Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

Koronavirüs ve mezhepçi İran, Arap ülkelerini çevrelemekte ortak!

İranlılar bu bölgeye girip, aralarında büyük ve önemlilerin de olduğu bir dizi Arap ülkesini pratikte ve fiilen işgal etikten sonra, her şeyi etkileyen korona pandemesinin sırası geldi. Bu gerçekten ürkütücü virüs ve varyantlarının gölgesi tüm dünyaya yayıldı ve Noel kutlamalarını iptal ettirdi. Omikron varyantı tüm dünyayı sardı ve bu satırlar yazılana kadar, yalnızca ABD’de kaydedilen yeni vakaların yüzde 70’inden fazlasını temsil eder hale geldi. ABD’de bir hafta önce günde yaklaşık 170 bin yeni vaka kaydedildi ki bu, son iki hafta içinde yüzde 38'lik bir artışın yaşandığı anlamına geliyor.
Bu makale yazılana kadar açıklanan raporlara göre tek başına New York eyaletinde tespit edilen günlük vaka sayısı 38 bin 835’e ulaştı. Bu salgının inanılmaz istilası tüm dünyayı ele geçirdi ve dünyada ulaşmadığı hiçbir yer bırakmadı. Bütün bunlar geçen hafta içinde, daha bu salgın, bütün ülkeleri ve kıtaları, uzak ve yakın bütün şehir ve köyleri ile tüm dünyayı sarmadan önce yaşandı.
Bu nedenle, dünyanın birçok ülkesinde aktivizm durdu. Dünyadaki birçok havayolu, özellikle de Amerikan havayolları, bu makalenin yazılmasından yaklaşık bir hafta önce, Omikron varyantının hızla yayılmasının uyandırdığı küresel korkuların dayatması arasında 2 binden fazla uçuşu iptal etmek zorunda kaldı. Zira bu korkunç virüs uluslararası havaalanları çalışanları arasında ve bazıları bu korkunç salgınla ilgili verilerini saklayan birçok dünya ülkesine yayıldı. Doğrulanmış ve kesin bilgiler bu ülkeler arasında Ortadoğulu ülkelerin de olduğuna işaret ediyor.
Bilhassa bazı Afrika ülkelerinde Omikron varyantının ortaya çıkması ve benzeri görülmemiş bir hızla yayılmasından sonra bu salgının en tehlikeli yanı, Avrupa ülkelerin çoğunu kapsamasının uzak bir ihtimal değil, kesin olmasıdır. Ancak tüm bu korku ve tahminlerin aksine bilimsel araştırmalar bu salgının o kadar korkutucu olmadığını ve risklerinin en ağır şekilde 60 yaş ve üzeri yaşlılarda görüleceğini doğruladı. Bazı bilimsel araştırmalar bu varyant ile enfekte olmanın, şiddetli soğuk algınlığı türlerinden daha tehlikeli olmayacağını belirtmekle kalmayıp, aynı zamanda teyit etti. Sorun, bu varyantın dünyada pek çok korkunun yayıldığı bir zamanda yayılmaya başlaması.
Denildiği gibi bir şey benzerini hatırlattığından, bu noktada, söz konusu salgının (korona ve varyantları) yanı sıra bir diğer salgınla, yani İran ile mücadele etmeye çalışanlar şunu anlamalılar, İran salgını Irak, Suriye, Yemen ve ardından Lübnan’ın aralarında olduğu bir dizi Arap ülkesinde erken bir zamanda yayıldı. Dolayısıyla, elbette başta Suudi Arabistan olmak üzere bu alandaki yönelimlerinde (uzlaşıda) samimi olan bazı Arap ülkelerinin isteğine ve çabasına İran karşılık verse dahi artık onu (salgını) kontrol etmenin fiili bir olasılığı olmadığını idrak etmeliler.
