Fuad Matar
Lübnanlı gazeteci, araştırmacı yazar.
TT

BM oturumlarının anası ve bir sonraki oturum

BM oturumlarının anası olan BM Genel Kurulu'nun yıllık olağan oturumunun tarihi yaklaşıyor. Eylül- Ekim aylarında düzenlenen oturumun çalışmalarına katılmak için BM örgütünün tüm üyelerini oluşturan 194 ülkeden heyetler yola koyulmaya başladı.
Bu oturuma genellikle devletin bir numaralı ismi katılır, o katılamazsa da yardımcısı veya dışişleri bakanı katılır. Bu, istisnai durumlara, şartlara ve ihtiyaçlara göre belirlenir. Bizzat katılmak için oturumun gerçekleşmesini sabırsızlıkla bekleyen liderler de var. Zira katılım onlara aralarında ziyaretlerin olmadığı, ama çıkarların onlarla görüşmeyi gerektirdiği, BM çerçevesindeki bu görüşmeyi takiben uzlaşılara varabilecekleri veya karşılıklı sitemlerini iletebilecekleri ya da anlaşmalara ulaşabilecekleri devlet başkanlarıyla görüşmelerine olanak tanır. Buna ilaveten, BM kürsüsünden kendilerine dahili olarak fayda sağlayacak, harici olarak da ülkelerinin sorunlarını gündeme getirmeye yardımcı olacak bir konuşma yapmaya büyük önem veren liderler de var. Yani şu veya bu sebepten, BM Genel Kurulu’nun olağan toplantısını ve kürsüden akıllarındaki düşünceleri veya gönüllerindeki sıkıntıları dile getirecekleri bir konuşma yapmayı sabırsızlıkla bekleyen liderler bulunmaktadır. Sovyet lideri Nikita Kruşçev, Libya lideri Muammer Kaddafi ve Filistin lideri Yaser Arafat'ın son derece sert ve keskin konuşmaları bu sayısız örneklerden birkaçıdır.
Her halükarda, kürsüden konuşmak ve söyledikleri sözler üç lideri mutlu ediyordu. Ne var ki bu konuşmalar hedeflerine ulaşamadılar ve bu tür lider modelinin siyasi düşüncesinin benzersiz yönünü yansıtan pozisyonlar sayfalarında yer alan kelimelerden ibaret kaldılar.
Yaklaşmakta olan oturum, Genel Kurul oturumları listesinde en önemli oturum olmayı sürdürüyor. Daha yapılmadan kendisini oturumların anası olarak tasnif etmemizin nedeni, katılımcı liderlerin veya temsilcilerinin yeniden bir araya gelmelerinin sonucunun önceki oturumlardan farklı olacağı temeline dayanıyor. Bir kutuptan diğerine dünya şimdi, uluslararası ilişkileri istikrara kavuşturmak veya açlığa giden yolun önünü kesmek için savaşlarla sonuçlanabilecek yıldırım çarpmalarının eşiğinde. Putin Rusya'sı Ukrayna'ya karşı savaşını başlatmadan önce, uluslararası toplumun aklını iklim ve ardından da halen hükümetler ve halklar için bir endişe kaynağı olan korona pandemisi meşgul ediyordu. Bu meşguliyetin dışında, Arap-İsrail çatışması türünden askıdaki anlaşmazlıkları yeniden rayına sokarak uluslararası kıyafeti yamamaya yönelik girişimler de vardı. Zira normalleşme yolunda atılan niteliksel Arap adımları, İsrail'i sakinleştirerek, Filistin devletine komşu bir devlet olma yolunu takip etmesini, kinci Siyonist ve kaybolmuş Yahudi kanatları ile İsrail’in, birden fazla baskısı bulunan devrimci eğilimlere sahip kanatlarıyla ne yapacağını bilemeyen Filistinlilerin düşmanlıkla dolu 70 yıllık dönemi kapatmalarını sağlayamadı. Filistinlilerin ve Yahudilerin aynı haklara sahip olmaları temelinde bir arada yaşamaya başlamalarının önünü açamadı. Bu gerçekleşseydi, Araplar rahatlar ve güvene kavuşurlardı. Filistin meselesinin bir İran kartı olarak kullanılmasının, Filistin halkının Gazze kolunun can ve mal olarak bunun bedelini ödemesinin, İran’ın Lübnan kolunu temsil eden Hizbullah’ın koşulları daha da karmaşıklaştırmak için bu kartı kullanmasının artık hiçbir haklı gerekçesi kalmazdı.
