özelliklerini kontrol altında tutabilmesi için vahiy, bu özellikleri ıslah etmeye yönelik tavsiye ve emirler sunar.
İnsan çoğu zaman kendisini Yaratan Rabbi de dâhil olmak üzere kendisine el uzatana, yardım edene nankörce davranır.[2] En ufak bir olumsuzlukla karşılaştığında daha önce yapılan iyilik ve güzellikleri unutur ve sitem etmeye başlar.[3] Hatta “senin yüzünden” diyerek de suçlar. Neticede bu mantık onun gazaba uğramasına ve helak sürecinin başlatılmasına neden olur. Bunun en canlı örneği İsrailoğullarıdır. İsrailoğulları, Firavunlar tarafından ezilip köleleştirilmiş iken Allah Teâlâ, Hz. Musa’yı göndererek onları bu zilletten kurtarmıştır. Buna rağmen Hz. Musa’ya ve vahye karşı takındıkları tavır kendilerini zilletten kurtaranı unuttuklarını ve nankörlük ettiklerini göstermektedir.
Hz. Musa tebliğ görevine başlayınca Firavunun huzuruna çıkıp İsrailoğullarını kendisi ile birlikte gitmesi için serbest bırakmasını ister. Ancak Firavun, bu isteği kabul etmez.[4] Sihirbazların önce mağlubiyetleri sonra iman etmeleriyle neticelenen müsabakadan önce verdiği “Eğer galip gelen Musa olursa İsrailoğullarını götürebileceğine” dair söz verdiği halde onları serbest bırakmaz. Buna karşılık kavminin çektiği sıkıntılara karşı direncini arttırmak için Hz. Musa; “Ey halkım! Allah’ın yardımına sığının ve direnç göstererek sabredin!...”[5] demesine rağmen onlar Hz. Musa’ya şöyle cevap verirler: “Sen bize gelmeden önce de eziyet çekiyorduk, sen bize geldikten sonra da…”[6]
Firavun ve kavmi ardı ardına belalara maruz kalınca, belaların ardından, öldürüleceğinden korkan Firavun, İsrailoğullarının gitmelerine izin verir.[7] Ancak onların peşine düşer. Peşlerine düşen Firavunu ve ordularını Allah Teâlâ, denizde boğarak onları zulüm ve esaretten kurtarır. Yıllarca putperest bir yönetimin esareti altında yaşamış olan bu insanlar, çektiklerini unutup; “Ey Mûsâ!” dediler, “Bize de bunların tanrıları gibi görebileceğimiz, dokunabileceğimiz bir tanrı yap!”[8] dediler. Bununla da yetinmeyip Allah’ın kendilerine verdiği ve daha hayırlı olarak nitelediği “Men ve Selva”nın yerine “toprakta yetişen sebze, salatalık, sarımsak, mercimek, soğan” derdine düşerek “rabbine dua et bize bunları versin” dediler.
Sürekli daha fazlasını isteyen İsrailoğulları, isteklerinin bedelini ödemeye de yanaşmıyorlardı. Kutsal topraklara girmeyi istemelerine rağmen kendilerine “Onların üzerine kapıdan gidin!” Unutmayın, siz oraya girerseniz galip geleceksiniz! Ve eğer müminler iseniz Allah'a güven duymalısınız!”[9] denilmesine rağmen “orada zalim bir kavim var, onlar oradan çıkmadıkça oraya girmeyiz.” dediler. Hatta bununla da yetinmeyip şöyle deme küstahlığını gösterdiler; “Ey Mûsâ, onlar orada bulundukları sürece, biz o şehre asla girmeyeceğiz. Fakat ille de istiyorsan, sen ve Rabb’in gidin ve onlarla kendiniz savaşın, biz burada oturup bekleyeceğiz!”[10]
İsrailoğulları, öylesine sınır tanımaz bir hale gelmişlerdi ki Hz. Musa’dan olmayacak isteklerde bulunmaya başladılar; “Bize Allah’ı açıkça göster!”[11] deme hadsizliğini gösterdiler.
Bu hadsizlikleri onları, Allah’ın emirlerine şüpheci/alaycı tutumlar[12] sergilemelerine, vahye karşı sorumsuzca davranmalarına,[13] ekonomik durumları iyileşince sadaka/zekat müessesesi ile alay ederek Allah fakir, biz zenginiz demelerine,[14] kendi kafalarına göre dindarlık/ruhbanlık ihdas etmelerine,[15] günah işlemede, düşmanlıkta ve haram yemede birbirleri ile yarışmalarına[16] ve işi öylesine çığırından çıkardılar ki Nebileri öldürmeye[17] kadar götürdü. Bütün bunlar yapılırken “Âlimlerinin” yapılanlara sessiz kalmaları da[18] işin tuzu biberi oldu…
Netice; yukarıda ifade edilenler ve daha nice nankörlük örneği olacak tavırlar ortaya koyan İsrailoğullarının üzerine yoksulluk mührü vurulmuş ve Allah’ın gazabına uğramışlardır.[19]
İnsan, İsrailoğullarının yaptıklarını düşününce, -Peygamberleri öldürmek dışında- “her şey günümüzde yapılanlara ne kadarda benziyor.” demekten kendini alamıyor. Bir de Ebu Saîd el-Hudrî’nin “Resulullah’tan aktardığı; “Muhakkak siz, önceki ümmetlerin yolunu (âdetlerini) karış karış, arşın arşın takip edeceksiniz. Hatta onlar bir kertenkele deliğine girmiş olsalar siz de onları takip edeceksiniz…”[20] uyarıyı hatırlayınca; bugün acaba biz de “Men ve Selva”yı bırakıp  “salatalık, sarımsak, mercimek, soğan…” derdine mi düştük diyesi geliyor, ama akla şu soru geliyor:
Peygamberlerini dinlemeyip dikkate almayanlar beni dinler mi?...
[1] Fecr 89/15-16
[2] Adiyat 100/11
[3] Mearic 70/20-21
[4] Şuara, 26/17-24.
[5] A’raf, 7/128
[6] A’raf, 7/129
[7] Kitabı Mukaddes, Çıkış,13:31-32; 14:8.
[8] A’raf, 7/138
[9] Maide 5/23
[10] Maide 5/24
[11] Nisa 4/153
[12] Bakara 2/67
[13] Hadid 57/16
[14] Al-i İmran 3/181
[15] Hadid 57/27
[16] Maide 5/62
[17] Nisa 4/155
[18] Maide 5/63
[19] Bakara 2/61
[20] Buhârî, Enbiya, 50; İ’tisâm, 14