Şimdi İranlıların ve yandaşlarının elinde bir silah haline gelen bu salgın, söz konusu Arap ülkelerinin birçoğunu kontrol altına almış durumda. Velayet-i Fakih devleti, salgını, bu bölgedeki temel silahı olarak görüyor. Alevler içindeki Ortadoğu’da istikrar ve sükûnet için çaba sarf edilmesini isteyen bazı ‘dürüst ve samimi’ Araplar kendisi ile bu alanda müzakereler başlatsalar bile İran bu silahtan vazgeçemez.
Velayet-i Fakih takipçilerinden biri, esasında İran kuvvetleri olan destekçilerinin sayısının 100 bin olduğunu, İranlıların pratikte ve fiilen Körfez’den Akdeniz’e bu bölgeyi kontrol ettiklerini söylemişti. Keza Lübnan’ın fiilen ve pratikte İran’ın bu mezhepçi ‘imparatorluğuna’ bağımlı hale geldiğini de. Aynı Beşşar Esed Suriye'si, Başbakan Mustafa el-Kazımi’ye tüm saygı ve takdirimize rağmen Irak ve Yemen gibi. İran’a bağlı Husiler, Yemen’i, Babül Mendeb, Umman Denizi ve bazılarına göre Kızıldeniz’in bir kısmını bir İran eyaletine dönüştürdüler.
Velayet-i Fakih devletinin tüm büyük ve küçük devletleriyle birlikte bu bölgeyi mezhepçi bir bölgeye dönüştürmeye çalıştığını ve ne yazık ki bu alanda ciddi başarılara imza attığını anlamak gerekir. Aksi takdirde, İran’a ‘mezhepçi’ bağımlılığın artık Bilad er-Rafideyn- Irak'ı, hatta ‘Arapçılığın atan kalbi’ Suriye'yi bile kapsaması başka ne anlama gelebilir? Aynı durum otomatik olarak Lübnan, Humeynici ve Hamaneyci olarak tanımlanan İran'a doktrin ve siyasi olarak bağlı olan Husiler’in hakim oldukları kısmıyla Yemen için de geçerli.
Gerçeklerin aksine devlet diye tanımlanan bu sözde devletlerin, pratikte ve fiilen Velayet-i Fakih 'e bağlı mezhepçi oluşumların ötesine geçmedikleri bir gerçektir. Onların başı ve öncüsü de bir devlet değil, Ali Hamaney liderliğindeki mezhepçi bir sistem olan İran’dır. Bu, ne yazık ki, diğer bazı ülkeler için de geçerlidir. Bunlardan biri de Hasan Nasrallah liderliğindeki en radikal ‘mezhepçilerinin’, Sünnileri, Marunileri ve tüm mezhepleriyle ülkenin tamamını yuttuğu Lübnan’dır. Öyle ki ülkelerinin artık var olmadığını söyleyenler var. Bir zamanlar ‘Ebedi mesaj sahibi, tek Arap ümmeti’ sloganını benimseyen ülkeler (Suriye ve Irak) gibi Lübnan’ın da İran’a bağlı ve onun emrine girmiş olduğunu, mezhepsel olarak İran’a bağlandığını söyleyenler de bulunuyor.
Dolayısıyla gerçekler, şimdi değil daha Velayet-i Fakih devleti var olmadan önce olduğu gibi anlatılmalıdır. Gerçek şu ki, bu haliyle İran bir devlet değil, daha çok mezhepçi bir kurumdur. Onu takip edenlerin hepsi de ne yazık ki mezhepçidir. Büyük Ayetullah’a tabi hale gelen ülkeler maalesef kendilerine ait olmayan tarihi isimler taşımaya başladılar. Öte yandan, bu tarihsel dönüşümlerden önce ‘Okyanustan Körfez’e sloganını benimseyen Arap dünyasının tüm bu büyük ülkelerini kapsar hale gelen bu akıma karşı yüzmeye çalışanlara takdir ve saygılarımızı sunuyoruz.