Nükleer silahlar kadar önemli iki silahı, yani gaz ile buğday ve diğer tahıl türleri başta olmak üzere gıda silahını elinde tutan Putin, Ukrayna'yı ateşe verdikten sonra, işlerin çok büyümeyeceğini varsayıyordu. Dünyanın belli başlı ülkeleri ile yörüngelerinde dönen ülkelerin, bol bol temennilerden sonra Rusya’nın başlattığı şeyi düzeltmesi, Devlet Başkanı’nın insani görevinin ne olduğuna dair hatırlatmalara kulak verip yerine getirmesi için siyasi tempoyu hızlandıracaklarını düşünüyordu. Ancak bir yandan Putin’in ısrarı, diğer yandan NATO ve Batı’nın kendisine benzer bir ısrarla karşılık vermesi, Putin’in senaryosunun tökezlemesine yol açtı. Putin’i Sovyetler Birliği'nden bağımsız olan bir devleti geri almaya ya da en azından Rusya’ya meydan okuyan bir NATO ülkesi veya zamanla Rusya’ya karşı Napolyon seferi görünümünde bir NATO seferinin hareket noktası olmaya hazırlanması ihtimalini korkutma ile engellemeye çalışan bir yöneticiye dönüştürdü.
Böylece durum, korkular üreten bir dalgalanmaya dönüştü. Savaş gittikçe gelişti çünkü zirvedekiler arasındaki meydan okuma, onuru koruma formülü altında sakinleştirmeye dönük ürkek çabaların önüne geçerek, devam etti. Böylece haftalar içinde çözülmesi gereken şey, görüldüğü gibi aydan aya atlayarak devam ediyor. Putin’in oynadığı bahis, Erdoğan ve Macron ikilisinin çabalarının yardımcı olamadığı bir açmaza evrildi. Aynı şekilde 19 Temmuz 2022 Salı günü Tahran'da Dini Lider Hamaney'in ev sahipliği yaptığı zirve de kayda değer bir gelişme sunamadı. Söz konusu zirve, Başkan Biden'ın vizyonuna ve bahislerine dair gözden geçirmesinin damgasını vurduğu Cidde'deki Arap-Amerikan Zirvesi'nden (16 Temmuz Cumartesi) üç gün sonra gerçekleştiğinden, bu toplantıya çok hızlı bir yanıt mesabesindeydi. Zirve sonunda çektirilen ve İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin gülümseyerek yumruk yapmış olduğu sağ eli Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın elinde, sol eli de Başkan Putin'in elinde, Türk ve Rus devlet başkanlarının ise kaşlarını çatmış oldukları fotoğrafa gelince, iç kamuoyuna yönelik propaganda amaçlı fotoğraflar türündendi. Fotoğrafın hedeflediği bir diğer kamuoyu, İran yörüngesinde kanat çırpan Arap hiziplerin, özellikle de Lübnan'daki Hizbullah, Yemen'deki Husiler ve Filistinlilerin cihatçı-Hamas kolu ve onlarla birlikte, hala aynı telaş içinde olan Iraklı grupların destekçileriydi. Bu fotoğraf ayrıca, Cidde zirvesinden sonra Arap liderlerinin yüzlerinde rahat bir ifadeyle, propaganda ve yapmacılıktan uzak çektirdikleri toplu fotoğrafa bir yanıttı. Bahsi geçen fotoğrafta ortada Başkan Biden ve Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman el ele tutuşmuş, diğer elleriyle de yanlarındaki liderin elini tutmuşlardı. Irak Başbakanı Mustafa el-Kazimi, Kuveyt Veliaht Prensi Meşal el-Ahmed El-Cabir el-Sabah, Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamad al-Sani, Ürdün Kralı İkinci Abdullah bin el-Hüseyin, Prens Muhammed bin Selman’ın sağında durmuşlardı. Bahreyn Kralı Hamad bin Isa al-Halife, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, BAE Başkanı Şeyh Muhammed bin Zayed el-Nahyan ve Umman Sultanlığı Başbakanı Es’ad bin Tarık al-Said ise ABD Başkanı’nın sağında durmuşlardı.
