Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Seçimlerle değişime direnmek

Dünyadaki çoğu siyasi sistemde, parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri, istikrarlı ülkeler ve devletlerde halkın iktidara katılımı için barışçıl bir mekanizma, kriz zamanlarında ise, krizlerden barışçıl değişim ve istikrarın geri kazanılmasına doğru bir çıkış yolu oluşturur. Ancak bu, çoğu Arap ülkesinin, özellikle de çalkantıların veya istikrarsızlığın hakim olduğu ülkelerin gerçeği için geçerli değildir.
Bunun şu anki en iyi tanığı, Libya'da zamanında düzenlenmeyeceği kesinleşen seçimlerdir. İşin garibi, uygulanmasına karşı çıkanlar ya da ertelenmesini savunanlar, acilen düzenlenmesinin savunucuları olması gerekenler, yani Başkanlık Konseyi ile Başbakan! Görev süresini kendi kendine uzatan Temsilciler Meclisi'ne gelince, bilhassa başkanının kendisi cumhurbaşkanlığı, olmazsa başka bir makama aday olduğundan, seçimlerin düzenlenip düzenlenmemesi konusunda düşünce ve davranış olarak bölünmüş bir durumda.
Tüm çalkantılı veya devrimin yaşandığı Arap ülkeleri, çalkantı ve kargaşa içinde olmayı sürdürüyor. Herkes seçimlerin bir çıkış yolu olduğunu söylese de, seçimler ya erteleniyor ya da düzenlenirse kaybedenler tarafından sonuçları kabul edilmiyor ve hileli sayılıyor.
Nitekim Irak’ta bu yaşandı. Suriye'ye gelince hem cumhurbaşkanlığı hem de parlamento seçimleri, değişmemekte diretmenin ve krizin devamlılığının tanığıdır. Seçimlerin yapıldığı tek Arap devrimi ülkesi olan Tunus'ta bile cumhurbaşkanı aniden siyasi sistemi durdurmaya ve birkaç ay geçmesine rağmen adımları tam olarak netleşmeyen yeni bir yol benimsemeye karar verdi! Uluslararası kararların dahil olmadığı (Allah’a hamd olsun) Mısır dışında, yapabilseler de yapamasalar da, süreçleri belirleyenler ya da izleyenler - Güvenlik Konseyi ve BM özel temsilcileri aracılığıyla- genel olarak uluslararası taraflardı.
Bunun mümkün olabilmesi için devrimler veya kargaşalardan sonra dominant taraflar arasında ortak bir siyasi “uzlaşma” yaratmaya çalıştılar. Uzlaşma veya sözde uzlaşma yoluyla, tarafsız bir araç olması için bir seçim komisyonu teşkil ettiler.
Anlaşmazlıkların da anayasa mahkemesinde görülmesine karar verildi. Ancak Irak'ta baskın taraflar veya fiili güçler Seçim Komisyonu'nun da kontrolünü ele geçirdiler ve 2018 seçimlerinde ezici bir zafer kazandılar. Ama çok geçmeden genç kitleler, baskı güçlerine ve zayıf Adil Abdulmehdi hükümetine karşı ayaklandı.
Sokaklarda aylarca süren şiddetli kargaşa ve çalkantıdan, yüzlerce ölümden sonra, baskın güçler tarafsız bir hükümetin kurulmasını ve erken seçimlerin yapılmasını kabul ettiler.
Nitekim Seçim Komisyonu’nun gözetiminde seçimler yapıldı ve 2018’de tüm kazanan veya öne çıkan partiler kaybetti. Seçimleri devrimciler değil (esasında baskın güçlerden biri olan) Mukteda es-Sadr'ın partisi kazandı. Sahnede yer alan diğerlerinin çoğu, seçimlere hile karıştırıldığını düşündüler. Tüm gözlemciler seçimlerin ciddiyeti ve sonuçları konusunda mutabık kalsalar da, gürültülü gösteriler düzenlediler ve hala da düzenliyorlar!
