Osman Mirgani
Şarku'l Avsat'ın eski editörü
TT

Johnson’dan sonra İngiltere hangi yolu seçecek?

İngiltere bugünlerde aylardır beklenen bir iç çatışmaya saplanmış durumda. Başbakan Boris Johnson, artık giderilemeyecek zararlara maruz kaldıktan veya İngiliz kamuoyundaki imajı ve itibarı düzeltilemeyecek hale geldikten sonra nihayet devrildi.
Partileri tarafından görevden alınan tüm Muhafazakar başbakanların aksine, Johnson siyasi anlaşmazlıklar nedeniyle değil, kişisel başarısızlıkları, sorumsuz davranışları, parlamentoya ve halka defalarca yalan söylemesi nedeniyle görevinden ayrıldı.
Paradoks şu ki, tüm bunlara rağmen kendisinin gelecekte geri dönmeyi planladığını söyleyenler var. Eğer öyleyse, kendisi gibi makamına tutunmayı deneyen ve başarısız olan Donald Trump'ın ayak izlerini takip ediyor demektir. Johnson, parti liderliğinden istifa etmesine rağmen, sahneyi hızlı bir şekilde bırakmamakta ve parti yeni bir lider seçene kadar başbakan kalmakta ısrar etti. Yeni lider seçiminin parlamentonun yaz tatilinin bittiği 5 Eylül’den önce yapılması planlanıyor.
Bu birkaç hafta boyunca, Johnson'ın eski oyunlarını oynayacağı ve halefinin seçimini etkilemeye çalışacağı yönünde beklentiler var. Sızdırıldığına göre Johnson parlamentodaki koltuğunu muhafaza edecek, dolayısıyla seçimlerden sonra, parlamentodaki konumundan yararlanarak bir sonraki hükümete sıkıntı çıkarmaya çalışacak. Nitekim istifasını açıklamak zorunda kaldığı andan itibaren kendisini deviren meslektaşlarına ateş saçmaya başladı. Devrilmesini tuhaf bir hareket olarak nitelendirdi ve Westminster'daki "sürü içgüdüsü" olarak tanımladığı şeyi suçladı.
Bir başka paradoks da, Johnson'ın düşüşünün, ne zaman karar verilirse düzenlenecek bir sonraki genel seçimde, mutlaka Muhafazakar Partinin düşüşü anlamına gelmemesi. Parti, İngiltere’nin en başarılı siyasi partisi ve Avrupa düzeyinde de en başarılı partilerden biri. Birinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bugüne kadar İngiltere'de yapılan 28 genel seçimden 18'ini kazandı. Bunun temel nedeni, seçimlerde kendisine bir yük ve imajına tehdit oluşturduğunu hissettiğinde liderlerini değiştirmekten çekinmemesi.  Bir diğer neden de kendisini seçmene yeniden pazarlayabilme yeteneği.
Tarihsel olarak, parti ne zaman büyük bir krize sürüklense ​​ve kendisi ile birlikte İngiltere'yi de sürüklese seçmene verdiği mesaj şuydu: Oyunuzu tekrar Muhafazakarlara verin, çünkü ülkeyi (bizim içine sürüklediğimiz) kaostan en iyi biz kurtarabiliriz! Şaşırtıcı bir şekilde, İngiliz seçmen de her zaman bu çağrıya cevap verdi.
Merhum Başbakan Margaret Thatcher, kendisine karşı bir parti içi isyan ile acımasızca devrildikten sonra, İngilizler, 1992'de John Major liderliğindeki Muhafazakar Parti’yi yeniden seçtiler. Kimse bunu beklemiyordu çünkü İngiltere'nin Muhafazakar Parti önderliğinde yaşadığı tüm kriz ve zorluklardan sonra partinin tekrar kazanacağını hayal edemiyordu.
İngiltere'nin birliğini parçalanmanın eşiğine getiren Brexit referandumu şokunun ardından, İngilizler, 2017 genel seçimlerinde İngiltere'yi Brexit projesi tuzağına düşüren Muhafazakar Başbakan David Cameron'un yerine göreve gelen Theresa May'in Muhafazakar hükümetine oy verdiler
May’in AB ile yaptığı Brexit anlaşmasını parlamentoda onaylatmakta başarısız olması ve bunu takiben parti liderliğinden uzaklaştırılmasından sonra, İngilizler, 2019 genel seçimlerinde üst üste dördüncü kez Johnson liderliğindeki Muhafazakar Parti’yi seçtiler.
Dolayısıyla bugünün temel sorusu şu: Parti kendisini hoşnutsuz bir seçmene yeniden pazarlayabilecek mi yoksa İşçi Partisi iktidarı ele geçirmeyi başarabilecek mi?
Peki ya Johnson’dan sonra ne olacak?
