Sam Mensa
TT

Biden yaz ortasında "Noel Baba" olabilir mi?

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, İran'ın ek taleplerine rağmen nükleer anlaşmanın imzalanma olasılığı hakkında açık yüreklilikle şunları söyledi:
“İyimser ya da kötümser bir bakış açısıyla davranmıyoruz. Çünkü bu, ulusal güvenliğimize, uluslararası toplumun ortak güvenliğine, İran'ın asla bir nükleer silah edinmemesi konusundaki taahhüdümüze yönelik en büyük dış politika tehdidi... Yabancı terör örgütleri tasniflerinin ve uygulanan diğer yaptırımların anlaşmanın dışında olduğunu açıkça belirttik.”
Anlaşma karşıtı argümanlar ve anlaşmanın 2015 formatında yeniden canlandırılmasından kaynaklanacak ikincil zararlar sayısız olsa da ABD yönetiminin politikasını veya anlaşmaya geri dönmenin önemi ve gerekliliğine ilişkin bakış açısını çürütmek kolay değil.
Bu satırların yazıldığı ana kadar belirsizlik halen karamsarlığın veya iyimserliğin ağır basmasını engelliyordu. Joe Biden yönetiminin sunduğu gerekçelere rağmen anlaşma karşıtlarının korkusunu gidermiyordu. Bu gerekçelerin başında Washington'ın İran'ın nükleer silah edinmesini ve böylece bölgede nükleer silahların yaygınlaşmasını engelleme kararlılığı yer alıyor. Ayrıca Biden başkanlık kampanyası sırasında, Donald Trump'ın anlaşmadan çıkma kararını çiğneme sözü vermişti. Şimdi, özellikle Demokratlar ara seçimlerin eşiğinde olduğundan Washington'da her uluslararası politika konusu nihayetinde bir iç politika meselesine dönüşüyor. Ukrayna savaşından kaynaklanan ve bazıları İran'ın çıkarına olan korkunç değişiklikler, tabii ki seçim vaadini gölgeliyor. Petrol fiyatlarındaki artış ve bunun Rusya tarafından Washington'ın Avrupalı ​​müttefiklerine baskı yapmak ve birliklerini zayıflatmak için kullanması bu değişiklerden bazıları. Bu ekonomik ve sosyal sonuçlar, Avrupa'yı kendi çıkarlarını net ABD çıkarlarının önüne koyan bir anlaşmaya varılması için acele etmeye motive ediyor.
Rusya ve Çin'in İran ile yakınlaşmaları, ABD yönetiminin Tahran ile bir anlaşmanın İran'ı kendi tarafına çekeceğine, Pekin ile Moskova'nın İran’a yönelik gayretlerini engelleyebileceğine veya sınırlayabileceğine dair inancı da anlaşma için bir sebep olmaya devam ediyor. ABD yönetimi bu sonucun gerçekleşeceğine tam olarak ikna olmasa da Moskova ve Pekin'in birden fazla yerde serbestçe hareket etmelerindense daha az kötü seçeneği, yani İran ile anlaşmayı, enerji arzı ve fiyatı konularındaki şantajı ve maliyetli sonuçlarını durdurmayı tercih ediyor.
Washington, Ortadoğu ile ilgili olarak anlaşmaya dönüşün İsrail ile Arap ülkeleri ve özellikle de İran'ın uygulamaları, bazı yaptırımların kaldırılmasından sonra genişlemesi muhtemel bölgedeki birçok ülkenin iç işlerine müdahaleleri konusunda haklı olarak endişe duyanlar arasındaki normalleşme sürecini geliştireceğini düşünüyor. Cumhuriyetçilerin anlaşmaya dönülmemesinde ısrar etmelerine rağmen Moskova, Pekin ve Hindistan gibi İran petrolünü satın almaya devam eden diğer ülkelerin desteğiyle Tahran’ın yaşayabileceği azami yaptırımlar dışında alternatif bir planları da yok. Amerikan argümanları ile ilgili olarak geriye özellikle Rusya, Çin, ekonomi ve diğer konulardaki meydan okumalarla karşılaştırıldığında İran'ın ABD gündeminin zirvesinde olmadığını söylemek kalıyor.
Diğer yandan Washington'ın İran'a Arap ve İsrail merceklerinden bakmaması ve ABD'nin çıkarlarına göre hareket etmesi doğal. Bu, Washington'ın bölgedeki müttefiklerinin korkularının yanı sıra İran'ın düşmanca uygulamalarında ısrar ettiğinin farkında olmasına rağmen ABD’nin, özellikle bu zamanda bir anlaşmaya varmak için acele etmesinin nedenleriyle ilgili meşru sorgulamalarını haklı çıkarıyor. Buna ilaveten söz konusu müttefikler, Washington'ın balistik füzeler ile diğer meselelerin yanı sıra İran'ın bölgedeki ülkeleri istikrarsızlaştıran faaliyetlerini yerel müttefikleri aracılığıyla bir sonraki anlaşmaya dahil etmekten vazgeçtiğini kabul edip haklı olarak endişeleniyorlar. Tahran'ın, görev süresinin kalan iki yılında Başkan Biden’ın gücünü azaltacak olan ara seçimlerde Demokratların yenilgisi olasılığının ağır bastığına oynadığı da belirtilmeli.  Dahası, anlaşmanın geçerli olacağı süre 10 yıldan daha az ve sonrasında İran kısıtlamalarından kurtulup, istediği zaman uranyum zenginleştirmeye dönebilir ve askeri nükleer kapasiteye ulaşabilir.
