Zuheyr el-Harisi
TT

Ahmed et-Tayyib ve Le Pen: Hoşgörünün zorunluluğu ve taassup felaketi!

Bugün Arap dünyamızda, dini söylem, miras, dinler arasındaki ilişki, biz ve öteki vb. konularda entelektüel bir uyanış içindeyiz. Bunun delili, ‘hakkında konuşulmayan’ olarak tasnif edilen bir dizi meselenin gündeme gelmesidir. Bu meselelere ilişkin bir başka algı ise, toplumsal uyumun yıkımı olabileceği ve gündeme getirildiği takdirde yaratacağı tartışma ortamıyla ötekiyle arada bir boşluk doğurabileceğidir. Oysa bu, ideolojik veya toplumsal duyarlılık nedeniyle görmezden gelinen tehlikeli bir durumdur. Hakkında konuşmaktan kaçınılan bu konulara dair yanlış ya da doğru bir yargının verilmesi gerekmektedir.
Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın bu konular ve dosyalarla ilgili dikkat çekici konuşmaları bu tabuyu yıktı ki, halen İslam dünyasında yankılanıyor ve toplumları yeniden şekillendirmede, onların dini söylemle ilişkilerini anlamada ve metin ile gelenek veya görenek arasındaki çatışmayı çözmede bir dönüm noktasını temsil ediyor. Prens Selman’ın konuşmaları, İslam dünyasında ve Batı ile ilişkilerde gelinecek bir aşamayı inşa ediyor. Zaman içinde bunun nitelikleri ve parametreleri daha da netleşecek ve konuyla ilgilenenler gündeme getirilenlerin önemini ve derinliğini anlayacaklar. Çünkü bu, bir düşünsel aydınlanmanın yanında cesareti ve sorumluluk almada gösterilen olağanüstü bir yeteneği temsil etmektedir. Aynı zamanda çeşitli engellerin aşılması ve derin fikirlerin ortaya atılması anlamına gelmektedir. Bu, toplumlarımız ve gelecek nesiller için parlak bir gelecek adına, İslam dünyamızdaki kurumların bu düşünceleri yakalamasını ve bunun üzerine bir sistem inşa etmelerini gerektirmektedir.
Siyasi kararların varlığı, ideolojik ya da toplumsal muhalefetten bağımsız olarak istediği zaman değişimi gerçekleştirebileceğini kanıtlıyor ki, Suudi Arabistan'da yaşananlar bunun en büyük canlı kanıtıdır. Bununla birlikte, bu dünyada genellikle içsel bir çatışma yaşayan ve kısa sürede acılarını farklı şekillerde boşaltan kriz içinde olan şahsiyetler vardır. Bu bağlamda eğitimli ile cahil arasında herhangi bir fark yoktur. Çünkü mesele nefret, öfke ve ırkçılıkla ilgilidir. Buradan hareketle söz konusu kişilerin, kin ve düşmanlık ektiğini, karamsarlığa ve izolasyona meyilli olduğunu görürsünüz. Onlar farklılığa inanmaz, mutlak gerçeği tekeline alır ve buna katılmayan kimselere -içlerindeki devasa narsisizm sebebiyle- şiddetle saldırırlar.
Fransa cumhurbaşkanı adayı aşırı sağcı Ulusal Birlik Partisi'nin (RN) lideri Marine Le Pen, bu sorunlu figürlerden biridir ve ırkçı düşünceyi mükemmel bir şekilde temsil etmektedir. Le Pen, bir yandan çatışmacı ve radikal; diğer taraftan Müslümanlara ve göçmenlere karşı ırkçı tutumla hareket etmektedir. Önerileri her zaman fanatiktir, nefreti ve ayrımcılığı körüklemeyi amaçlar. Ona göre bu dünyanın bekası etnik ve dini çatışmalara tabidir. Demokratik ülkelerde bu türden şahsiyetlerin yüksek makamlara ve mevkilere gelmeleri tehlikelidir. Çünkü pusulanın yönünü ülkeyi öngörülemeyen risklere maruz bırakacak şekilde değiştirebilirler. 
Öte yandan insanlığın değerine ve ortak noktalara inanan; hoşgörü, bir arada yaşama, kardeşlik ve yakınlaşma çağrısı yapan isimler de var. Ezher Şeyhi Ahmed et-Tayyib de onlar arasındadır. Açılım ve gayrimüslim halkların kucaklanması çağrısında bulunduğu son açıklamaları bunun kanıtıdır. Ramazan'da gündüzleri oruç bahanesiyle gayrimüslimlerin yiyecek ve içeceklerinin kısıtlanmasının, uzaktan ve yakından İslam’la bir ilgisi bulunmadığını söyleyen Şeyh et-Tayyib sözlerini şöyle sürdürdü:
“Hıristiyanlara zımmi denilebilecek hiçbir yer veya durum yoktur. Onlar, eşit hak ve ödevlere sahip vatandaşlardır. Çünkü vatandaşlık, İslam'ın ruhunu ve felsefesini ifade eder. Kur’an’da ve Hz. Peygamber’in sünnetinde kilise inşa etmeyi yasaklayan hiçbir şey bulamazsınız. Aksi tüm durumlar, örfün ve adetlerin mirasıdır. Bir kilisenin önüne cami inşa etmek veya tersini yapmak bir tür baskı ve kısıtlamadır. Zira İslam için camilerin korunması ile kiliselerin ve sinagogların korunması aynı ölçüde eşittir.”
