Ömer Özkaya
Yazar
TT

Yeni teocoğrafya ve küresel kurgu

Afganistan'daki Buda heykellerinin tahrip edilmesi, Irak, İran, Suriye, Mısır ve Türkiye'den farklı dinlerden insanların yaşadıkları coğrafyaları terk etmek zorunda kalmaları, Avrupa'da başlayan ırkçılık, Yahudi ve İslam karşıtı şiddet eylemleri, Hindistan’da baş gösteren Hindu-Müslüman çatışmaları, Afganistan'da devam eden Sünni-Şii mücadelesi ve İran Humeyni Devrimi öncesi Türkiye’de yaratılan Alevi-Sünni gerilimi sonucu çareyi Avrupa’ya göç etmekte bulan Alevi toplumu, önce İsrail’den sürgün edilen ve sonra tekrar İsrail'e göçe zorlanan Yahudiler... Listeyi uzatmak mümkündür.
Yukarıdaki tablo kadim teostratejilerin yeni bir içerikle devam ettirildiğinin ipuçlarını vermektedir. Farklı olanı silip atma ve tek tip toplum, din ve kültür oluşturarak daha kolay olacak yönetim tasarlamak ve gerçekleştirmek istenmektedir. Tarihi irdeleyince zaman zaman başarıldığı görülen fakat beklenen getirinin sağlanamadığı bir yöntemdir bu.
Avrupa'da görülen Katolik-Protestan savaşlarının hala devam etmesi sorunun derinliği hakkında bilgi vermektedir. Ayrık otu çiftçiliği, zararlı olduğu düşünülen bitkilerin ayıklanmasını temel alır. Aslında hedef, yetiştirilen bitkinin sağlığı yanında onun daha da semirmesini sağlayarak tüketiciye bol ürün sağlamasıdır. Aynı zamanda gereksiz addedilen diğer bitkilerin su ve gübreden pay alması engellenir.
Bu çiftçilik türünün yönetim biçimi haline gelmesi korkunç bir durumdur. Çünkü bu sonu gelmez çabanın bir döngü olarak devam etmesi aklın, zihnin ve zekânın da öyküsü olması sebebiyle dehşet vericidir.
Farklı etnik, din ve kültürden birey ve kitlelerin ayrıkotu tasnifiyle öteki ilan edilerek imha edilmek istenmesi, teknolojik, bilimsel ve ekonomik gelişmişlik düzeyi ile paralel seyretmesi bir başka facianın mesajcısı olarak öne çıkmaktadır.
Birçok devletin en güçlü oldukları dönemde içlerindeki azınlıkları imha etmeyi, göçe veya din değiştirmeye zorlamaları tesadüf olmasa gerektir. Günümüzde de en güçlü devletlerde tekrar ortaya çıkan ırkçılık hareketleri, farklı din ve kültürdeki birey ve kitlelere saldırılar tarihsel bir çelişkiye yeniden hayat vermektedir: Bilimsel, teknolojik ve ekonomik gelişmeler, akıl, vizyon ve kültürde öteki olarak etiketleneni saf dışı etme eğilimini motive etmektedir. Teknikte ilerlerken ortak yaşam bilimlerinde ilkelleşme olarak ortaya çıkan bu psikososyolojik anomolinin açıklaması bir süre sonra kendini tekzip edebilmektedir.
"Güçlüyken tüm düşmanlarımı ortadan kaldırayım " düşüncesi insanlık tarihinde bir türlü kapanmayan hesaplaşma defterleri üretmektedir.
Nuh Tufanı ile yapılan küresel resetlemeye rağmen insanın içindeki canavarın tekrar en ilkel şekliyle varlığını sürdürmesi, insanı lanetiyle yaşayan varlığa dönüştürmektedir
Farklılıklardan arındırılmış toplum yapılarının ilkel kabilelerde mümkün olabildiği bilindiği halde, günümüzde tektip toplum özleminin sürdürülmesine yönelik hareketlerin sebebi ne olabilir?
