Vahdettin İnce
Yazar
TT

Kapıları açmak

Bir ara ailece sırasıyla Patnos’u Adilcevaz’ı, Erciş’i, Muradiye’yi ve Çaldıran’ı kapsayan bir memleket seyahatine çıkmış, akrabalarımızı ziyaret etmiştik. Oğlum evlerine misafir olduğumuz akrabaları kast ederek “baba, dikkatimi çekti, buralarda kapıları çok sert kapatıyorlar” dedi ve ben denedim, bu kadar sert çarpmayı gerektiren bir durum yok, pekala hafifçe de kapatılabiliyorlar” diye de ekledi. Bu hatırlatmadan sonra ben de dikkat ettim, misafir olduğumuz bütün evlerde büyük küçük herkes kapıları çok sert kapatıyordu gerçekten. Kapı kolunu aşağı bükünce gayet sessizce kapatılabiliyorlardı oysa. Sorun kapılarda değil, kapatanlardaydı anlayacağınız. Bu kolektif davranışın bir sebebi olmalı diye düşündüm. Toplumun kapı algısı, kapıyla kurduğu ilişki, kapıya yüklediği anlam böyle bir muameleye sebep olabilirdi mesela. İlk anda şöyle düşündüm: Kapıları her zaman açık olan ve gün boyunca kapıyı kapatma gereğini duymayan Kürtler, her kes evine çekildikten sonra kapının ilk anlamıyla mütenasip olacak şekilde sıkı sıkıya kapatma gereğini duyarlar. Bu yüzden de iyice kapandığından emin olmak için sertçe kapatırlar. Kapatmak geçici bir tedbirdir, asıl olan açıklıktır, serazatlıktır.
Kapının hayatımıza nasıl girdiğini tahmin etmek zor değil. Hayatın başladığı ilk andan itibaren bizimle beraberdir diyebiliriz. İnsan yeme-içme, giyinme ve mesken ihtiyacı ile birlikte doğar. Bütün bir insanlık medeniyetini bu üç ihtiyacın üzerine bina edildiğini söyleyebiliriz nitekim. Burada üzerinde durduğumuz kapı bu temel ihtiyaçlardan meskenle ilintili bir kavram, bir olgu olarak ortaya çıkmıştır. Tahmin etmek zor değil. İnsan dışarıdan gelen doğal, çevresel tehditlere, mesela vahşi hayvan saldırılarına, sıcağa, soğuğa karşı mağara gibi bir meskene sığınma gereğini duymuştur. İlkel diyeceğimiz hayatın ilk aşamasından hemen sonra buna avcı toplayıcı insanların kazandıklarına göz koyan insanların hırsızlık amaçlı saldırılarını da eklersek mağaraya sığınan insanın kapıyı icat etme gereğini duyduğunu söyleyebiliriz. Kapı, dışarıdan, çevreden gelen tehditlere karşı mağaraya sığınan insanın dışarı ile bağını devam ettirme isteğinin de bir karşılığıdır.
Bugün bir çadırın çıkışına asılan bezden tutun, ahşaptan yapılanlara, çelikten üretilenlere kadar baş döndürücü bir hızla gelişen ve hala gelişmekte olan kapı olgusu bu şekilde hayatımızın ayrılmaz bir parçası olmuştur. Kapının şekli, ebadı, işlevi geliştikçe ona yüklenen anlam da gelişmiştir. Toplumlar sosyal hayatlarına, kültürlerine, tarihlerine göre şekillenen karakterlerine göre kapıya yeni anlamlar, yeni işlevler yüklemişlerdir. Bir kapı edebiyatı, literatürü oluştuğu gibi kapı ve müştemilatı ile ilgili dev bir sanayi de vardır. Hırsızlık, vahşi hayvan saldırısı, soğuk, sıcak gibi “kötülükler”den korunma amaçlı ilkel bir dürtüden milyonlarca insanın iş güç sahibi olduğu, ekmek yediği dev bir “iyilik” doğmuştur. Sonra her toplum bu kötülükten neşet eden iyiliğe kendi karakterini de yansıtmıştır. En basitinde her milletin kapı motifleri diğerlerinden farklılık arz eder.
Bu, toplumların kapı olgusuna verdikleri isimde, kullandıkları kelimede de kendini gösterir.
