Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Eski zamanda kalmak!

The Economist gibi tarafsızlığı ve profesyonelliği ile geniş çapta tanınan bir haftalık dergi nadiren bir Arap dizisini tartışmak için sayfalarında yer ayırır. Söz konusu derginin bu ayın ikinci haftasındaki sayısında, yaklaşık yarım sayfa Arap basınında hakkında çok şey yazılan “el-İhtiyar 3” (Seçmek-3) dizisinin tartışılmasına ayrılmıştı. Beklendiği gibi dergi tartışmasına "Dizi Mısır'daki ilk demokrasinin sonunu anlatıyor" diyerek başladı. Bu, Batı basınında ortak bir bakış açısıdır, ancak detayları biliyorsanız, konuyla ilgili kesin bir görüş olması gerekmediğini de biliyorsunuzdur, zira yazar, Mısır halkının 30 Haziran 2013'teki kitlesel gösterilerini görmezden geldi.
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi'nin geniş bir kitle önünde dizinin oyuncularını onurlandırdığı, dizilerin ve sanatsal çalışmaların toplumun bilinçlendirilmesindeki öneminden bahsettiği ki, ciddi sanat eserlerinin devletin sahip olduğu yumuşak gücün bir parçası olduğu bildiğimiz bir gerçek. Aynı hafta içinde, kendilerine verdikleri adla "cihatçılar" sivil bir bölgeyi koruyan 10’dan fazla Mısırlı askeri öldürdüler! Hem de bayram haftasında!
Dolayısıyla önümüzde duran tablo, bir dizideki bir olaydan daha önemli ve geniş bir tablodur. Mesele şu ki, milyarlarca insana ait İslam denen genel bir kültürün şu anda büyük oranda rehin alınmış olmasıdır. Bu rehin alınma, bazılarını, kendilerine Müslüman (cihatçı) diyen ama en iğrenç suçları işleyen, eylemleri başka her şeyden ziyade suça yakın olan küçük bir gruba değil, İslam'ın öğretilerine yönelik sert suçlamaları tekrarlamaya sevk etti!
Özellikle bu dosyaya çok az yaklaşılıyor. Yine bu dosya, Müslüman sosyal dokusundan kimselere dahi karşılaştığımız sorunun metinlerde olduğunu kabul ettirdi!
Tek olmayan ve Mısır'da ya da başka bir yerde olsun son olacağını da düşünmediğim Mısırlı askerlerin öldürülmesi suçu, bu grupların adetidir. Kapsamlı ve yorulmak bilmeyen bir kültürel kampanya yürütülmeden bu grupların kolayca yok edilemeyeceğini söylemek istiyorum. Bu kampanya kapsamında, tam radikalizm ile daha az radikallik arasında değişen renklerde grupların ve bireylerin yaptığı gibi, İslam'ın rasyonel yorumu ile “siyasallaştırılmış” yorumu birbirinden ayırt edilmeye çalışılmalı. Bu gruplar, İslam kültürümüzde en az bir asır önce yayılan ve günümüze kadar varlığını sürdüren, bir yandan siyasi-kültürel açıdan sömürme, öte yandan bazı makamların belki de bilmeyerek hoşgörülü davranışları ile görünüm bulan ekollerden oluşan bir gruptur.
Bu ekoller, birçok trajediye yol açtılar, öyle ki; “aşırılık ve terörizm” kavramları gittiği her yerde Müslüman insana yapışık hale geldiler! Dolayısıyla, ikisi arasında ayrım yapılmadan toplumlar eski zamanların rehini olarak kalacak!
Belki de bu konudaki tartışma, metinlerin modern bir anlayış temelinde değerlendirilmesi konusunda çoklu ve tutarlı çabalara gereksinimi var. Modern medya, özellikle de sosyal medya, metinlere taşıyabileceğinden daha fazlasını yükleyen veya metni “neredeyse batıl” bir şekilde yorumlayan bu (irrasyonel) fikirlerin yayınlanmasını sağlayarak, bazıları için bu fikirleri bir “ekonomik” faaliyete ya da saklı bir alanda kendileri için bir reklama dönüştürdü. Bu eylemler neredeyse yaygın hale gelerek çoğaldı. Elbette sosyal medya, geçmişte (herhangi bir konuda) söyledikleri ile bugün aynı konuda söylediklerini sunarak bu tür pek çok kişinin foyasını ortaya çıkaran platformlar da sağladı. Ancak bu çabalar çoğunlukla bireysel ve gafil veya kendisine anlatılan hurafelere inanan büyük topluluğa ulaşmıyor.
Tek bir dizi, kitap ya da televizyon programı, din adına yürütülen bu yok sayma ve bilgisizleştirme seliyle baş edemez. Adalet, merhamet ve insan onuru gibi genellikle zamanın ötesinde ve genel olan metinler ile o eski toplumun karşılaştığı sorunlara çözümler sunan, dolayısıyla etkisi biten zamansal olaylarla ilgili diğer metinleri bilgisizce birbirine karıştırmayı temel alan bu sel, metinlerin gerçekçi anlayışından yoksundur.
Sayısız örneklerden bir tanesini verecek olursak, modern matbaa, "kendi çağının dışında bir dünya"dan gelen katı bir fetva nedeniyle tam 300 yıl İslam topraklarının kapılarında dikildi! İslam dünyası bu yüzyıllar boyunca modern bilimin manivelasından eksik kaldı! Dahası bazıları eski zamanlardan gelen yorumlarla kılık kıyafete ve tedavi yöntemlerine dahi müdahale ettiler. Bunların hepsi bugün bile dinden beslenen parazitler olarak varlığını sürdürüyor. Ancak, aklı başında biri için en acı verici olanı, gördüğü sapkın siyasi yorumlardır ki geçmiş incelendiğinde, bu olumsuz yorum ve istismara örnekler sunar!
Bu dine intisap iddiasıyla onu sömürmeyi açıklamak için geçmişte bunu iddia edenlere örnek verilecek olursa, tarihte İslam toplumlarına yaklaşmak için hem Napolyon hem de yıllar sonra Mussolini İslam'ı seçtiklerini duyurmuşlardı. Bugün “bir kişinin İslam’a girişini” veya büyük bir ülkenin liderinin masasında Kuran-ı Kerim’in bulunmasını kutlayanlar gibi o dönemde de kimileri bu haberi sevinçle kutladılar! Eğer doğruysa, bu eylemlerden elde edilen siyasi kazanım pek çok kişinin gözünden kaçmıştı! "İslam ve Führer" deneyimine gelince, bunu belgeleyen bir dizi çalışmayı incelemek, o dönemde bazılarının bilgisizlikle veya siyasi kazanç için büyük İslam dinini geçici bir şeye, yani vahşi Alman Nazizmi'ne bağladığını teyit edecektir. Ama aynı zamanda, pek çokları çağın modası ve halkların güçlerinin sırrı olan bilimsel ve teknik ilerleme dosyalarını ya yok saydılar ve bununla ilgili fırsatları kaçırdılar veya gündemlerinin baş maddesi yapmadılar.
Birçok büyük İslami insani ilke vardır. Bunlardan biri de "İslam'da ruhbanlıktır yoktur" şeklindeki kesin görüştür. Allah ile kulu arasında aracı yoktur. Aracı olduğunu söyleyen kimse dolandırıcı ve vurguncudur. Hiç kimse, ne olursa olsun, yanılmaz olduğunu iddia edemez. Keza dünyayı imar etmek için çabalamanın, insanın insanlığına saygı duymanın önemi İslam'da ileri bir değere sahiptir. Zira, her insan ve görüşlerinin yararlı yanları ile eleştirilecek yanları vardır! İslam’da bir insanı haksız yere öldürmek, bütün insanları öldürmek gibidir. Bu, milyarlarca insanın bu dini kabul etmesini sağlayan o büyük ilkeler buzdağının sadece görünen kısmıdır. İnsanları öldürmeye, kurumları havaya uçurmaya, insanları bilgisizleştirmeye gelince, bunlar İslam'a karşı olan ve Müslümanlara zarar veren şeylerdir. Dolayısıyla bu grupların sadece sapık değil, İslam davetinin adaletini ve insanlığını inkâr eden suç çeteleri olduklarını da ifade etmeliyiz.
Son söz; ihtiyaç duyulan aydınlanma projesi, okullar, aileler, ibadethanelerle başlayarak, modern çağa katkıda bulunmak isteyen ülkelerin bilinçli politikaları ve aynı zamanda, halka dinlerinin bir parçası olduğunu iddia ettikleri illüzyonlar satan iddia sahiplerini teşhir etmekle devam etmeli.