DNA’larımız hacklenip gen dizilimimize düşmanlık geni mi eklendi? Kabil'in açtığı bu hesap kapanmayacak mı? Artı ve eksi uçların birleşmesiyle yanan ışık mı yoksa gerçek bir lanet mi? Saldırmak ve korunmak için katliam araçlarına ulaşabilmeyi sağlayacak ışık yanmazsa kötülük ve yaşam enerjisi bitecek midir? Yanan her ışık şeytani yönümüze takılan pil işlevi mi görmektedir?
Karanlıkta silahlar yapılabilir miydi? Karanlıkta içimizdeki yerleşik canavarlık ne kadar yol alabilirdi? Karanlıkta ne üretilebilirdi? Pandoranın kutusunu açan ışık mıdır? Işık olmasa insan olur mu, yaşar mı? Güneş bu durumda aydınlatırken insanı karanlık bir varlığa mı dönüştürüyor?
Ortaçağ karanlığında da, sanayi ve bilgi çağı aydınlıklarında da insanın canavar yönü aynı kalıyorsa arıza nerede? Tüm kadim kitaplara ve öğretileri rağmen insan denen bu makine neden sürekli yanlış işlemektedir?
İyilik işledikçe gurura kapılıp kötülük anıtı haline gelen ve canavarlaştıkça yine kötülük abidesine dönüşen insanlığın birleştiği nokta kötü olmaksa bu paradokstan kurtuluş var mıdır?
Tibet ölüler kitabı, Mısır ölüler kitabı ve daha birçok bu minvalde tablet, papirüs ve değişik materyalleri inceledikçe paradoks ebedi bir hal alıyordu. Oysa tren raylarının biri eksi diğeri artı olmadığı halde yolda gidilebiliyordu. Güneş eksi ve artı uçların birleşmesiyle yanan bir ampul değildi.
Işıklar yandıkça insanlık zıvanadan çıkarken karanlık insanı durduruyordu. O zaman insan için ışık mı yoksa karanlık mı iyiydi? Kafasındaki onca saptama ve soruyla başa çıkabilmek için tekrar en başa dönerek, gelişmişlik ile insanın ilkelleşmesi arasındaki ters orantıya mercek tuttu.
Sanki insanın kökü ile ilgili bir sorun vardı. Bu sorun bilinirse insan artık "İnsan" olma yoluna girebilirdi. İnsanın hem Tanrı’ya hem de Şeytan’a kendini kanıtlamak gibi açmazı vardı sanki. Tanrı’ya kendini kanıtlamak isterse insan iyi oluyordu, Şeytan’a kendini kanıtlamak istese kötüleşiyordu.
Kilit kavram " kanıtlamak " olabilirdi. İnsan kendini kanıtlamak için uğraştıkça batıyordu. Bu batış, onun kaybolmasına sebep oluyordu. Kötülük işleyenlerin “kendimi birden kaybettim” demesi gibi.
O halde insan zaten kendini kaybetmişti. Zaman zaman taktik ve strateji gereği insan olduğunu anımsamak ve anımsatmak için ve de insan kimliği taşıdığını ifade etmek için anlık olarak kendine geliyordu.
İnsanın sorunu, evrende yönünü ve kendini kaybetmesiydi. Işık gideceği yönü göstermezdi. Gideceği yönü aydınlatırdı. Yönü bilmek başka, aydınlatmak başka idi.
Bizlere evrende her şeyin kendi ve başka gök cisimlerinin etrafında döndüğü öğretilirdi. Bunun böyle olup olmadığını bilmiyorduk, çünkü evreni dışarıdan görmemiştik. Güneş, Ay, Gezegenler, Yıldızlar ve Astreoitler gibi bazı şeyleri görüyorduk, fakat doğru mu görüyorduk, bilmiyorduk.
Fizik hocası profesörü aradı. Sorusunu sordu. Başka türlüsü kanıtlanana kadar bu işleyişi kabul etmek gerekiyordu.
“Bir Galileo çıkıp, ‘Dünya aslında bir seradır; Ay. Güneş ve diğer gök cisimleri sera için gerekli makinelerdir, birileri bizleri seralarda yetiştirip değişik şekillerde kullanıyor’ dese de kurtulsak” diye içinden geçirdi.
