Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Küresel ve bölgesel kompleks krizlerin zorlukları

Arap bölgemizdeki pek çok kişi, Irak'ın başkenti Bağdat'taki "Yeşil Bölge"de şiddet olayları arttığında sinir krizi geçirmiş olmalı. Libya'nın başkenti Trablus'ta bir diğer şiddet olaylarının başlamasının üzerinden de uzun zaman geçmedi. İster Lübnan, Suriye, Yemen, ister dönemsel olarak Filistin Gazze'de olsun, şiddet geçmişten türemiş ve gelecekteki felaketlerin habercisi kompleks biçimlerde geliyor.
On yıllardır sönmeyen mezhepsel ve etnik bölünmelerin, sapkın ve profesyonel milislerin tesiriyle karmaşık bir ateşle yanan her yönden yakın çevre, üst üste yığılmış küresel ve uluslararası krizlerin ortasında bulunuyor. Şimdi dünya iki kriz grubuyla karşı karşıya; biri salgın hastalıklar ve küresel ısınma ile açıkça kendini gösteren var olma veya yok olma ile ilgili küresel kriz, diğeri de dinamik uluslararası kriz. Dünya son çeyrek yüzyılda dört büyük ekonomik ve siyasi kriz yaşadı. İlki 1997'deki Asya, ikincisi 2008'deki küresel finans, üçüncüsü 2019'daki Kovid, dördüncüsü de 2022'de Ukrayna'da savaşa dönüşen kriz. Rusya-Ukrayna savaşı başlamasından altı aydan fazla bir süre sonra halen devam ediyor ve sona ereceğine dair bir işaret de yok. Genellikle krizler ve savaşlar şu iki şekilden biriyle sona erer: Birincisi genel kuraldır; savaşın bir tarafının mutlak zaferi ve diğerinin mutlak yenilgisiyle sona ermesi. İkinci Dünya Savaşı'nda ve Amerikan İç Savaşı'nda olan buydu. Zafer mutlaktı ve diğer taraf boyun eğerek teslim olmuştu. İkinci tür sonda, mutlak bir zafer veya yenilgi yoktur. Bilakis savaş, güç dengesini ve çatışmayı sona erdirme arzusunu yansıtan bir tür müzakereye ulaştırır. Gerçek şu ki dünyadaki hiç kimse, savaşın bir tarafın ya da diğerinin zaferiyle sona ereceğinin ya da ikisinden birinin müzakere masasına oturmaya istekli olduğunun teminatına sahip değil.
Yukarıdakilerin hepsini üst üste koyun ve Arapların uykularını kaçıran şeyin boyutunu bir hayal edin. Araplar ile şunları kastediyoruz: İlk olarak siyasi istikrar nimetiyle kutsanmış ve “Arap Baharı” fitnesini istikrarlı ve meşru bir siyasi formüle dönüştürerek aşmış olanlar. İkincisi, son yıllarda ülke ve halk düzeyinde kapsamlı reform gerçekleştirme cesareti gösteren, tarih ve milli devlet meşruiyetine başarı ve büyümenin meşruiyetini ekleyenler. Üçüncüsü, güvenlik ve kalkınma açısından gerçekleştirmek istedikleri hedefler için uygun bir ortamın olması amacıyla adil barışı ve bölgesel istikrarı sağlamak isteyenler. Uygun ortam, doğrudan anlaşmalar ve paktlar veya bölgedeki düşmanlığı ve önceliklerini yeniden planlayarak gerçekleştirildi.   
Dokuz Arap ülkesi, Amerikan-Arap Zirvesi öncesinde gerçekleşen istişareler ve temaslar yoluyla bu hedefler üzerinde birleşti. Zirve sırasında ise Arap söylemi, sadece Amerikan tarafı karşısında değil, aynı zamanda dünya, bölge ve zorlu meydan okumaları karşısında da geleceğe dair vizyon ve değerlendirmelerdeki yakınlaşmanın boyutunu yansıtıyordu. Bu ülkeler grubu, içinde bulunduğumuz on yılın başından beri bölgesel çevreyle iş birliği köprüleri kurmaya çalıştı. Önceki on yılda biriken sorunları ve ikilemleri çözme yolunda yürüdü. Aynı zamanda büyük dünya güçleri ile dengeli politikalar oluşturdu. Bu, 1960'lardaki “bağlantısızlık” ve “pozitif tarafsızlık” politikalarına dayanmıyordu. Daha ziyade, elini uzatma veya çekmenin faydalı ve yararlı olana bağlı olduğu ulusal çıkarların kesin bir tanımına dayanıyordu.