Hikaye, İran'ın bölge ülkelerindeki rolleriyle sınırlı değil, onların ötesine geçiyor. ABD Adalet Bakanlığı geçtiğimiz günlerde Tahran'da ikamet eden İran vatandaşı Şahram Pursafi'yi eski ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton'u öldürmeyi planlamakla ve eski Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'yu hedef alan başka bir komplo için 1 milyon dolar teklif etmekle suçladı. FBI, Pursafi'yi "İran (Devrim Muhafızları) üyesi" olarak tanımladı. Washington Yakın Doğu Politikası Enstitüsü’nden Matthew Levitt tarafından hazırlanan bir çalışmaya göre İran'ın dünya çapında başta ABD olmak üzere Batı çıkarlarını hedef alan suikastlar, adam kaçırma ve gözetleme eylemleri gerçekleştirme konusunda kanıtlanmış bir sicili var. 1979'daki İran devriminden bu yana 43 yıl içinde bu eylemlerin sayısı 105’e ulaştı. Son 10 yılla sınırlı veriler gösteriyor ki 62 operasyondan 23'ü İranlı muhalifleri, 28'i Yahudileri veya İsraillileri, 20'si diplomatları, 14'ü özellikle Batı çıkarlarını ve 6'sı Arap Körfez ülkelerinin çıkarlarını hedef aldı. Bu olaylar, ABD içindeki 18 yer de dahil olmak üzere dünya çapında meydana geldi. Aynı kaynağa göre 1997'de üst düzey bir ABD terörle mücadele yetkilisi, ABD hükümetinin İran'ın 1990'dan bu yana "yurt dışında yaklaşık 50 siyasi muhalif ve diğerlerinin öldürülmesinden" sorumlu olduğu değerlendirmesini doğrulayan "güçlü bilgilere" sahip olduğunu belirtti.
Bolton komplosunda olduğu gibi, ajanlar İran Devrim Muhafızları yetkilileriyle düzenli temas halindeydi ve bu da eylemlerin bireysel değil, İranlı yetkililer tarafından yürütülen komplolar olduğunu doğruluyor. Eylemler, anlaşmaya geri dönme ihtimaline ilişkin müzakerelerin ortasında bile devam etti. New York'ta Selman Rüşdi'ye yönelik öldürme girişiminin ve zamanlamasının aynı bağlamda olduğu da göz ardı edilmedi. Aynı şey, Barack Obama yönetimi altında yapılan orijinal müzakereler sırasında ve sonrasında da olmuştu.
Washington'ın tavrının gülünç yanı, Tahran'ın "Devrim Muhafızları"nı terör örgütleri listelerinden çıkarma talebini reddetmesi ve bunu bir zafer olarak görmesi. Ama aynı zamanda İran'ın karar alma sürecindeki en etkili ve nüfuzlu tarafın "Devrim Muhafızları" olduğunu bilmesine rağmen kendisiyle bir anlaşma yapmaya hazırlanması!
İran neden müzakere zamanlarında bile bu tür yıkıcı faaliyetlerde bulunuyor? Büyük olasılıkla yetkilileri bunu kayda değer bir maliyet ödemeden veya hesap sorma ve cezalandırma ile karşılaşmadan yapabileceklerine inanıyorlar. Son zamanlardaki suikast girişimlerinin, Vladimir Putin'in Ukrayna'yı işgal edene kadar cezasız geçen Gürcistan, Kırım ve Suriye'deki askeri operasyonlarına yönelik ABD ve genel olarak Batı tepkilerine dair İran okumasının bir sonucu olduğunu, Tahran yöneticilerinin düşünce ve uygulamalarını açıkladığını belirtmek gerekir.
Bu verilerden sonra yönetimin İran rejimine karşı tutumunu savunmak çok zorken buna bir de daha önce birçok Amerikalı ve Arap düşünür ve politikacının bıkmadan usanmadan yönetime tekrarladıkları nokta ekleniyor. Karim Sadjadpour yakın zamanda bu gazetede yine bunu hatırlattı: Dini Lider Ali Hamaney liderliğinde “ABD karşıtlığı İran'ın devrimci kimliğinin merkezinde yer aldı. ABD diplomasiye ne kadar bağlı kalırsa, İran taviz vermekte o kadar az acele ediyor. Nükleer anlaşma yeniden canlandırılsa bile Tahran'ın dünya görüşü devam edecek.”
Kısacası, ne diplomasi ne de yaptırımlar etkili değil, bu karmaşık ve iç içe geçmiş koşullarda savaş da uzak bir ihtimal. Rusya'nın isteği üzerine Suriye’ye dönen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve diğerleri gibi Washington'ın bazı müttefikleri de belirsiz pozisyon ve politikalar arasında gidip geliyorlar. İsrail ise Viyana müzakerelerinin sonucunu ve yansımalarını takip ediyor, Amerikan coşkusunu sınırlamaya yönelik yoğun girişimlerini sürdürüyor.
İki üzücü nokta var. Birincisi, İran manevrasının Washington ve genel olarak Batı'ya üstün gelmesi, nükleer tehdit imaları ile tüm hedeflerine ulaşması. İkincisi, tecrit ve krizler Tahran’daki Mollalar rejiminin oksijeni olduğundan, Obama'nın vahim anlaşmasına geri dönülsün veya dönülmesin, bölgenin koşullarının bir kargaşa, endişe ve istikrarsızlık hali içinde olmaya devam edecek olması.
Biden yapacağını yapıp, yakıcı ağustos sıcağı ortasında "Noel Baba" rolünü oynayarak İran'a bu anlaşmayı hediye eder mi?