Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Olup bitene duyarsız kalmamak: Emr-i bi’l-ma‘rûf nehy-i ‘ani’l-münker

“Her fert, kendi toplumuna karşı duyarlıdır ve çevresinde olup bitenlere lakayt kalmaz ve iyiliğin yaygınlaşması için çalışır.” cümlesi keşke hayatta gerçeklik olarak yer alsaydı. O zaman bireysel ve toplumsal hayat ne güzel olurdu! Ama maalesef durum böyle değil. İnsanların birçoğu duyarlı olmak yerine yapılan yanlış ve kötülüklere sessiz kalmakta ve “yılan kendisine dokunmadığı” sürece onun ölümcül zehir saçabileceğine aldırış etmemektedir. İnsanların birçoğunda rastlanabilecek bu duruma karşı hayatı inşa kılavuzu olan vahiy, duyarsız kalmamış “Emr-i bi’l-ma‘rûf nehy-i ‘ani’l-münker” ilkesini bir emir[1] olarak ortaya koymuştur.
Ma‘rûf sözlükte bilinen, tanınan, genel kabul gören, iyi ve faydalı, münker ise, ma‘rûfun zıddı olarak tanınmayan, kabul edilmeyen ve kötü olarak görülen şeydir. Ma‘rûf/iyilik; aklen ve dinen güzel görülüp kitaba ve sünnete uygun olan,[2] münker/kötülük ise; aklen ve dinen çirkin görülüp kitaba ve sünnete aykırı olan her şey[3] yani iyilik dinin uygun gördüğü her söz ve iş iken kötülük onun reddettiği her türlü söz ve iştir.
Mâtürîdî, emredilen ma‘rûf ve nehy edilen münkerin üç anlama geldiğini ifade eder:
1. Ma‘rûf aklın iyi gördüğü ve güzel bulduğu, münker ise aklın çirkin görüp kötü kabul ettiği şeydir.
2. Ma‘rûf, ayetlerin ve delillerin göstermesi ile güzel olduğu, münker de deliller aracılığıyla çirkin olduğu bilinen şeydir.
3. Ma‘rûf peygamberlerin dilinde güzel olarak nitelenen, münker ise onların çirkin gördükleri ve yasakladıkları şeylerdir.[4]
Hayra davet etme, iyiliği emredip kötülüğü men etme işini bireyler ve toplumlar ihmal edip terk edecek olurlarsa oluşabilecek olumsuz sonuçlar sadece kötü ve zalimlerin başına gelmeyecek aksine bütün bireylere ve toplumlara sirayet edecektir.[5]
Hz. Resul’ün verdiği habere göre; İsrailoğullarında ilk bozulmalar şöyle başlamıştır: “Adam biriyle karşılaşır ve ona: ‘Be adam! Allah’tan kork ve yapmakta olduğun şeyi terk et çünkü bu sana helâl değildir’ derdi. Ertesi gün, aynı işi yaparken o adamla tekrar karşılaşır ve onu yaptığı kötü işten alıkoymadığı gibi, onunla yiyip içmekten ve birlikte olmaktan da çekinmezdi. Onlar böyle yapınca Allah kalplerini birbirine benzetti.” Sonra şu ayetleri okudu: “İsrailoğullarından inkâr edenler, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lânetlendi. Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü. İşledikleri herhangi bir kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yapmakta oldukları ne kötüydü![6]” sözüne şöyle devam etti: “Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülüğü önler, zalimin elini tutup zulmüne mani olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız ya da Allah kalplerinizi birbirine benzetir, sonra da onlara lânet ettiği gibi size de lânet eder.”[7]
Daha önceki toplumlarda yaşanan bu yozlaşmanın en büyük sebeplerinden birisi “Emr-i bi’l-ma‘rûf nehy-i ‘ani’l-münker” farizasının terk edilmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Belki bu nedenledir ki Kur’an, münafık erkekler ve kadınların birbilerine kötülüğü emredip, iyiliği engellemelerinin[8] aksine, inanan erkek ve kadınları birbirlerinin yardımcıları, koruyucuları ve velileri olarak ilan etmiş, niteliklerini zikrederken de onların, iyilikleri emreder, kötülükleri engellemeye çalışır, namazlarını kılar, zekâtlarını verir, Allah’a ve Elçisine içtenlikle itaat eder[9] olduklarını haber vermiştir. Ayrıca insanlık için örnek ve rol model olarak gösterilen İslam ümmetinin temel vasfının “İyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak ve Allah’a inanmak.”[10] olduğu ifade edilmiştir.
İyiliği emredip kötülükten sakındırmak iki şekilde yapılır. İlki; Müslümanların birbirlerine yönelik yaptıkları iyiliği emredip kötülükten sakındırmadır. İkincisi ise; Müslüman olmayanlara yönelik yapılandır. Çünkü Müslüman, iyiliğin bütün insanlara hâkim olmasını ve kötülüklerin de tamamından kalkmasını ister. Bu nedenle diğer insanlara zarar verecek davranışlara da mani olmaya çalışır. Hz. Peygamberin tavsiyesi ile bu iş şu şekilde yapılır: “Sizden kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Buna da gücü yetmezse, kalbiyle buğz etsin, bu imanın en zayıf derecesidir”[11]
İyiliğin emri ve kötülüğün nehyi terk edildiğinde toplumdaki bozulma hali toplumun diğer kesimlerine de sirâyet eder. Bu nedenle toplumun bütün katmanlarının dinin onaylamadığı çirkin davranışlara karşı tedbir alması, görev ve sorumluluğuna göre tavır belirlemesi gerekmektedir. Aksi durumda şu hadiste yapılan uyarı ile yüzleşmek durumuna kalır:
“Allah’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehy edersiniz ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azab gönderir. Sonra Allah’a yalvarıp dua edersiniz ama duanız kabul edilmez!”[12]
[1] Âl-i İmrân 3/104
[2] Zebîdî, Tacü’l-arus Mincevahiri’l-Kamus, thk. Ali Hilali (Kuveyt: 2001),  24: 135; er-Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredat Fi-Garibi’l-Kur’ân, thk. Muhammed Seyyid Keylani (Beyrut: Daru’l-Ma’rife, ts.), 331
[3] Zebîdî, Tacü’l-arus Mincevahiri’l-Kamus, 14: 290; İsfahânî, el-Müfredat fi-Garibi’l-Kur’ân, 505.
[4] Ebu Mansur Muhammed el-Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, thk. Mecdi Basallum (Beyrut: Daru’l Kütubi’l İlmiyye, 2005), 2/455
[5] el-Enfâl 8/25
[6] el-Maide 5/78-79
[7] Ebû Dâvûd, “Melahim”, 17/4336; İbn Mâce, “Fiten”, 20/4006
[8] et- Tevbe 9/67
[9] et- Tevbe 9/71
[10] Âl-i İmrân 3/110
[11] Müslim,” Îmân”, 78; Tirmizî, “Fiten”, 11; Nesâî, “Îmân”, 1
[12] Tirmizî, “Fiten”, 9