Bilindiği gibi bir varlığa isim konurken o varlığın ilk karşılaşmada zihinde uyandırdığı bir anlam, belirgin bir özellik, bir çağrışım ya da öne çıkan bir işlev belirleyicidir. İsimlendirmeyi yapan kimsenin ya da toplumun konumu, durduğu yer de isim tercihinde belirleyici bir etkendir.
Araplar kapıya “bab” derler. “b.w.b” kökünden gelir. Çöl anlamına gelen el-bebwat ile aynı köktendir. Bu, sabahın ilik ışıklarıyla birlikte develeri için su ve mera aramak üzere çöle yönelen Arap için anlaşılır bir isimlendirmedir. Kapı Arap için çöle açılan bir çıkıştır. Mesken ise zorunlu bir sığınaktır, asıl olan çöldür, dışarıdır. Bu ister hakiki ister mecazi anlamında (özellikle mecazi anlamında) kullanılsın “bab” kelimesinin geçtiği her yerde ilk olarak göze çarpan bir anlamdır. Bir yazar mesela kitabında işlediği konunun her açılımına, her bölümüne “bab” adını verir. Mesken arızi, çöl ise esastır Arap’ın hayatında. Kızıl denizin Hint okyanusuyla buluştuğu çıkışa da bu yüzden “babu’l mendeb” denmiştir. Arap’ın sosyal hayatta olduğu gibi coğrafi vakıada da gözü hep çıkıştadır. Kapı incecik bir zardır Arap çadırında.
Kapıya Kürtçede “derî” denir. Hint-Avrupa dil ailesinde küçük bazı değişikliklerle ortak bir kelimedir. Farsça “der”, İngilizce “Dor”, Almanca “Tür” gibi. “Derî” Arapçadaki “bab” gibi dışarıyla irtibatlı bir kelimedir. Çünkü Kürtçede dışarıya “der” denir. Kürtler de Araplar gibi dışarıyı merkeze alan bir hayat yaşarlar. Günün ilk ışıklarıyla meralara dağılacak sürülerin sahipleridirler. Sürülecek tarlaları vardır. Kürt’ün toplumsal hayatını düşündüğümüz zaman kapıya dışarıyla irtibatını sağladığı için “derî” adının verildiğini söyleyebiliriz. Derî yani, dışarıyla ilgili. Kelimeye eklenen her harf aslında ilk anlama eklenen yeni bir anlama işaret eder. “Der” ve “derî” ilişkisini de böyle okumak gerekir. Kürt’ün kapısı Arap’ınki gibi ince bir zar olmasa da gözü hep “der”dedir, yani dışarıda. Hasta birine bile geçmiş olsun anlamında “derbasî be” (kapı açık olsun) derler. Malum “derbas” kelimesinin sonundaki “bas” aslında açık anlamına gelen “baz”dır.  
Hem Araplarda hem Kürtlerde kapı dışarıya karşı kapanmaktan çok kapalı içeriden engin dışarıya açılmayı ifade eder.
Türkçede ise kapı kelimesinin kapanma fiilinden geldiği hemen anlaşılıyor. Bu isimlendirme Türklerin hayat tarzlarıyla uyumludur. Aslında fetihlerle dolu Türk tarihine bakılırsa fetih kelimesinin anlamından da anlaşılacağı gibi açılım esaslı bir süreç olduğu görülecektir. Ancak bu Türkçedeki kapı kelimesinin anlamıyla mütenasip olacak şekilde sonunda kapanmayı hedefleyen bir açılmadır. Osmanlı-Türk hakimiyetine girdikten sonra Arapların “Babu’l Mendeb”ine “Babu’l Mendeb boğazı” denmesi bu yüzdendir. Türk’ün kapısı kapalı olmalı, gerektiğinde açılmak üzere. Arap’ın ve Kürt’ün kapısı gerektiğinde kapanmak üzere açık olmalı. Nitekim babu’l mendeb’e “tengav” (daralan su) diyen Kürtler daralmaya gelmezler.
Medeniyetimiz Arap’ın açılımına, Türk’ün korumacılığına, Kürt’ün serazatlığına dayanarak gelişmiştir. Bu yüzden kapıyı gerektiğinde sıkı sıkıya kapatmak üzere sürekli açık tutmak gerekir.
Batı medeniyetinin üzerimize dışarıdan kilitlediği kapıları andıran sınırlar Arapları ve Kürtleri olduğu kadar başta bu sınırlara kapaklanan Türkleri de rahatsız ediyor çünkü.
 Allah’ın bir adı “mufettihu’l ebvab” (Kapıları açan)dır.