Haberleri açtı: Afganistan'da Şii camiine saldırı, 54 kişi öldü. Avrupa’da ırkçılık ve aşırı sağ yükseliyor. Yahudilik ve İslam karşıtı eylemlerde artış sürmektedir. Ekonomik kriz sebebiyle dünya enflasyonist sürece girmiştir. Pandeminin Omicron varyantı hızla yayılmaktadır. Bu nedenle birçok ülke yeniden kapanma uygulamasına geçmektedir. Omicron varyantı daha az öldürücü fakat daha hızlı yayılan bir nitelik göstermektedir. Küresel ısınma nedeniyle kuraklıkların kıtlıklara sebep olacağı öngörülmektedir.
Kara ölüm dönemindeki tarihsel kayıtlara baktı. Krallara sunulan günlük haberlerle çok benzerdi.
Başka bir kanala geçti: Yemen de karışıklık ve iç savaş sürüyor. İran’ın desteklediği ileri sürülen Husiler ağır kayıplar veriyorlar. Suriye’de İdlib’te düğümlenen sorun ABD, Rusya ve Türkiye’yi sürekli olarak Kürt ve Esat sorunu bağlamında ayrıştırıyor. Lübnan’da ekonomik ve yönetsel kriz artıyor. Mısır’da İhvan-ı Müslimin sorunu bölgesel niteliği dolayısıyla uluslararası sorunlara yol açmaktadır. Çin ile ABD arasındaki gerilim AUKUS ittifakı sebebiyle artmaktadır. Çin'in Bir Kuşak Bir Yol Projesi’ne karşılık AB ve ABD’de yanıt niteliğinde projeler geliştirmektedir. Rusya ile Batı arasında Ukrayna gerilimi, iki ülke arasındaki ihtilafın savaşa dönüşme riskini artırmaktadır.
Tarihsel belgeler, 16. veya 17. Yüzyılda dünya yönetici elitine benzer raporlar verildiğini gösteriyordu. “Demek ki sorunlar aynı, karşılaşan insanlar farklı” diye düşündü.
Aynı sorunlara farklı yüzyıllarda nasıl yaklaşıldığı ve sonuçların nasıl olduğu mukayeseli olarak incelenmelidir; belki o zaman farklı bir yol izlemek için alternatifler bulunabilirdi. Yorulmuştu. İnsanlık tarihindeki bu kısır döngü canını sıkmıştı.
Avrupa’da Noel kutlamalarında yine Yahudiler hedef alınmıştı. Haberi görseli ile birlikte izleyince “Yahudiler’deki entelektüel düzeyin yüksekliği, iletişim ve organizasyon yetenekleri ve sonuçta elde ettikleri zenginlik, Avrupa’da sosyal, ekonomik ve siyasal vizyonsuzluk zamanlarında daha çok göze batmaktadır” saptamasını yaptı.
“Psikolojik üstünlük yitimi zulme sebep olmaktadır. Yahudilerin az sayıdaki güçlü ekonomik ve entelektüel aktörleri, ekonomik dezavantajlı gruplarda tüm her yere Yahudiler sahipmiş izlenimi veriyor. Kendi ataletlerini çalışarak yok etmek yerine, Yahudileri imha ederek sorunlarını çözebileceklerini düşünüyorlar, yanlış” diye geçirdi içinden.
Tarihsel döngünün aynı sorunlar ve farklı kişiler bağlamında farklı sonuçlar vermediği görüldüğü halde gelecek için ne tür bir tavır isabetli olabilirdi? İnsanın serüveni hiç te iç açıcı değildi. “Umarım fazla dünya yoktur evrende” temennisinde bulundu.
Yaratıcı ve yaratılan iki kutupsa arada çok ciddi mesafe olmalıydı.
“Vizyonsuzluğumuz, akılsızlığımız, bilimsel yetersizliğimiz ve kavrama yetimizin küçüklüğü Tanrı’yı hafife almamıza sebep oluyor sanırım, feraset ve basiret bağlanması gerçekleri görmemizi engellemektedir” diye bir başka çıkarım yaparken, televizyondaki altyazı onu sarstı: Güney Kore Busan’dan yola çıkan gemi taşıdığı otomobilleri beş günde Rusya'nın Vladivostok limanına indirdi.,
“İşte haber budur” dedi. Bir Kuşak Bir Yol Projesi’nin böylece “bir kuşak çok sayıda yol”a evrileceği ortaydı. Ulaşımın hızlanmasıyla paralel savaşlar da artıyordu. Bu korelasyon onu kilitledi.
