Ekrem Bunni
Suriyeli yazar
TT

ABD'nin Suriye politikasının parametreleri!

Son olarak yeni ABD yönetiminin, Suriye'deki durumla başa çıkmak için, bir strateji oluşturmayı planladığı sızdırıldı. Strateji şunları içeriyor; ülkenin kuzey doğusundaki askeri varlığını korumak ve 2254 sayılı BM Kararı uyarınca barış sürecine bağlı kalmak. ABD Dışişleri Bakanlığı'nın 16 Aralık’ta yayınlanan yıllık terör raporu da, Suriye rejiminin şiddetten ve binlerce aşırı İslamcıyı hapishanelerinden salıvererek, bazıları terör örgütü olarak sınıflandırılan Şii milisleri şu ya da bu şekilde ülkeye çekerek, terörizm adına halkına baskı uygulamaktan sorumlu olduğu sonucuna vardı. Son sızdırma ve Dışişleri’nin raporu ile ülkedeki kanlı şiddete karşı olumsuzluk, kayıtsızlık ile karakterize edilen belirsiz ve çelişkili Amerikan duruşlarıyla dolu uzun yıllar arasında, ABD'nin Suriye politikasını hala kontrol eden parametreler veya belirleyiciler olarak kabul edilebilecek şeyler var. Amerikan politikasının küçültmeden veya büyütmeden ya da abartılı bahislere girmeden doğru perspektife yerleştirilmesi için bu parametre veya belirleyicilerin özetlenmesi gerekli ve faydalıdır.
Diyelim ki ABD’nin mevcut Suriye rejimini devirme arzusu hala geçerli, ilk parametre, hedefsizliktir. ABD, Suriye krizinin en başından itibaren rejimin görevden ayrılması çağrısını tekrarladı ve ülkeyi yönetemeyecek durumda olduğunu deklare etti. Ona uyguladığı ekonomik ve diplomatik yaptırımları sertleştirdi. Kimyasal silahların tekrar tekrar kullanılması durumunda rejimi caydırıcı bir ceza konusunda uyardı. Ama rejimle müzakereleri teşvik eden, Rusya'nın onu kurtarmadaki rolünü görmezden gelen, failleri cezalandırmak için yoğun ve kararlı bir çaba göstermeyen veya Suriye muhalefetini desteklemeyen ve rejimin gitmesini sağlamasına imkan vermeyen de ABD’nin kendisiydi. Bu durum, ABD yönetiminin Suriye rejimini devirmeye yönelik gizli amacının varlığına güvenenlerin hesaplarını yeniden gözden geçirmelerini gerektiriyor. Sebebi de sadece Suriye'nin müttefiki İsrail’e yakınlığı ve Suriye'deki radikal değişimin Tel Aviv'in çıkarları ve stratejik güvenliği üzerindeki etkisinin boyutunu hesaba katmasıyla ilgili değil. Keza rejimin devrilmesine eşlik edebilecek kaos ile kargaşa ve bunların komşu ülkelerin güvenlik ile istikrarını tehdit etmesiyle de bağlantılı değil. Daha ziyade, demokratik muhalefetin zayıflığı ve parçalanmışlığı ışığında, rejimin alternatifinin terörizmin kuluçka merkezi olan İslamcı bir otorite olması olasılığıdır. Bu İslamcı otoritenin komşusu da yıllarca süren ve tarafların sonuna kadar gittikleri mezhep çatışmasından sonra doğurganlığı artan İslami radikalizm için uygun bir üreme alanı olacak.
Ancak bu, ABD yönetiminin mevcut rejimin olduğu gibi devam etmesini istediği anlamına gelmiyor. Aksine, İsrail hükümetinin her zaman uyguladığı bir yaklaşımla uyumlu olarak rejimin zayıf olmasını istiyor. Bu amacı gerçekleştirmek için de ekonomik baskı ve siyasi ambargo enstrümanlarını harekete geçirmeye başvuruyor. Rejimle normalleşme çabalarını engellemek dahil Ceaser Yasası yaptırımlarının özünü uygulamaya devam etmeye, açılım, Arap ve Avrupa ülkelerinin Suriye’nin yeniden imarına katkıda bulunmalarının koşulu olarak siyasi çözüm sürecinde ilerlemenin önceliğini vurgulamaya yöneliyor.
İkinci parametre, İran'ın Suriye'deki rolü, dolayısıyla Tahran'ın bölgesel genişleme ve nüfuz projesine yönelik Amerikan pozisyonunun esnekliğidir. Washington, Devrim Muhafızlarının artan rolü, ardından Hizbullah'ın Suriye’deki çatışma hattına girişi konusunda sessiz kaldı. Mezhepçiliği alevlendirme veya mezhepçilik temelinde gerçekleşen yakıp yıkma, öldürme, cezalandırma ve işkencelere, İran'ın Suriye’deki varlığını pekiştirmek için yerinden etme ve demografik değişim girişimlerini genişletmesine göz yumdu. Bu esnekliğin belki de Tahran'ı nükleer programını durdurmaya ve onunla yapılan anlaşmanın şartlarına uymaya teşvik edecek bir katalizör görevi göreceğine güvendi. Dahası bölge ülkelerine şantaj yapmak için de İran'ın devam eden tehdit ve nüfuzundan yararlanmış olabilir. Onun bazen İran’ın varlığını kuşatmak ve sınırlamak için harcadığı çaba bu gerçeği değiştirmez. ABD, İran’ı sınırlamak için kimi zaman silah sevkiyatlarını ve Suriye'de İran’a bağlı milislerin mühimmat ve silah depolarını imha etmesini sağlamak için İsrail’e istihbarat bilgileri sağlıyor. Kimi zaman da ülkenin doğusundaki askeri varlığını sadece DEAŞ’ın kalıntılarıyla mücadele için değil, aynı zamanda sözde Şii Hilali ülkeleri arasındaki kara bağlantısını kesmek için kullanıyor.