Aynı çıkarlar daha fazlasına doğru itiyor. Nedeni de sadece her ülkenin tek başına küresel ısınma gibi geniş, derin ve sürekli sorunları çözemeyecek olması veya Ukrayna krizini çevreleyen belirsizliğin gölgesinde, uluslararası politikanın değişken koşullarıyla uğraşmak zorunda olması değil. Neden bundan daha fazlası... Bu belirsizlik her geçen gün daha da yaygınlaşıyor, çünkü krizin değişkenleri sadece güç dengesine ya da inisiyatif alma ve dizginlere sahip olma veya kaynak ve insana yönelik süregelen yıpratmaya katlanma gücüne dayanmıyor. Aksine daha fazlasına, devletlerin iç koşullarına dayanıyor.
ABD'nin stratejik önemine ve uluslararası ilişkilerdeki konumuna kimse itiraz etmiyor ancak Washington, belki üçüncü dünyada veya Ortadoğu'da yaygın olan krizlere benzer olmayan ciddi bir iç krizden geçiyor. Bu kriz, ara seçimleri ve ardından başkanlık seçimlerini 1930’lu yıllarda "faşizm" ve ırkçılık devletin kurumsal istikrarına meydan okuduğunda yaşananlara benzer keskin çatışmaların habercisi yapan Amerikan yöntemiyle alevleniyor.
Mevcut Başkan Joseph Biden ile eski başkan Donald Trump arasında beklenen yüzleşme, Amerikan devletinin başkanlığıyla ilgili değil, bizzat ABD'nin doğasıyla ilgili olacak. Diğer yandan Ukrayna'daki zafer veya yenilginin bedeli, dünyaya bildiğimizden farklı, dünya düzenini gözden geçirmekle yetinmeyen, Avrupa Kıtası’ndaki koşulları değiştirmek ve bu arada 30 yıl önce Sovyetler Birliği çöktüğünde maruz kaldığı küçük düşürücü anın intikamını almak isteyen bir Rus devleti verecek. Küreselleşmenin faydaları üzerine yerleşmiş ve uluslararası sistemin barışçıl bir şekilde gözden geçirilmesine hazır Çin, ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi'nin gereksiz ziyaretinden kaynaklanan son Tayvan krizi sırasında gelecek için endişe verici şekilde askeri dişlerini gösterdi. Büyük güçlerin koşulları, iç ve dış dalgalanmaları konusundaki belirsizlik, son yıllarda koşulları keskin bir şekilde dalgalanan dünyanın endişelerine endişe katıyor. Danışılıp görüşülen diğer ülkelerin çıkarları buluştuğunda ortaya çıkan birleşme ve bütünleşmenin eklendiği özel çıkarlar üzerinde birleşen istikrarlı güçler dışında bununla başa çıkmanın bir yolu yok.
Bu bağlamda, Fransız Devrimi'ni takip eden Avrupa deneyimine daha önce değinmiştim. “Avrupa Sistemi”nin ya da “The Concert of Europe”un kurulmasının nasıl Avrupa'ya yalnızca devrim ve Napolyon savaşlarını aşma değil, bundan daha fazlasını, istikrarı sağlayabilecek ve ilk sanayi devriminin etkilerini özümseyebilecek kurumlar üreten ekonomik, sosyal ve politik reform fırsatını verdiğini belirtmiştim. Kavram, o zamanlar genç olan Kıta’daki güç dengesi ile yakından ilgiliydi, siyasi coğrafya gerçeğinden doğmuştu ve Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesiyle çökene kadar da bölgesel ve uluslararası politikalarında etkili olmaya devam etmişti.
Şimdi bizim durumumuzda, dokuz veya daha fazla ülkeden oluşan grup, ülkeler arasındaki ikili ilişkiler ve ortak çıkarlardan, uluslararası ve küresel gerçekliklerle ilgilenen kolektif çıkarların formülasyonuna geçmeye başlamalı. Bu durumda “Arap sistemi” veya “Concert of Arabia”, salgını ortaya çıkmadan önce önlemek, küresel ısınma, enerji ve gıda krizleriyle, aralarındaki ilişkilerin derinleşmesi yoluyla büyük güçlerin koşullarında yaşanan dalgalanmalarla mücadele etmek için acil sorunlarla ilgilenmeli. Zira bu dalgalanmalar dünyanın kavşağında ve krizlerinin kalbinde yer alıyor. Açıkçası tüm bunlar, ülkelerinin de her gün bölgeyi ve dünyayı değiştirmeye katkıda bulunabileceği Arap "siyasetinin" ve mevcut araçlarının merkezinde yer alıyor.