İşte bu aklı başında ve dengeli bir İslam âliminin sesidir. Fakat ne yazık ki dünyada mutedil ses ve söylemlerin anlayışa ve dinlerin hususiyetine saygıya yöneldiği dönemde, bir arada yaşama ilkesini reddeden, insanlığa karşı nefretlerini sürdüren ahenksiz sesler de çıkıyor bizden.
Aşırı sağcı Fransız parlamenter olan ve daha fazla oy alma umuduyla ırkçılığı sürdüren Le Pen, babasından aşırı Ulusal Cephe Partisi’nin liderliğini devraldı. Nefret dolu ırkçı eğilimlerin yanı sıra azınlıkların haklarından mahrum olmaları için baskı yaptı. Le Pen, Fransız vatandaşlığına sahip olsalar bile Müslümanlardan nefret ediyor, onların güvenilirliklerini sorguluyor ve onlara kısıtlamalar getirilmesini talep ediyor. Ötekine düşmanlık besleyen ırkçı bir parti olan ve iktidar olması halinde Fransa için felaket getirecek bir vizyona sahip olan partisi, cami inşaatlarının durdurulması, göçmenlerin önlenmesi, halka açık yerlerde peçe takılmasının yasaklanmasının yanı sıra, Avrupa çevresinden, ekonomik ve askeri taahhütlerinden ve Schengen Anlaşması'ndan ayrılma çağrısında bulunuyor. Başka bir deyişle bu, Paris'in uzun zamandır terennüm ettiği ve dünyanın dört bir yanına duyurduğu özgürlüklere, insan haklarına ve adalet sistemine karşı bir devrim projesidir.
Fransız halkı, Le Pen'in söylediklerinin -iddia ettiğinin aksine- ulusal egemenliğin korunması değil, etnik nefreti kışkırtma olduğuna ikna olmuş durumda. Çünkü onun sözleri cumhuriyetin değerlerinden ve Fransız geleneklerinden sapma olmasının yanında dinlere saygı duymadığının delilidir. İlginç olan sözlerinin ifade özgürlüğü kapsamına girdiği yönündeki gerekçelendirme çabalarıdır. Herkes ifade özgürlüğünün gerekliliği konusunda hemfikir olsa da aradaki fark tam olarak şurada yatmaktadır: Ne kadar ileri gidebiliriz? Elbette düşünce özgürlüğü hakların özünü teşkil etmektedir ki, uluslararası anlaşmalara ve sözleşmelere dahil edilmiştir. Bu özel bölüm, özellikle kültürel ve entelektüel dönüşümlerden sonra birkaç aşamadan geçmiştir. Dolayısıyla süreç içerisinde onu yeniden gözden geçirme ve yeni bir okuma ile özgürlük ve fikir ifade etme hakkının anlamı için kavramsal çerçevenin parametrelerini tanımlama ihtiyacı hasıl olmuştur.
Siyasi kimliğe sahip olsalar bile (ki onların daha ihtiyatlı ve akıllı olmaları beklenir) insanların anayasanın ifade özgürlüğünü güvence altına aldığını varsayarsak, herhangi bir tarafı çatışmanın tuzağına çekmeleri rasyonel veya mantıksal olarak kabul edilebilir değildir. Düşünce özgürlüğü mutlak mı olmalı yoksa göreli midir? Bazı konularda kısıtlanmalı mıdır? Örneğin bir Müslüman Holokost'u inkâr etse veya bir başkası -bu tür eylemleri kategorik olarak reddetmemize rağmen- İncil'i veya Tevrat'ı yaksa ortaya nasıl bir tablo çıkar? Ayrıca Batılıların buna tepkisi ne olur? Bunu ifade özgürlüğü kapsamına mı dahil ederler yoksa cezalandırılması gereken bir suç olarak mı sınıflandırırlar? Batı'da ifade özgürlüğü kin ve nefret çağrısında bulunmak anlamına gelmez. Size herhangi bir dine veya simgeye hakaret etme hakkını vermez. Bu nedenle dini fanatizme karşı çıkmak, hangi taraftan olursa olsun aşırılığı reddetmek ve fanatiklerin önerilerini, dinlerin takipçileri arasında sağlanacak küresel bir uzlaşıyı hedefleyen bir diyalog yoluyla görmezden gelmekle sağlanabilir.
Fransa'daki yeni ırkçı liderin fikirleri Avrupa'daki aydınlanma projesini tehdit ediyor. Fransız gazetesi Le Monde, Marie Le Pen'in partisini ülke için ciddi bir tehdit olarak nitelendirerek, partinin ideolojisinin ve önerdiği çözümlerin cumhuriyetin değerlerine ve Fransa'nın imajına aykırı olduğunu belirtip meseleyi özetledi.
Bizler diyalogdan, bir arada yaşamadan, hoşgörüden, nefret söyleminin ve ırkçılığın reddinden yanayız. Tek bir gezegende yaşayan insanız; farklılıklara değil, ortak noktalara odaklanmalıyız. Kişisel özgürlük kapsamında olan peçeyi yasaklayacağını söyleyen aday Le Pen ile kiliselerin yapılmasını, Hristiyanlar ve Yahudilerle bir arada yaşamayı savunan Şeyh Ahmed et-Tayyib’in önerilerini ve davet ettikleri şeyi karşılaştırın. İşte o zaman uygarlık ile geri kalmışlık arasındaki farkı ya da açıklık, akılcılık ve hoşgörü ile fanatizm, bencillik ve şovenizm arasındaki farkın boyutunu anlayabilir ve kavrayabilirsiniz.