Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Büyük musibet

İki sorumuz var: Birincisi; sıradan insanlar neden dinin hükümlerini tartışamıyor ve hükümlerin çıkarılmasına katılamıyor? İkincisi; ilim ve aklın hükümlerine dayanarak dini hükümlerin ve değerlerin eleştiriye tabi tutulmasına neden izin verilmiyor? Her iki sorunun da tek bir cevabı var; özetle şu: Müslüman fıkıh alimleri aklı, faydaları ve kötülükleri teşhis etmeye ya da eylemlerin iyi ve kötülüğünü tek başına tespit etmeye ve buna göre de eylemin sonucu olan ödül veya cezayı belirlemeye yetkin görmüyorlar.
Bu, İslam düşüncesinde değerlerin kaynağını, neyin doğru ve iyi olduğunu ve neyin bunun aksi olduğunu belirleme referanslarını ele alan eski bir tartışma. Bu nedenle âlimler, aklın hakikati algılamaya, iyiyi ve kötüyü belirlemeye yetkili olduğunu iddia eden bir azınlık ile bu görüşü benimsemenin, özellikle sorumluluk içerenler başta olmak üzere, şeriat hükümlerine riayet etmekte kolaya kaçma ve gevşekliğe yol açacağına inanan çoğunluk arasında bölündüler. İman meselelerinde aklın hükümlerine uymaya karşı çıkanlar, bunun İslam'ın ruhuna ve amaçlarına garip yabancı fikirlerin etkisine kapı açacağını da söylediler.
Okuyucu, bu konudaki tartışmayı canlandırmanın pek bir faydası olmadığını düşünebilir. Aslında bugün İslam kültüründe zihinsel eğilimin (ve ona bağlı olarak ilmin değerinin) gerilemesinin acı sonuçlarıyla karşı karşıya bulunuyoruz. Öyle ki bir üniversite hocasından, başarılı bir hukukçudan veya ünlü bir doktordan, “Şeytan Allah'a kulluk eden bir melekti, sonra aklını kullanıp kendi yaratılışı ile Adem’in yaratılışını kıyasladığında yoldan saptı” şeklinde sözler duyabiliyoruz. Yahut binlerce kişinin takip ettiği bir fakihten naklettiği şu rivayeti okuyabiliyoruz; "Dinde rey (düşünme, akıl yürütme) olsaydı, ayağın üstü yerine tabanlarının meshedilmesi daha uygun olurdu." Bu tür ifadeler bugün prensip, dahası aksiyom muamelesi görüyor, daha sonra da çok önemli ve tehlikeli bir konuya argüman olarak öne sürülüyorlar. Burada önemli konu ile insan hayatının bütününde değerlerin en önemli konularından biri olan eylemlerin değerlerinin belirlenmesinde akıl ve bilimin statüsünü ve rolünü kastediyorum.
Aklın rolüne karşı çıkanların dile getirdiği endişelerini ve etkenlerini tamamen anlıyorum ama aynı zamanda benimle birlikte şu basit soruyu da düşünmelerini isterim: Bu endişeye neden olan etkeni nasıl anladılar? Etken ile endişelerini uyandıran tehlikeler arasındaki bağlantıyı tam olarak nasıl kurdular? Bu görüşe varmak için akıllarını mı kullandılar? Bu zihinsel çıktıya güveniyorlar mı? Şeriata uyma konusunda aklın kolaya kaçmaya yol açacağı argümanını da ele alalım. Onlar bunu, bilginin çıktılarını ve aklın hükmünü kabul etmek için gerekli bir ön koşul olarak mı görüyorlar? Yani aklın hükmünü kabul etmek, bu ikisini birbirinden ayırmayı imkansız kılacak şekilde kolaya kaçmak için bir mazeret midir? Kolaya kaçmanın ihmal anlamına geldiğini çekinmeden söyleyebilir miyiz yoksa kolaya kaçmak, fıkıh alimlerinin ihtilaf ettiklerinde bir referansı tercih etmeleri gibi, bir meselede kolay ve zor olan arasında kalındığında, genellikle daha kolay olanı tercih etmek anlamına mı işaret ediyor?
Ancak sorunun özü bu değil. Özü, tamamen nakle bağımlı olmanın ve aklın rolünü marjinalleştirmenin mümkün olduğunu öne sürmek. Sorunun özünün bu olduğunu söylüyorum çünkü bu (her zaman) son derece temkinli olma eğiliminden başka bir temeli olmayan yapay görevlerin ve tabuların doğuşuyla sonuçlanıyor. Seyahat, gayrimüslimler ile ilişki, kadının durumu, ekonomik mevzuat, ahlak ile dini yasalar arasındaki mesafe, hak dini tartışma ve alay konusu yapan, aynı zamanda kamusal alanda günden güne gerilemesine yardımcı olan meselelerin birçoğundan bunu açıkça biliyoruz.
Bu nedenlerle bilimin statüsünü ve aklın -ki burada genel veya akılcıların inşa ettikleri aklı kastediyorum- rolünü marjinalleştirmenin, İslam'ın geçmişinde ve bugününde en büyük kayıp ve musibetlerden biri olduğunu iddia etmekte bir risk görmüyorum. Keza şeriatta, hayatın idaresinde, değerlerin yaratılmasında, Kur'an nassı ve Resulullah'ın sözleriyle aklı aynı sıraya koyan dinimizin özüne dönmeye şiddetle muhtaç olduğumuzu da…