Bu liderler birilerine karşılık olsun diye toplanmamışlardı, zirve ve gündemi üzerinde önceden anlaşmaya varılmıştı. Bunun için, hızlı eyleme geçme mekanizmasının rolünü pekiştirmek veya bazen ABD yönetimi tarafından geciktirilenleri ve ertelenenleri aktive etmek için,  sağgörülü bir Arap-Amerikalı gözüne ihtiyaç duyan ikilemleri yatıştırmayı amaçlayan bir eylem zirvesiyle sona erdi.
Bu iki zirveden Cidde zirvesinde, ABD Başkanı’nı karşılayan ve iki elini tutan eller, sağ eliyle Erdoğan’ın sol eliyle Putin’in elini tutan Reisi’nin elinden daha etkiliydiler. Büyük küçük tüm dünya ülkelerinin yaşadığı gelişmelerin, rolü ve davranışları çerçevesinde her ülkeye temsilci değil başkan düzeyinde katılmayı dayattığı BM’nin 77. Genel Kurulu oturumunda belki de bu etkinin yansımalarını göreceğiz. Son BM oturumu (76.) böyle bir üst düzeyde katılıma tanık olmamıştı. 100 devlet başkanı, 52 başbakan ve 34 dışişleri bakanının katılımıyla sınırlı kalmıştı. Bunun nedeni, diğer devlet başkanlarının oturumun ana temasının “korona pandemisinden kurtulma umuduyla bir dayanıklılık kapasitesi inşa etmek”, sürdürülebilirliği yeniden tesis etmek, gezegenin ihtiyaçlarına cevap vermek, insan haklarına saygı göstermek ve BM’yi yeniden etkinleştirmek olduğu gerekçesiyle katılım konusundaki isteksizlikleri olabilir. 77. oturum, çok istisnai durumlar dışında, başkanlık düzeyinde katılım gerektiriyor. BM kürsüsü aracılığıyla bir konuşma yapmak veya nutuk atmak amacıyla değil, savaşların tehlikelerini savuşturmak için büyüklerin fikir birliğine ulaşmasını sağlamaya çalışma niyetiyle katılmayı gerektiriyor. Zira bu savaşların tehlikeleri, Moskova'nın Ukrayna’da, İsrail’in Gazze Şeridi ve Filistin Ulusal Otoritesi altındaki şehir ve kasabalarda, Bush liderliğindeki Amerikan savaşının Irak’ta yaptıkları, İran’ın doğrudan veya Yemen'deki gibi milisleri aracılığıyla, Türkiye'nin Suriye'de Rusya ve İran ile birlikte yaptıklarıyla sınırlı kalmayacak, büyüklerin savaşları birçok ülkede iç savaş turlarıyla sonuçlanacak. Mevcut sahnede bunların en belirgin olanları Libya, Irak, Sudan ve Lübnan olabilir.