Irak ve Libya arasındaki fark, Libya’da baskın güçlerin - doğu, batı ve güney şeklinde bölünmelerine rağmen - seçim sürecini durdurmayı başarmalarıdır. Nitekim Libya’nın batısında da başarılı olup seçimi engellediler. Her halükarda, mevcut sahnede yer alan hemen hemen herkesi dahil edersek yaklaşık 97 kişi cumhurbaşkanlığı için aday olduğunda konunun zorluğu açıklığa kavuştu. Bu adaylar arasında, tam anlamıyla babasının oğlu olan Seyfulislam Kaddafi gibi yeni sürpriz isimler de ortaya çıktı. Böylece Libya’daki egemen güçler Irak’takilerden daha cüretkar davrandılar ve seçimlerin ertelenmesi çağrısında bulundular. Bu konudaki argümanları da, Iraklıların argümanına benziyor: daha seçimler düzenlenmeden önce (!) taraflılık ve hile yapmakla suçladıkları Seçim Komisyonu.
Seçimlerin veya sonuçlarının kabul edilmemesi, tekrarlanan ve kalıcı bir olgudur, özellikle de Suriye ve Cezayir'de olduğu gibi, fiili veya baskın güçler baştan sona hakim olmadıkları takdirde. Asıl karamsarlığa sevk eden; bu durumun daralmak yerine genişlemesi.
Seçimlerin ve sonuçlarının reddedilmesi olgusunun genişlemesinin tezahürleri arasında uzayan Lübnan krizi de var. Lübnanlılar çok geç harekete geçtiler ve halk devrimi 2011'de değil, 2019'da gerçekleşti, ancak onların kitlesel devrimi Irak devriminin sonuçlarını vermedi. Baskın güçleri erken seçime zorlayamadılar. Ancak yine de devrimciler tüm değişim umutlarını seçimlere bağladılar. ABD’liler ve Fransızlar başta olmak üzere uluslararası taraflar da onları buna teşvik ettiler. Şimdi de BM Genel Sekreteri teşvik ediyor. Aslında, 2018'deki seçimlerde temel alınan seçim yasası, özellikle neredeyse tamamen bir dini grubun yaşadığı bölgeler ve Hizbullah’ın silahının varlığı nedeniyle gözle görülür bir değişikliğe olanak tanımıyor.
Bu nedenle, seçimler yapılsa dahi, değişim isteyen gençlerin umutlarını gerçekleştirmeyecektir. Çok kötü ekonomik ve sosyal koşullar açısından Lübnan, Irak, Tunus ve Sudan gibidir. Fakat bu ülkelerden farklı olarak bu durum Lübnan için yenidir ve bu nedenle sonuçları veya neticesi korkunçtur. Çünkü iktidardaki silahlılar sahneden çekilmedikçe seçimlerin daha iyiye doğru değişimi sağlaması mümkün değildir. Bunun sonucunda, şu anda şiddetlenen göç dalgaları ve girişimleri de artacaktır.
İki yıl önce eski Sudan devlet başkanı Beşir'e karşı devrimde ordunun (belki de üst düzey subayları arasındaki anlaşmaya dayanarak) onun yanında yer almaması ve yönetiminin çöküşünden sonra, uluslararası toplum, Afrika ve Arap tarafların müdahalesiyle, bir yıl sonra sona erecek olan geçiş sürecinde asker ve sivillerin katıldığı bir mekanizma üretildi. Gelgelim Sudan'ın 30 yıllık askeri yönetimden sonraki sorunları büyük ve çok olduğundan, sivil ve askeri tarafların sabrı tükendi. Ordu, ortaklıktan vazgeçme, sivil hükümeti görevden alma, üyelerini tutuklama veya ev hapsinde tutma yoluna gitti. Ancak uluslararası baskılar, hükümete ve halka yapılan yardımların kesilmesi nedeniyle yeni geçiş yapılan aşama bir aydan fazla sürmedi.
Böylece Hamduk, sivillerin memnun olmadığı bir anlaşmayla başbakanlığa geri döndü. Artık günlük yönetime katılım sorunlarının yanı sıra bir de şu soru dillendirilmeye başlandı; geçiş dönemi sonunda gerçekten de seçimler düzenlenecek mi?
Kargaşa içindeki ülkelerde seçimler dışında barışçıl bir değişim mekanizması yok, ama oy sandıklarında başarısız olurlarsa, baskın olanları gitmeye kim ikna edecek?
İşte sorun da zaten bu!