Müslüman, hayatını dilediği gibi yaşayan değil, kendisine çizilen sınırlar içinde kendi varlığını idame eden ve bu idame esnasında kendi iradesi ile bu sınırlara riayet ettiği gibi mubah sayılan alanda bile kendi takvası için kendisine sınır koyarak, ahlaki zeminini güçlendiren kişidir. Yani salt kendisi için çizilen sınırlara riayet etmekle kalmaz, kendisine, kendisi için sınır koyarak ilahi rızaya matuf iradesini güçlendirir.
İnsan, sınırlarına riayet ederek kendi karakterini inşa eder. Bu karakter, onu kendisi kılarak, varlık anlamını açığa çıkartacak bir imkânı sunar. Sınır, onun hürriyetini sınırlayan değil, bilakis, onu hürriyete taşıyan bir koruyuculuktur.
İnsan, iki boyutlu bir hareket kabiliyetine sahiptir. Bir, durdurulması gereken; hem kendisine zarar verme bağlamında, hem de başkalarına zarar verme bağlamında… Sınırlar, hem kişinin kendisine zarar vermesini engeller, hem de başkalarının haklarını gasp etmeyi engelleyerek zararı önler. İki, insanın takva konusunda kendisini geliştirme ve derinleştirmesi bağlamında ise sınırları aşma, gücü ve istidadı çerçevesinde sürekli daha ileri bir boyuta taşıması ve ahlaki gücünü derinliğine dayandırarak kendi varlığının anlamını idrak etmesidir. Bu da ahlaki zeminde güçlenerek daha fazla sadakat ve teslimiyet göstererek başkalarına örnek olduğu gibi kendisinin örnekliğini de temellendirerek onu mukarrebun/yakınlaştırılmış kılacak bir vasata sahip kılar.
Yaşam, insana sürekli yeni şeyler sunmaya devam etmektedir. İnsan, arzu ettiği şeyleri elde edecek gücü ve potansiyeli sürekli kendisinde verili olarak bulur. Bu yüzden, insan, sürekli sahip olma duygusunu taşıyarak varlığını yeni şeylere hazır bulur. İşte bu yüzden, insan sürekli kendisini fesada kapılmış olarak bulur. Eğer kendisine yönelik sınırlılıkları kabul etmezse, o zaman sürekli sınırları aşındırarak başkalarının haklarını ellerinden alarak zulme iştirak etmektedir. Bu da onu kendi yaratılış amacının dışına taşımakta ve sorunlu bir kişi olarak varlığını idame ettirir. Ancak, bu sorunlu hal, başka sorunların varlığının nedeni olarak sürekli yeni sorunlara teşne olmaktadır. Sınır, bu sorunları yerinde durdurmak ve geriletmek bağlamında insan için en büyük lütuftur. Bu temel gerçeği dikkate alarak haramın sınırlamasına dikkat kesilmek elzemdir.
Haram, insanın kendi nefsi arzularının esiri olmaktan kurtulması için ilahi bir lütuf olarak verilmiştir. İnsan, neyi yapacağı ve neyi yapmayacağı konusunda bir açıklığa sahip olmalıdır ki yaşamını sürdürürken, kendi haklarını korurken, başkasının haklarına da riayet edebilecek bir düzene sahip olabilsin. Bu yüzden, haramlar, hem kendisinin hem başkalarının haklarını garanti eden bir kurallar demetidir. Haram, insan açısından tabanın temelini işaret eder. Yani nerede durması gerektiğini öğretir. O sınırlara riayet ederek kendini korumaya alır. Başkalarının da koruyuculuğunu göstererek hem kendi ahlaki gelişimine katkı sunar, hem de başkalarının ahlaki bir zemine sahip olması için örneklik göstermiş olur. Bu da insanı, olgunlaştırmaya matuf bir zemine taşır. İşte, insan, sınırlarına riayet ederek gönüllü bir şekilde kendisine yasak olmayan şeyler içinde kendisine sınır koyarak, kendini mahrum kılarak ahlaki gücünü artırır ve bir ahlak abidesi haline gelmenin imkânlarını açığa çıkartır. Bu da onu ahlaki örneklik açısından öne çıkartarak hem kendisinin ahlaki derinliğine katkı sunar ve hem de başkalarının daha derin bir ahlaki zemine şahitlik etmesine imkân tanıyarak onun da ahlaki derinliğe olan özlemine tercüman olur.
Helal olan sınırlar ise, insanın kendisini serbest hissettiği ve rahat davranarak kendisini tanıyabileceği bir zemine göndermedir. Bu helal, yapılabilir olan sınırları işaret eder. Ancak, kişi, dilediği zaman bu helal sınırları kendisi için daraltarak kendi varlığının anlamını kendisi için yükseğe taşıyabilir. Bu kişinin, imanını kendisinin sınayarak kendi imanına olan güvenini temin ettiği ve ahlaki derinliğini güçlendirdiği gibi kendisini de ilahi rızaya adamaya ehil kılar.
Haram sınırları, insana yasak alanlar belirleyerek onu kendi sınırlarında kalmaya zorlayarak onu ehlileştirir. Helal sınırları ise insana rahat davranacağı bir alan tanımlarken, kendi yolculuğunu konforlu yaşamak yerine, rahatını terk ederek, ruhsal gelişimine yönelip ruhun konforunu güçlendirir. Böylece kişi, harama karşı güçlü bir irade ile kendini korurken, helal alanda bile kendisine sınırlar çizerek ruhun beden karşısında güçlendirilmesini sağlar ve böylece o kişiliği takva sahibi bir kul kılar. Zaten arzulanan şey; insanın takva sahibi bir kul olarak ilahi olanın rızasına yönelik bir arzuyu derinliğine taşıyarak onu iradeye konu etmesidir.