77. oturum kapsamında, Rusya, Çin, Hindistan, Türkiye, İran, Fransa, İngiltere ve Almanya cumhurbaşkanlarının ABD Başkanı ve Rusya, ABD, Çin ve İran'ın başkalarının topraklarını ele geçirme arzularından doğan krizlerden ve çatışmalardan etkilenen diğer devlet başkanlarıyla görüşmesi ile oturumun bu liderlerin veya bazılarının yokluğunda yapılması arasında birçok fark var. Keza devlet başkanlarının bizzat kürsüde durup bir talep içeren veya bir pozisyon kaydeden bir konuşma yapmaları ile mesajlarının görüntülü olarak yayınlanması veya konuşmalarının temsilcileri tarafından okunması arasında da büyük farklar var. Zira söz konusu temsilcinin (sözgelimi dışişleri bakanının) görevinde kalacağı garanti değil.
BM’nin 77. Genel Kurulu oturumu aslında titreyen gezegenin, bir kutuptan diğerine halkları çatışma ve savaş felaketlerinden korkan ülkelerin oturumu olarak farz edilebilir. Umarız yaraları sarmaya, insanları sakinleştirmeye ve yıkımı onarmaya azimli bir oturumun temelini atar. Ancak bununla da yetinmeyip, barışçıl yaşam ve kalkınma yapıları inşa etmeyi, sebepleri, projeleri, ideolojileri, fetvaları ve yanılsamaları sıfırlamayı, doğru yolda yürümeyi ve “Rabbinin nimetini minnet ve şükranla an” ilkesini (bu nimeti yok etmek yerine) benimsemesini de umut ediyoruz.
Suudi Arabistan'ın 5 yıl boyunca yorulmadan ev sahipliği yaptığı, uluslararası ilişkilerde iyi özellikler ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın sebatla başarılı kılmaya çalıştığı kalkınma vizyonları üreten Arap-İslam-uluslararası zirvelerin ruhuyla kıyaslandığında, Suudi Arabistan’ın 194 devlet başkanının istisnasız katılımıyla BM Genel Kuruluna ve özellikle de 78. oturumuna ev sahipliği yapması, dikkate alınmaya değer bir deneyim gibi görünüyor. Bunun gerçekleşmesi şaşırtıcı olmayacaktır, çünkü oturumun New York'ta toplanması zorunlu değil. Aksine oturumlar başarılı olmalarını temin edecek koşulların olduğu yerde yapılmalılar. Ayrıca BM Genel Kurulu'nun ilk oturumu 75 yıl önce 51 ülkenin katılımıyla Londra'da, BM’nin yıllık toplantısının sürekli New York’taki merkezinde yapılmasından önce de üçüncü oturumu (New York'taki ikinci oturumdan sonra) Paris'te yapılmıştı.
BM’nin 78. Genel Kurulu’nun Cidde, Riyad veya el-Ula'da yapılmasının mümkün olduğu hipotezini öne sürerken, böyle bir toplantının birçok çekinceyi sona erdireceğini ve daha fazla başarılı olacağını düşünüyoruz. Buna ilaveten, Filistin lideri Yaser Arafat'ın New York'taki BM kürsüsünden konuşma yapmasına dair çekinceler, buna izin verilmemesi veya olanak tanınmaması motivasyonu ve zorunluluğu nedeniyle, 34 yıl önce Aralık 1988’te Cenevre'deki BM Genel Merkezi'nde bir oturum yapılması da kararlaştırılmıştı. Arafat, Arap Barış Girişimini kolaylaştıran barışçıl ve rasyonel ruhuyla uluslararası etkileşimin ne yazık ki halen pasif kaldığı konuşmasını bu oturumda yapmıştı.
Umarız katılacak heyetlerin ulaşmaya başladıkları 77. oturum, şeklen milletlerin gerçekte ise büyüklerin olan örgüte ciddiyet kazandırır. Halkların BM’nin vizyonunda ve eylemlerinde arzuladıkları niteliksel değişim de budur. Yine umarız birkaç gün sonra başlayacak olan 77. oturum gerçekten de uluslararası oturumların anası olur ve arzu ettiğimiz gibi 78. oturumun Suudi Arabistan'da düzenlenmesinin temelini atar. Allah yardımcı ve kurtarıcıdır.