Emel Abdulaziz Hezzani
Suudi yazar
TT

Yanıcı sıcak yaz

ABD Başkanı Joe Biden, başkanlığı kazanmasının üzerinden yaklaşık 2 yıl geçmesine rağmen İran ile P5+1 ülkeleri arasındaki nükleer anlaşmayı canlandıramadı. Göründüklerinden daha karmaşık engeller ortaya çıktı; İsrail, anlaşmaya dönüldüğünün duyurulmasının hemen ardından askeri saldırı düzenleme tehdidinde bulundu. Arap ülkeleri, özellikle de Suudi Arabistan, anlaşmanın apaçık bir eksiklik nedeniyle kusurlu olduğunu düşünüyor; İran'ın Yemen'deki kolu Ensarullah grubu tarafından Suudi Arabistan toprakları ve hayati tesislerini vurmakta kullanılan balistik silahlar geliştirme programını kapsamaması. Mısır, Ürdün ve BAE gibi diğer büyük Arap ülkeleri, bu dosyanın kendilerinin davet edilmediği müzakerelerde görüşülmesi fikrinden rahatsız görünüyor. ABD Kongresi'nde Biden, anlaşmaya dönmemesi konusunda büyük baskı altında, hatta bazı Demokratlar da aynı görüşte, yani hastalığın bir kısmını tedavi etmenin, tam iyileşme anlamına gelmeyeceğinde hemfikirler. Aslında İran 1979'dan bugüne kadar uçak kaçırma, suikastlar, kara para aklama, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı, sınırlarından uzakta askeri olarak genişleme dahil her şeyi yaparken, tüm bu organize suçları işlerken nükleer güce sahip değildi. Bütün bu terörü, kendisinin veya Batı'ya düşman olan ülkelerin yardımıyla geliştirdiği silahlarla gerçekleştirdi. İran için en önemli etken, vaat edilen nükleer silaha sahip olmaktan ziyade düşmanca davranışlarına geri dönebilmesi için mali yaptırımların kaldırılması ihtiyacıdır. Yaptırımların kaldırılması, milyarlarca doların serbest bırakılması ve başta Avrupa olmak üzere dünya ile ticaret ortaklığının geri dönüşü anlamına geliyor. Tahran kazanımlarını tahkim etmek için bunu son derece yeterli görüyor. Nükleer silah, dünyayı korkutarak tehdit etmek için kullandığı bir öcüdür. Böylece dünya hemen yaptırımları kaldırarak onu avutacak, Batı'nın yol ve üniversiteler inşa etmek için değil, Devrim Muhafızlarının faaliyetlerini desteklemek için kullanılacağını iyi bildiği parayla besleyecek. Mart ortasından itibaren nükleer anlaşmayla ilgili görüşmeler askıya alındı. İran da, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun reaktörlerin faaliyetlerini takip etmek için hassas bölgelere kurduğu birkaç kamerayı sökerek Kurumu provoke etti.  İran, kendisini mali açıdan zenginleştiren bir anlaşma istiyor.
Avrupa, eski ABD başkanı Donald Trump'ın 2018'de nükleer anlaşmadan çekilmesine karşı çıkmıştı. Almanya ve Fransa, Trump'ı bu tutumundan caydırmaya çalışmış, ancak başarısız olmuşlardı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron geçtiğimiz günlerde Başkan Biden ile yaptığı bir görüşmede İran ve Venezuela'ya yönelik yaptırımların kaldırılmasının Batı'nın Rus petrol ve gazı kesintileri nedeniyle yaşadığı sıkıntıyı çözeceğini söyledi. Bu yüksek bir pragmatizm, ancak Paris'e göre uygun bir çözüm, çünkü Suudi Arabistan gibi diğer üretici ülkeler OPEC ve OPEC+ ile anlaşmalarına bağlılar. Ukrayna savaşının başından itibaren, petrol üreticisi ülkeler grubu OPEC’in piyasada bir itibara sahip olduğunu ve Ukrayna savaşında herhangi bir tarafın yanında yer almasının çıkarlarına zarar vereceğini söyleyerek pozisyonlarını açıkladılar. Bilinen ve ünlü bir doğal gaz kaynağı olan Katar’ın üretim kapasitesi bile, Lüksemburg'un ihtiyacını zar zor karşılayabiliyor.
Avrupa ülkelerinin içinde bulunduğu sıkıntı ve enerji ürünleri fiyatlarındaki artışın sokaklarda yarattığı öfke, onları kış gelmeden önce zamanla yarışarak alternatif aramaya sevk ediyor. ABD'ye gelince, sorunları daha karmaşık, çünkü hükümet doğrudan yerel enerji üretim şirketleri ile karşı karşıya. Beyaz Saray, rafine sürecini ve piyasaya arzı hızlandırmak için şirketlere yeniden rafinerileri inşa etme ve petrol ürünlerinin değerini düşürme çağrısı yapıyor. Öte yandan, bu şirketler, Beyaz Saray'ın politikalarını piyasalardaki enerji fiyatlarının benzeri görülmemiş şekilde yükselmesine neden olan Avrupa kriziyle baş edememekle suçluyor.
Batılı ülkelerin yaptığı stratejik hata, Ukrayna savaşının ateşlenmesine aktif olarak katılmalarıydı. Özellikle dünyanın korona pandemisinden yeni yeni iyileşmeye başladığı ve küresel piyasaların en azından şimdi yeni bir zorluğu kaldıramayacağı gerçeğini okusalardı daha iyi olurdu. ABD ve Avrupa ülkeleri, Ukrayna Cumhurbaşkanını, Ukrayna'nın NATO'ya katılması fikrinin ateşlediği bir yıpratma savaşını sürdürmeye teşvik ettikleri bir zamanda, kendilerine yardım etmeleri için ihracatçı ülkelere başvurarak enerji kaynaklarını yeniden istikrara kavuşturmak istiyorlar. Oysa NATO, Doğu ile Batı arasında yıllardır süren istikrar ve siyasi dönüşümlerin yanı sıra getirileri ve faydalarına kıyasla harcama maliyetinin yükselmesi nedeniyle önemini yitirmiş bir ittifak. Siyasi bir oluşum olduğundan Avrupa Birliği'ne katılmak kimse için bir tehdit oluşturmuyor. Ancak bazı Doğu Avrupa ülkelerinin NATO'ya katılma tehdidi, askeri bir oluşum olduğundan ve örtülü olarak Doğu'ya bağlılıktan Batı'ya bağlılığa geçiş anlamı taşıdığından Ruslar için kışkırtıcı bir eylem. Bu eylemin, 30 yıl boyunca Doğu ile Batı arasındaki ekonomik faaliyetlerin kapattığı tarihin sayfalarını yeniden açmaktan başka kayda değer gerçek bir faydası yok. Kaldı ki Doğu ve Batı arasındaki ekonomik faaliyetler, Rus doğalgaz boru hatlarının Almanya'yı bir baştan bir başa kat ettiği bir noktaya varmıştı. Rusya ve Çin ile Batı ülkeleri arasındaki karşılıklı ticaret oranları yükselişteydi.
Gerçek şu ki, kaynağını kimsenin bilmediği bir salgından dolayı değil, kabul edilen politikaların başarısızlığından, uluslararası toplumun felce uğrayarak mevcut krizleri çözmek için ciddi şekilde eyleme geçememesinden dolayı dünya, her geçen gün daha da ısınıyor ve her an patlaması olası.