Bazen milyonların eceli bir araya mı getiriliyordu? İnsanların akılsızlıkları mı yoksa Tanrı’nın işleri mi?
Yeni küresel yapı, kitlelerin iç içe değil öbek öbek olmasını tasarlıyordu. İç içelik değil de öbek öbek durulursa dünya daha mı kaotik olurdu?
Afganistan’daki Buda heykellerinin tahrip edilmesi iyiye yorulamazdı. Her şey aslına rücu edecekse, fazla aklını yormasa iyi olurdu.
İçini kemiren kurda yenildi. Büyük savaşlar öncesi etnik, dinsel, kültürel ve ekonomik cepheleşmeler ve gerilimler önce ülkesel, sonra bölgesel ve en sonunda küresel savaşa sebep olurdu.
Bu tarihsel seyir bağlamında “Afganistan'dan, İran'dan, Irak'tan, Suriye'den, Türkiye'den, Lübnan'dan, Mısır'dan, Sudan'dan ve daha birçok ülkeden farklı dinsel ve kültürel inançlara sahip kişiler, topluluklar Batı’ya gitmek zorunda kaldıysa bu farklı kimliklerin boşalttığı coğrafyalar zenginleşiyor mu” diye araştırdı. Tam tersi fakirleşme derinleşiyordu.
Batı'nın bu Batı’ya doğru kitlelerin göçünü engellemek için fazla bir şey yapmamasını ilginç buldu. Hristiyan, Yahudi ve diğer dinsel unsurların Batı’ya gidişi Batı tarafından sanki teşvik ediliyordu.
Yeni teocoğrafya ortaya çıkmaktaydı.
İslam dünyası, Hristiyan âlemi, Putperest ülkeler ve belki Musevi dünyası sonra alt grup olarak mezhep devletleri… Dinsel homojenleştirme... Hiç gerçekleşmemişti. Gerçekleşse de yaşamamıştı. Irksal saflaştırma... O da yaşamamıştı. Fakat hepsi bir işe yaramıştı: Savaşa.
Ekalliyet kültürü ve bilinci. Bu bilinç devam etseydi imparatorluklar yıkılmazdı. Ekalliyet nasıl davranmalı, ekseriyet (çoğunluk ) nasıl davranmalı? Bu sorulara gerçekçi yanıtlar verilmedikçe barış olamazdı.
Çoğunluk tahakkümü kadar azınlık tahakkümü de yürütülemezdi. Çünkü eninde sonunda her çoğunluk kendi azınlıklarını üretirdi. Bu etnik ve dinsel ego çatışmaları bitmezdi. “Kabil'in açtığı hesap kapanmayacak” diye umutsuzlandı.
Bilinç, akıl ve muhasebe şaşınca ne yapabilirdi ki?
Ecdattan kalan eski usullerle tarım ve sair işler nasıl verimli değilse, bu artık miadını doldurmuş politika, uluslararası ilişkiler, ekonomik sistemler, kültürler ve bunun gibi sistemler atılmalıydı artık.
Çemberde sürekli dönen Hemster gibi hissetti kendini. Sürekli devir daim olan bir Dünya, üzerinde yaşayanların olamazdı. Bu dünyadan hangi dünya dışı varlık ya da varlıklar yararlanıyordu? Bu yapılan insan ziraatinden Dünya dışında kimler besin elde ediyordu? İnsanın fasulye gibi ekilip dikilip ölümle hasadının yapılıyor olması mümkün müydü?
Yeni teocoğrafyanın bir tarım arazisi gibi bölümlere ayrılıyor oluşu aklını karıştırsa da gerçek ortadaydı: Bilim, teknoloji ve siyaset gelişiyorsa insanlık moral ve akıl bakımından geriliyordu. “Paradoks bu” dedi. Paradokslar arttıkça insan unsurunun başta kendisi olmak üzere her şey üzerindeki etkisi azalırdı. Paradokslar çağında olduğumuza göre, insanlık savrulacaktı. Şu anda savrulduğu gibi.