İnsan, ahlaki bir zeminde yasal olandan ahlaki olana geçiş yaparak kendi varlığının anlamını; hem kendisine, hem varlığa ve hem de Yaratıcısına göstererek kendi imtihanını başarılı bir şekilde verebilir. Bu haram ve helal sınırlarının insana sağladığı tecrübe üzerinden sağlanabilecek bir olguya işaret eder. Böylece yasal alandan ahlaki alana sıçramış kişi, kendi varlığı ile birlikte başkalarının varlığının anlamanın güvencesi olur.
İnsan, kendi gerçek kimliğini bulacağı vasatı, her zaman ahlaki olana yönelik ilgisi sayesinde gerçekleştirir. Müslüman olmak, kitabın sağından verildiği anlamına gelir. Ama aynı zamanda müslüman sabikun/öncü bir karakteri taşıyarak örneklik zeminini işaret eder. İşte bu öncülük/sabikun olma hali, ahlaki zemini imler. Bu da insanın ilahi irade tarafından kabulünü sağlayarak onu mukarrebun/yakınlaştırılan kılar.
Haram sınırları olmasa idi insan, kendisini rahat hissederek her istediğini yaparak kendini kaybedecekti. Bu kaybediş, sadece insanın kaybı değil, bilakis, hem diğer insanların ve diğer varlıkların da kaybına neden olur. Yani haram, fesadı durduran ve barışın ikamesi için gerekli şartları oluşturan bir olgunun varlığını mümkün kılar. Bu da ilahi rahmetin insana yönelik ilgisini ve desteğini de ortaya çıkarmaktadır. Yani insan yalnız bırakılmamaktadır. Her zaman ilahi kudret tarafından desteklenmektedir. Bir taraftan sınırlandırılarak onu korumakta, diğer yandan ise kendini gerçekleştirmeye imkân sağlayarak onun kendisini keşfetmesine zemin oluşturarak kendini tanımasına ve kendisini kendi amacına matuf bir şekilde olgunlaştırmasına katkı sunmaktadır. Yasal zeminden ahlaki zemine çıkmanın sorumluluğunu üstlendirerek onu gerçek bir şahsiyet olarak varlık kazanmasına mekân oluşturmaktadır.
İnsanın tam olarak gerçekleşeceği alanın ahlaki alan olduğu artık temel bir gerçekliktir. Bu ahlaki alana dair idrak ise ancak insan açısından mümkün olandır. Yani insan, varlık alanında tek başına bu ahlaki alana sıçrayabilecek ve onu gerçekleştirecek yegane varlıktır. İşte haram ve helal ile başlayan sınırlar, insanın iradesi ile ahlaki zemine taşınarak kendi sınırlılığını ve sınırsızlığını idrak ederek kendisinin dışında kalan insana da tanıklık üzerinden göstererek varlığın barışını ikame edecek bir pozisyonu inşa edebilir. Bu, insanın olgunlaşmasının teminatıdır. Olgunlaşma ise insan ile hitama erer. İlahi kudret olgunlaşmayı güçlendirerek insana yüklediği anlam ve umudu diri tutar. İşte insan bu güzelliği açığa çıkartarak yaratılışın anlamını açığa çıkartır.
İnsan için yasak kavramı her zaman bir sorunsal alan olarak öne çıkartılır ve özgürlüğünün yokluğuna gönderme yapılır. Ancak tarih boyunca insan, kendi sınırlılığını ve sınırsızlığını yanlış yerlerde gösterdiği zaman fesat/yapı bozumculuğu öne çıkar ve yaşam kaçınılmaz bir ızdıraba ve zulme duçar olur. Yaşam cehenneme dönüşür. İşte bugün modern kültürün inşa ettiği yaşamın cehenneme dönüştüğünün anlamını da görmüş oluyoruz. Bu yüzden insanın iştihasının kabartıldığı, nefsinin ayartıldığı, şehvet ve arzusunun kışkırtıldığı bir dünyada sadece zulüm kalır. Zulüm ise insanın kendisine, anlamına, varlığına, varlığa, yaratıcısına yabancılaşmasına her türlü neden olandır.
Demek ki, insan, önce kendi sınırlarını bildiğinde kendi varlığının anlamının ilk basamağını gerçekleştirir ve idrak eder. Ahlaki zemine çıktında ise, kendi varlığının anlamını idrak eder, tanışıklığını derinleştirir. İnsan, ahlaki zemindeki yükselişine/miracına devam ettiğinde kendi varlığının, yaşamın, diğer varlıkların ve Yaratıcısının anlamını da idrak ederek ahlaki varlığını sağlam bir makamda diri tutarak örnekliğini ve öncülüğünü göstererek mukarrebun/Rabbe yakınlığını elde eder. Bu da insanın yaşam serüvenindeki anlamını açığa çıkartan en temel konumu ihtiva eder.
İnsanın hürriyetini elde etmesi, aslında nefsine hoş görünen ve onu aldatan şeylerin esaretinden kurtulmasını sağlayan ve haram ile başlayarak helal ile devam eden alanda kendi sınırlılığını kullanarak özgürlüğünü elde eden insanın miracını/yükselişini inşa etmesine bağlıdır. İnsan böylece kendi yaşam serüveninin anlamını gerçekleştirir ve alnı ak bir şekilde ilahi huzura kabul edilir. Allah o’ndan Razı, o da Allah’tan razı olarak cennete girilmesi emredilir.
TT
Haram ve helal sınırlarında bir Müslüman’ın serüveni…
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة