Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Sataşılacak kadar kıskanılmak

“İnanmayanların, inananlara sataşmaları kıskançlıklarındandır.” Cemil Meriç
Kıskançlık, genel itibariyle insanın sergilediği kötü ve olumsuz bir davranış biçimidir. Bu davranışı sergileyenler diğerleri tarafından kınanır ve eleştiriye maruz kalırlar. Peki, insanlar neden kıskanırlar? Ve kıskandıklarına neden sataşır ve onlara zarar vermeye kalkışırlar?
İnsanların genellikle kıskançlık yapmalarının nedenleri; sahip olma arzusu, kaybetme endişesi, kendinde olmayana veya kendisini başkasından daha çok hak sahibi olarak gördüğü şeyin başkasına verilmesi olarak ifade edilebilir. Kur’an-ı Kerim’de yer alan bazı anlatımlarda bu nedenleri müşahede etmek mümkündür:
 Hz. Yusuf’un kardeşleri tarafından öldürülmek istenmesi ve kuyuya atılmasının nedeni onu kıskanmalarıdır. Kardeşlerin Yusuf’u kıskanmalarına neden olan şey, onlara göre babaları olan Hz. Yakub’un onu daha çok sevmesidir.[1] Yusuf’a yapacakları kötülüğe birbirlerini ikna etmek için şöyle demişlerdi: “Yusuf’u öldürmeli, ya da onu asla geri dönemeyeceği uzak bir yere atmalısınız ki, babanızın bütün ilgi ve şefkati yalnızca size kalsın! Ondan sonra da, nasıl olsa tövbe eder, iyi birer insan olursunuz!”[2] Yusuf’un ve kardeşi Bünyamin’in daha çok sevildiklerini düşündükleri için böyle bir kötülük yapmaya kalkıştılar. Ayetteki ifadelerinden anlaşıldığı gibi bunun yanlış bir davranış olduğunun farkındadırlar. Tövbe ederek kendinizi ıslah edersiniz diyerek de işleyecekleri kötülüğün zihinsel alt yapısını hazırlamaktadırlar. Bu da göstermektedir ki kıskançlık sonucu işlenen suç, kasıtlı ve bilinçli olarak gerçekleştirilmektedir.
İsrailoğullarının Hz. Peygamberi ve inananları kıskanmalarının nedeni ise, verilen ve verilmesi beklenilen hayrın/vahyin/nübüvvetin kendi hakları olduğunu düşünmeleri ve kendilerini buna daha fazla layık görmeleridir. Bu husus “Ne kitap ehlinden gerçeği örtbas eden kâfirler ne de müşrikler, size Rabbinizden hiçbir hayrın/ayetin indirilmesini istemezler…”[3] ayetiyle haber verilmiştir. Yahudileri bu tarzda bir davranışa sevk eden sebep, sırf kendilerine verilen kitap ve ilim üstünlüğünün bir benzerinin kendilerinin dışında bir kişiye yani Hz. Muhammed’e de verilmiş olmasının doğurduğu aşırı kıskançlıktan başka bir şey değildi. Ayrıca “Kitap Ehlinden birçokları, gerçeği tüm berraklığıyla görmelerine rağmen, sırf içlerindeki kıskançlık yüzünden sizi inancınızdan vazgeçirmeye kalkışırlar…”[4] Yani “Ulaşamadıkları üzümlere koruk/ham derler.” Bununla da yetinmeyen inkârcılar ve müşrikler şunu da eklerler: “İyi bir şey olsaydı onlardan önce ona biz inanırdık!”[5]
 Bütün bu ifade edilenler, hasedin aslında Allah’a ve O’nun verdiklerine bir başkaldırı; neyi, kime, nasıl ve ne kadar vereceğine bir itiraz olduğunu göstermektedir. “Bu Kur’an, iki şehrin birinden bir büyük adama indirilseydi ya!”[6] söylemi de bunun açık bir tezahürüdür.
Dün olduğu gibi bugün de birçok kişi ve toplum başkalarının sahip olduklarını ya kendilerine neden verilmediğini kabullenemedikleri ya da kendilerinin verilenlere göre daha layık olduklarını düşündükleri için başkalarını kıskanmaktadırlar. Hatta elimizdekini bizden alırlar diye kimselerin kendilerinin yerlerine, yurtlarına gelmesine tahammül edememektedirler. Dün Yahudi ve münafıkların muhacirlere söyledikleri sözlerin ve takındıkları tavırların bir benzerinin yurdumuza diyarımıza gelenlere de söylenip aynı tavırların takınılması bizi şaşırtmamaktadır. Zira hastalıklı bir kalbin tezahürü olan “hased/kıskançlık” imanla, teslimiyetle, paylaşmakla ve kendilerine gelen mazlum ve mağdurlara kucak açmakla tedavi edilmediği sürece her dem ve her yerde yaşama  zarar verme imkânı bulacaktır.
Hasedin hayat bulacağı ve çoğalabileceği zemin ve ortamları yok etmek veya en azından aza indirmek için çalışmak ve Yüce Rabbimizin tavsiye ettiği üzere O’nun manevi kalkanının altına girmek zorundayız. “Kıskançlığının etkileri ortaya çıkmaya başladığı zaman, kıskancın şerrinden Allah’a sığınırım!”[7] Çünkü kıskanç, bazen sadece kıskandığı kişiden o nimetin gitmesini istemekle kalmaz, onun elinden alınması için çaba da gösterir.[8] Belki de bu nedenle Halife Ömer b. Abdülaziz: “Başkasını kıskanandan daha mazlum görünen bir zalim düşünemiyorum.” demiştir.
Hased ve ona yakın anlamı olan kavramlarla tabir caizse bunların panzeri olan kavramları şu şekilde ifade etmek mümkündür: Hased: bende yok onda da olmasın. Buhl: Bende var onda olmasın. Şuhh: Onunki benim olsun. Gıbta: Onda var bende de olsun. Sehavet: Bende var onda da olsun. Îsâr: Benim değil onun olsun. Cûd: bende yok ama onda olsun. Fakr: Onda yok bende de olmasın.
Birileri bizlere hased edecek, bizi kıskanacaksa iman, teslimiyet, amel, fedakârlık, cehd, sehavet, isar, cûd ve fakr sahibi olduğumuz için hased etsin-kıskansın! Yani biz meyveli ağaç olalım da varsın taşlayan bunun için taşlasın! Zira İbn Mes"ûd"un haber verdiğine göre Allah Resulü; “Ancak iki kişiye hased/gıpta edilir: Allah"ın kendisine verdiği malı hak yolunda harcayan kişi ile Allah"ın kendisine verdiği (ilim ve) hikmete göre karar veren ve onu başkalarına öğreten kimse.”[9] buyurmaktadır.

[1] Yûsuf 12/8
[2] Yûsuf 12/9
[3] el-Bakara 2/105
[4] el-Bakara 2/109
[5] el-Ahkâf 46/11
[6] ez-Zuhruf 43/31
[7] el-Felak 113/5
[8] İsfahânî, el-Müfredât, 118.
[9] Buhârî, Zekât, 5;Müslim, Müsâfirîn, 268.