Cibril Ubeydi
Libyalı araştırmacı yazar
TT

Libya… Anayasal anlaşmazlık girdabı

Kahire görüşmeleri, Libya Temsilciler Meclisi ile Devlet Yüksek Konseyi (DYK) arasındaki buzları eritmeyi ve sonuç alınacak bir uzlaşma sağlamayı başaracak mı? Görüşmeler, anayasal temel için referandum yapılması ve seçmen temelinin sağlamlaştırılması da dahil olmak üzere hakların yerine getirilmesine zemin hazırlamak amacıyla gerçekleştiriliyor. Nitekim Libya devleti görevlerini yerine getirmekte gecikmiş bir ülke haline geldikten sonra anayasal temelin oluşturulması, anayasal anlaşmazlığın çözümünde en önemli adım sayılıyor. Yasal olarak görev süresi sona eren organlar (Temsilciler Meclisi ve DYK) siyasi ve yasal meşruiyet konusunda fikir birliği olmaksızın iktidarda kalmaya, ülkeyi yönetmeye ve kamu parasını harcamaya devam ediyorlar. Her bir tarafın birbirine duyduğu güvensizlik ışığında kaos sürüyor. Bu da krizin ve dolayısıyla seçim sandıklarına başvurmak yerine kurşun ve mühimmat sandıklarına geri dönmenin asıl  nedeni sayılıyor.
Hakların yerine getirilmesini erteleyen Libya devletinde cumhurbaşkanlığı makamı kayboldu. Anayasa üzerinde uzlaşma gecikti. Seçimler bir 10 yıl kadar ertelendi. Bunların hepsi, görev süresi sona eren ve kâh tek hükümetle kâh bir ülkede iki hükümetle Libya yönetimi için birbiriyle kavga eden Temsilciler Meclisi ve DYK’nın lehine oluyor.
Libya krizi, alt tarafların çatışması, krizin dağılması ve çözümün bir yerden başka bir yere taşınmasıyla ‘Kissinger bataklığına’ gömülmüş gibi görünüyor. Nitekim Anayasa Hazırlama Komisyonu, üzerinde uzlaşılan bir taslak oluşturamadan yaklaşık 10 yıl boyunca çalıştı. Ne Temsilciler Meclisi ne de DYK, referandumda kabul edilmesi garanti olan bir anayasa taslağı üretmeyi başardı. Ayrıca Anayasa Hazırlama Komisyonu Kurucu Heyeti tarafından hazırlanan içeriği sıkıntılı taslak, referandumdan geçemeyecek eksiklerle doluydu. Çünkü taslakta kraliyet, cumhurbaşkanlığı, parlamenter veya hibrit olsun Libya'daki hükümetin biçiminden söz edilmedi. Hatta taslak, Arap-Afrikalı kimliği olan Libya devletinin kimliğini göz ardı etti ve Arap olduğu gerçeğini görmezden geldi. Bu, Libya’nın Arap bir devlet olduğu açıkça belirtilen 1951 Krallık Anayasası’nda yer almayan, tarihi bir emsal oluşturdu.
Anayasa taslağı birçok kişisel hak ve özgürlüğü yok saydı. Bu, birçok kişinin söz konusu taslağı Anayasa Hazırlama Komisyonu Kurucu Heyeti'ndeki Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) üyelerinin kalan 60 üyeyi kandırarak geçirmeye çalıştıkları, teokratik kılıf geçirilmiş bir diktatörlük taslağı olarak görmelerine neden oldu.
1951 Krallık Anayasası’nın temeli, Libya ulusunun tüm kesimlerinin uzlaştırılmasına dayanıyordu. Bu yüzden bu anayasayı hazırlayanlar birlikte yaşayabilmeyi ve geçinmeyi sağlayacak toplumsal bir sözleşme sundular ve yıllarca toplumsal barışı sağladılar. Nitekim anayasa aslında kavga ve dövüşle değil, herkesin oybirliği ile yazılmış toplumsal bir sözleşmedir. Aksi halde kabul edilmez ve toplumsal barışı sağlayamaz. Eğer baskı yoluyla ve başkalarının hakları göz ardı edilerek yazılırsa bir iç savaşın fitili haline gelir.
Birçok aktivistin ve siyasi analistin aklında Libya krizi ile ilgili önemli bir soru var: İktidarda kalma ve kriz ile bir arada yaşama sebeplerinden ötürü anayasal anlaşmazlık gerçek mi yoksa uydurma mı? Nitekim krizin devam etmesinden ve çatışmanın sürmesinden fayda sağlayanlar, Temsilciler Meclisi’nin ve DYK’nin ta kendisi. Dolayısıyla kavgalarının devam etmesi iktidarda kalmaları demek. Bu yüzden  Libya'daki siyasi çıkmazdan çıkmak için yasal olarak görev süresi sona ermiş iki organın yıllardır süregelen hegemonyasından kurtulmak üzere bir mekanizma bulunması gerekiyor.
Libya’daki anayasal anlaşmazlık, net bir Arap kimliği içerisinde ulus devletine ve vatanın sınırlarını belirleyen bir coğrafyaya inananlar ile tam aksine inanan ve sınırların dışındaki liderin ‘hilafet’ projesi olanlar arasındaki çatışmanın parçasıdır. Dolayısıyla Libya'da, sadece Mussolini döneminde üç bölgeyi (Trablus, Sirenayka ve Fizan), bazılarının da dediği gibi ‘zorla evlendirmiş’ gibi birleştiren ve Trablus’un merkezi yönetimde bulunduğu sömürge coğrafyasının meydana getirdiği bir oluşum olarak gören başka taraflar varken, iki taraf arasında bir uzlaşı temeli bulmak mümkün değil. Bu düşüncedeki taraflar gerekçelerini pazarlıyorlar. Gerekçelerinin gerçekçi olan kısmı, sağlık ve eğitim hizmetlerinin verilmesinde bile adaletsiz merkezileşme nedeniyle haksızlığa uğradıkları hissini uyandıran dışlanmışlıktır.
Aynı kişi ve organlar (Temsilciler Meclisi ve DYK) var oldukça anayasa anlaşmazlığı devam edecek ve bitmeyecek. Yüksek Yargı Konseyi gibi üçüncü bir makam, Temsilciler Meclisi'nin ve DYK’nin bitmek bilmeyen çalışma süresine son vermeye çalışmadığı sürece bu anlaşmazlık iki kurumun iktidarda kalması için bir yaşam iksiri olarak kalmayı sürdürecek.