Johnson'dan geçmiş zaman kipinde bahsetmek elbette zor, zira kendisi hala Downing Sokağı 10 Numara’da geçici hükümete başkanlık ediyor ve halefinin seçimi kampanyasındaki etkisi hala büyük. Bu, ilerlemek ve iç çatışmalara kapıyı kapatmak isteyen parti içinde bir kargaşa kaynağı olabilir. Johnson akımı, yani Johnson'ın siyasi mirasını tamamlamak isteyen müttefikleri halen parti içinde etkin.
Ancak Muhafazakar Parti, Brexit'ten bu yana çarpıcı bir şekilde değişti ve popülist sağ eğilim baskın hale geldi.
Bugün partinin liderliği ve ruhu için mücadele eden iki grup var.
İlk grup daha sağcı popülist eğilimde ve bu akımın liderlik için en önde gelen adayları arasında, Dışişleri Bakanı Liz Truss, Ticaret Bakanı Penny Mordaunt, Başsavcı Suella Braverman ve istifa eden Eşitlik Bakanı Kemi Badenoch var.
Bu isimler vergileri düşürmeyi ve devletin ekonomiye müdahalesini azaltmayı, devletin yasal çerçevelerini azaltarak veya Thames üzerinde Singapur adı verilen yaklaşımla yabancı yatırımlar çekmeyi savunuyorlar. Aynı zamanda Brexit projesinin ve İngiltere'nin AB ile vardığı Kuzey İrlanda Protokolünden çekilerek uluslararası hukuku ihlal etmesini de destekliyorlar. Oysa bu ayrılık Kuzey İrlanda'ya barış getiren Hayırlı Cuma anlaşmasını tehlikeye atacak. Bu akım aynı zamanda İngiltere'nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden çekilmesini destekliyor, göçmenleri ve sığınmacıları Afrika'ya göndermeyi amaçlayan Ruanda Planı’nı benimsiyor. Yine bu akım, ekonomik büyüme oranlarının olumsuz etkilenmemesi için İngiliz hükümetinin 2050 yılına kadar yeşil enerjiye tam dönüşüm ile ilgili taahhütlerini yerine getirmemesini savunuyor. Halbuki bu hedefleri bilindiği üzere, İngiltere geçen yıl Glasgow'da COP26 İklim Değişikliği Konferansı’na ev sahipliği yaptığında Muhafazakar hükümetin kendisi belirlemişti. Bu pozisyon, çevrecileri ve sera gazı emisyonlarının azaltılmasını savunanları endişelendiriyor ve kızgınlıklarını artırıyor. Tıpkı Ruanda Planı’nın, İngiltere'nin uluslararası yükümlülüklerini yerine getirme gücüne güvenilip güvenilemeyeceğine dair soruların ortasında Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin kızgınlığını ve endişesini uyandırması gibi.
Söz konusu eğilim aynı zamanda kültür savaşlarını, kimlik siyasetini, tıpkı Donald Trump'ın ABD'de yaptığı gibi sağın destekçilerini harekete geçirmek için kutuplaşmanın bir araç olarak kullanılmasını da körüklüyor. Bu ise zaten bölünmüş olan bir toplumun daha da bölünmesi tehdidi taşıyor.
İkinci gruba gelince, bazen Cameron akımı olarak da adlandırılan ılımlı bir akım ve istifa eden Hazine Bakanı Rishi Sunak, Parlamento Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Tom Tugendhat ve eski sağlık bakanı Jeremy Hunt'ı içeriyor. Bu akım da vergileri düşürmeyi destekliyor, ancak enflasyonu düşürmeye bağlı bir zaman çizelgesi çerçevesinde gerçekleştirilmesinden yana. Bu akımın lider adayları her ne kadar Brexit yanlısı olsalar da, uluslararası hukuku ihlal etmeden ve Brüksel ile Londra arasında bir ticaret savaşının kapısını aralayacağı için tek taraflı olarak çekilmeden Kuzey İrlanda Protokolü'nün uygulanması konusunda AB ile bir uzlaşmaya varmayı tercih ediyorlar. Kültür savaşlarını ve kimlik siyasetini köpürtenler arasında değiller. İngiltere'nin COP26 kapsamındaki iklim taahhütlerine bağlı kalmasını da destekliyorlar.
Bazıları, iki grup arasındaki farkların yeterince esaslı olmadığını, Muhafazakar Parti markasının Johnson'ın liderliğinde ağır hasar gördüğünü düşünüyor. Muhafazakar Parti'nin asıl savaşının bir sonraki genel seçimleri kazanmak değil, aksine, Brexit’in parti içindeki popülist milliyetçi sağı güçlendirmesinin ardından partiyi merkez parti zeminine geri döndürmek olduğu görüşündeler.
Dolayısıyla önümüzdeki günler ve aylar partinin geleceğini ve hangi siyasi kanata yöneleceğini, bazıları İngiltere'ye yakın gelecekte onarılamayabilecek zararlar veren parti içi çatışmaların durulup durulmayacağını belirlemekte belirleyici olacak.