Washington'un güçlerini Suriye'de tutma konusundaki mevcut arzusu göz önüne alındığında üçüncü bir parametre daha var ki, özü, Suriye ihtilafında kuvvetlerinin herhangi bir doğrudan askeri rolünü etkinleştirmekten veya genişletmekten kaçınma konusundaki ortak Amerikan kararlılığıdır. Bilhassa Afganistan ve Irak'taki iki acı deneyiminden sonra, arka planda veya uzaktan faaliyet göstermekle yetinmektir. Krizi bir dizi hassas ve tehlikeli bölgesel dosyayla bağlantılı olan Suriye gibi bir ülkede, askeri rolün sonuçları ve maliyetleri muhtemelen maliyetli ve telafisi zor olacaktır. Bütün bunlardan kastımız, Suriye’deki durumla ilgili Amerikan açıklamalarının yüksek çıtasının ve sözlü tırmandırmaların, ancak yanılsama ve arzuları onları alıp çok uzaklara götüren, güç dengesini alt üst edecek bir Amerikan askeri rolüne güvenen birkaç kişiyi yanılttığıdır. Gerçek şu ki, Washington'un rejime ve müttefiklerine yönelik tehdit ve gözdağı dili, Suriye’nin ıstırap ve felaketinin en zor ve acı aşamasında dahi bir bardak suda koparılan bir fırtınadan başka bir şey değildi. Çoğunlukla da bir pazarlık kartı olarak, katliamlar veya daha önce kırmızı çizgi olarak kabul edilen kimyasal silah saldırıları kurbanlarının korkunç görüntülerinden kaynaklanan ahlaki baskıyı soğurmak için kullanıldı.
Suriye'nin, yakın gelecekte Beyaz Saray'ın öncelik basamaklarında üst sıraları işgal etmemesi ve etmeyecek olması yukarıda saydığımız parametreleri perçinliyor. Suriye’nin ABD’nin öncelikleri arasında üst sıraları işgal etmemeye devam etmesi olası ve bunun nedeni de, maruz kaldığı geniş çaplı yıkım bir yana, çekici yer altı zenginliklerine sahip olmayan rantçı bir ülkeden elde edilecek ekonomik ve ticari faydaların mütevazılığıdır. Diğer neden, küresel hakimiyetle ilgili rekabet hesaplarındaki sınırlı değeridir. Ayrıca ABD yönetiminin iç durumla, ekonomik ve sosyal kaygılarla ilgilenme eğilimi, açıklanmış dış meydan okumaların öne geçmesiyle de bağlantılıdır. Dış meydan okumaların en bariz olanı Çin'in ekonomik bir rakip ve liderlik pozisyonu için mücadele eden bir güç olarak yükselişinin neden olduğu riskleri önlemektir. Bu yolda ilerlerken ABD, diğer yandan da Suriye’yi Rusya ve İran gibi muhaliflerine ve düşmanlarına kan kaybettiren, yoran ve krizlerini derinleştiren bir bataklık gibi kullanıyor.
ABD'nin Suriye'ye yönelik politikasının arzu ve isteklere göre değil, dünyanın bu bölgesiyle birlikte yaşayan çıkarlara, güç dengelerine ve hedeflere dayandığı doğrudur. Aynı şekilde Suriye trajedisinin ancak uluslararası uzlaşma ve kararlı bir dış müdahale yoluyla etkin bir şekilde üstesinden gelinebilecek sınırlara ulaştığı da. Ancak uluslararası rolü harekete geçirmek isteyen Suriyelilerin de sürekli harcamaları gereken çabalar olduğu da doğrudur. Bu çabaların en belirgini; failleri sorumlu tutmak ve yargılamak için ihlallerin ve suçların belgelenmesini sürdürmek. Halklarına karşı biriken insani sempatiyi, baskıcı bir kamuoyuna dönüştürmek ümidiyle insanlarının yaşadığı felaketi ve çektikleri sıkıntıları yaymak için tüm platformlardan yararlanmak. Bu bir rüya olabilir, ama doğru seçimdir. İkna edici bir demokratik blok ortaya çıkarmak için mevcut fırsatlara yatırım yapmak, Suriye muhalefetinin içler acısı görünümünü değiştirebilir ve mevcut rejimin alternatifi olarak güven kazanma yolunda ilerlemesini sağlayabilir.