Haftalarca süren belirsizliğin ardından ABD Başkanı Joe Biden'in Ortadoğu turunun ayrıntıları nihayet belli oldu. Yapılan açıklamalara göre Biden, İsrail’i ziyaret edecek ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile görüşmek üzere Beytüllahim'e gidecek. Ancak programındaki en önemli nokta, Suudi Arabistan ziyareti ve Mısır, Ürdün ve Irak'lı liderlerin katılacağı Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleriyle yapılacak zirveye katılması olabilir.
Bu nedenle, Arap ülkelerinin çıkarlarını güçlendirmek konusunda bu turdan nasıl en iyi şekilde yararlanılabileceğini düşünmek için şu an uygun bir zaman. Ancak bunu yapmadan önce, Arap devletlerinin uzun vadede çıkarlarını güvence altına almalarına izin verecek şekilde kendilerini uygun olarak konumlandırabilmeleri için hem ABD'nin hem de İsrail'in bu turdan elde etmeye çalıştıkları faydaları inceleyelim.
Öncelikle İsrail açısından ziyarete bakacak olursak bu ziyaret iki temel amaç taşıyor: İlki, önümüzdeki sonbaharda yapılması beklenen parlamento seçimleri ışığında, mevcut İsrail hükümetine ve eski Başbakan Binyamin Netanyahu'ya muhalif olan siyasi güçlere destek sağlamak. İkincisi, geçen mart ayında düzenlenen Necef Zirvesi’nde sunulan bölgesel güvenlik yaklaşımını pekiştirme fırsatı sağlamak. Bu da ortak bir füzesavar sistemini kapsayan bölgesel bir askeri işbirliği mekanizması aracılığıyla İsrail’i bölgeye entegre etmek anlamına geliyor. Bu gerçekleşirse, İsrail Arap Barış Girişimi’nde öngörülen koşulları yerine getirmeden önce bölgede en yüksek entegrasyon seviyesine ulaşmış olacak. Suudi Arabistan Krallığı tarafından başlatılan Arap Barış Girişimi, normal barışçıl ilişkilerin kurulması ve İsrail'in Ortadoğu'ya entegre edilmesi için bazı şartlar öne sürüyor. Bunlar; İsrail’in işgal ettiği Filistin, Suriye ve Lübnan topraklarından çekilmesi, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde 4 Haziran 1967'den beri işgal altında olan Filistin topraklarında başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız ve egemen bir devletin kurulmasının kabul edilmesi ve Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nun 194 sayılı kararı uyarınca Filistinli mülteciler sorununa uzlaşmaya dayalı adil bir çözüm bulunması.
Hiç tartışmasız, herhangi bir Arap ülkesi, İsrail de dahil olmak üzere herhangi bir devletle normal barışçıl ilişkilere girme konusundaki egemenlik hakkını kullanabilir. İsrail'in Arap Barış Girişimi’nin şartlarını yerine getirmeden önce özellikle askeri düzeyde bölgeye entegre edilmesi ve silahlanmanın kontrol edilmesini ve nükleer silahsızlanmayı temel alan bir sistem içeren dengeli bir güvenlik yapısının kurulması ise tamamen başka bir konu.
Ziyaretin Filistin boyutuna gelirsek, bunun amacı Trump yönetimi yüzünden Filistinlilerin gördüğü zararı düzeltmek ve mevcut yönetimin Filistin-İsrail çatışmasında iki devletli çözümden yana olduğunu göstermek. Ne yazık ki Washington, siyasi açıdan önemli bir anlamı olan Doğu Kudüs'teki konsolosluğunu yeniden açma taahhüdünü yerine getirmeyecek. Sadece bir ofis açıp, Filistin meseleleri için özel bir elçi atamakla yetinecek. Burada Washington'ın Filistinlilere yönelik taahhütlerini yerine getirmesi gerektiğini vurgulamanın önemi yatıyor.
ABD'ye gelince, İsrail ziyareti, önümüzdeki kasım ayında yapılacak olan Kongre ara seçimlerine birkaç ay kala gerçekleşeceği için bunun ABD'nin kendi içinde yansımaları olacak. Ancak bu sadece ABD'nin içi ile sınırlı değil. Zira Başkan Biden'ın birkaç gün önce açıkladığı gibi bu ziyaretin Ortadoğu'daki bölgesel güvenlik üzerinde de yansımaları olacak. Bu nedenle Washington’ın, Biden turundan çıkabilecek sonuçları hesaba katması ve ilgili Arap ülkeleriyle yeterli istişareler yapılıncaya kadar İsrail'in bölgesel güvenlik sistemi vizyonunu desteklemekten kaçınması gerekiyor.
ABD birkaç hedefe ulaşmayı umuyor:
1- Petrol fiyatlarını düşürmek için Arap petrol üreticilerini üretimlerini artırmayı sürdürmeye ikna etmek.
2- Başta Suudi Arabistan Krallığı olmak üzere KİK ülkeleriyle ilişkileri güçlendirmek.
3- İran nükleer anlaşmasının yeniden canlandırılması ile ilgili hem Arap ülkelerinin hem de İsrail'in korkularını gidermek.
4- Yeni bir soğuk savaşın patlak vermiş gibi göründüğü bir sırada, hem Çin hem de Rusya karşısında ABD'nin tutumu için bölgesel destek toplamak.
Hiç şüphesiz ABD Başkanı, Kral Selman bin Abdulaziz ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın katılacağı zirve, ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinin gelişmesine katkıda bulunacaktır. Ayrıca uzun vadede bölgede barışa ve istikrara hizmet edecek stratejik öneme sahip daha geniş Arap çıkarlarına ulaşmak için zirveden faydalanılacak.
Zirve, Arap ülkelerine siyasi, güvenlik ve ekonomik endişeleri hakkında ABD ile açıkça görüş alışverişinde bulunma fırsatı sağlayacaktır. Hiç şüphesiz, geçtiğimiz haftalarda yapılan Arap temasları, pozisyonları koordine etmek için önemli bir fırsat sağladı. Bu sayede hem İsrail hem de İran'ın politikaları yüzünden duyulan endişelere ilişkin ortak bir görüş geliştirilebildi.
Ayrıca Cidde Zirvesi, Ukrayna krizinin nasıl geliştiğine ve yansımalarına ilişkin ABD'nin görüşünü öğrenmek ve Washington'ın hem Pekin hem de Moskova ile gelecekteki ilişkilerine nasıl baktığını öğrenmek için bir fırsat olacak.
En nihayetinde Arap ülkelerinin, Washington'ın Arap ülkelerinin bölgeye barış ve istikrar getirmelerine yardım etmedeki rolüne ilişkin vizyonunu bilmeleri önemli.
Ancak, ABD Kongresi ara seçimlerinin kasım ayında yapılacağı göz önüne alındığında, ABD'nin Arap ülkelerinin bütün güvenlik endişelerini gidermek için somut adımlar atmaya hazır olması pek olası değil.
Gerçekçi olmak gerekirse, güvenlik garantileri dışında elde edilebilecek en iyi şey Washington ile uzlaşmalar sağlamak olacaktır. Bu uzlaşmalar, Ortadoğu'da güvenlik ve istikrarı sağlamaya yönelik gelecek Arap-ABD ortak çabalarının temelini oluşturacak bir anlaşma belgesine yansıyabilir.
Bu bağlamda Arap tarafı ABD'den şu güvenceleri alma arayışına girebilir:
1- Bölgede kapsamlı, bütüncül ve dengeli bir güvenlik yapısının kurulmasına ilişkin Arap ülkeleriyle koordinasyon sağlanması. Bu, özellikle İran nükleer anlaşmasının yeniden canlandırılma ihtimali ve aynı zamanda İsrail ve Türkiye'nin bölgedeki politikaları ile ilgili endişeler göz önüne alındığında önemli bir mesele.
2- Filistin-İsrail çatışmasına iki devletli çözüme dayalı bir barış için çalışılması. Bu bağlamda, Kudüs'te ABD Konsolosluğu'nu açma taahhüdüne ve Filistin halkının haklarını desteklemek için uluslararası forumlar da dahil olmak üzere çeşitli mecralarda çalışma taahhüdüne bağlı kalınması. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken'in, Filistinlilerin ve İsraillilerin ‘eşit derecede özgürlük, güvenlik, refah ve demokrasiye sahip olmaları gerektiği’ yönündeki açıklaması göz önüne alındığında bu, ABD için büyük bir sorun teşkil etmemeli.
3- Sadece Yemen'de değil, Suriye ve Libya'da da siyasi çözüme ulaşma hızı ve bu konudaki çabaların koordine edilmesi gerekliliği.
4- Suriye, Lübnan, Irak ve Libya'daki yabancı güçlerin çekilmesinin vurgulanması.
5- Enerji güvenliğinin ortak bir stratejik hedefi temsil ettiği göz önüne alındığında, yeni ve yenilenebilir enerji alanına ve mavi hidrojen üretimi gibi bu alana geçişi temsil eden teknolojiler konusunda iş birliği yapılması için bir formül üzerinde uzlaşmaya varılması.
Arap Barış Girişimi’nin yanı sıra bu tür uzlaşmalara varmanın, ev sahibi Suudi Arabistan Krallığı için bir başarı sayılacağına ve Ortadoğu'da barış ve istikrarı sağlama çabalarındaki girişimlerini destekleyeceğine şüphe yok.
İçinde bulunduğumuz dönemde ABD'nin Arap ülkelerine her zamankinden daha fazla ihtiyacı var. Dolayısıyla bu, ABD ile birlikte ortak bir zemin oluşturmak için Arap ülkeleri için bir fırsattır. Bu, uzun vadede Arap çıkarlarını güvence altına almak için işbirliği yapılmasına ve ortaklaşa çaba gösterilmesine kapı aralayacaktır. Böyle bir fırsat yakın bir zamanda tekrar ele geçmeyebilir.
En nihayetinde ABD’nin bu uzlaşmalara bağlı kalmasını sağlamak, bireysel ve toplu olarak Arap devletlerinin üzerine düşüyor.
TT
Biden’ın bölge turu
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة