Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

İran haddini aşıyor ve sonu yaklaştı!

Arap gerçekliğimiz hakkında her gün yazmaya ve konuşmaya devam etsek de mevcut parçalarını bir araya getiremeyeceğiz. Çünkü parçalanma, artık kolayca birleştirmenin mümkün olmadığı bir seviyeye ulaştı. Kolaylıkla yapılan bir cam kavanoz kırılarak orantısız ve uyumsuz parçalara ayrıldı. Bu parçaları yeniden bir araya getirmek yoğun çabalar gerektiriyor. Arap gerçekliğinin tamamında olmasa da çoğunda, Afrika’da ve Asya’da mustarip olunan şey budur. Bu, “Tanrı’nın uçsuz bucaksız ülkesine yayılan ve gurur duyulacak başarılara imza atan” Araplara da yansımıştır.
Bununla kastedilen, bazılarının ‘Arap parçalanmışlığı’ olarak gördüğü şey değildir. Tanrı’nın uçsuz bucaksız ülkesine yayılan Araplar, kendileriyle iç içe geçenlere, muazzam başarılar elde ederek güzel bir imaj çizmişlerdir. Bilim adamları ve yenilikçilerinin yanı sıra küresel bir unvan haline gelen nesiller var.
Ancak buna rağmen, söylenildiği gibi ‘Sebe’nin elini’ parçalayan bazı Arap ülkelerinde utanç verici bir dağılma var. Paramparça olan Mezopotamya’da olduğu gibi. Aslında artık bir Irak devleti yok ve imajını ne kadar “güzelleştirmeye” çalışsak da İran'a yürek burkan bir bağımlılık var.  İran, bu büyük ulus hakkındaki çirkin görüşünü sürdürmeye devam etmektedir. Oysa Hz. Peygamber’i (sav), Raşid halifeleri ve İslam medeniyetini her yere taşıyan atlıları doğuran bu millettir.
Tamamen ortadan kaybolan ve artık var olmayan büyük Arap ülkeleri gerçekten üzücü. Irak ve Suriye nerede? Lübnan nerede? Her yöne medeniyet ışıltısı götüren ve sadece Afrika’ya değil, tüm dünyaya, bu medeni yaratıcılığı veren Afrika kıtasının ülkelerinden bazıları nerede?
Sözü edilen bu kayıp ve yokluk, tüm dünyanın feneri olan bazı Arap ülkelerinin ortadan kaybolması, birçok yanlışın yapıldığı anlamına geliyor. Tarihin hareketinin yakınlaşıp uzaklaştığı biliniyor. Ve kozmik bir işaret olan Irak’ın bir kez ve tamamen ortadan kayboldu ve Tahran’daki ‘velayet-i fakih’e bağlandı. Benzer durum, bir zamanlar mutlu olan ve hala adil tarih kitaplarında kendisinden bahsedilen Yemen için de geçerlidir.
Bunların anlamı, Arap olduğunu iddia eden bazı örgütlerin Araplara ve Arapçılığa sırt çevirdiği gerçeğine varmaktır. İhvan-ı Müslimin’in meşru çocuğu olan İslami Direniş Hareketi ‘Hamas’, kendisini Suriye rejiminin kollarına attı, ardından kısa sürede ona karşı cephe aldı ve Tahran’ın cübbesini giydi. Halihazırdaki ‘İran artık cübbe giymiyor, “Rabbim, beni yarattığın gibi” oldu. Aslında, artık hiç yok.
Zaten artık var olmayan Hamas, Suriye rejimine sırt çevirmeden önce kollarına atıldı ve İran’a koşup velayet-i fakihe bağlı bir İran örgütü haline geldi. Sorun şu ki, ispata gerek duyulmayacak şekilde İran’ın kendi gündemi için bir araç haline gelmesine rağmen hala Filistin’in kurtuluşundan bahsediyor.
Burada, -bilmek istemeyenler dışında- bu dalgalanmaların, birçok yön arasında vardığı noktaya ulaşmadan önce Müslüman Kardeşler’in dalgalanmaları olduğudur. Artık İhvan örgütü yok, tüm dizginler İran’ın elindedir ve İranlıların bir Filistin kaygısı yoktur. Onların tüm kaygısı, bölgenin tamamının herhangi bir “fakih” olmadan İran’a ait olmasıdır.
Her halükârda önemli olan, Hamas’ın daha önceki elbisesini çıkarıp, İranlı sarığını takmış olmasıdır. Burada Baas Partisi gibi artık ‘Hamas’ ve İhvan olmadığı biliniyor ve tüm gerçekler değişti. Bazı milliyetçilerin şarkısını söylediği ‘Baas’ artık yok ve İran’a bağımlı hale gelerek velayet-i fakihin cübbesini giydi.
Aynı şekilde, artık İran da yok ve şimdi birçok yeni ve farklı gerçek var. Tahran’da dizginler mollaların elindedir. Onlar İran halkını bastırmak için Irak’tan, Lübnan’dan ve her yerden silahlı adamlar getiriyorlar. Bu Velayet-i fakih devleti, İran devleti değil, vahşi ve acımasız bir devlettir. Ayetullah rejimini övenler, şiddet ve infazlar adına övüyorlar.
Bütün bunlar ilan edilmeli ve söylenmelidir. Bu İran devleti artık bilinen bir devlet değil: Ne ‘İran Şahı’ ne de velayet-i fakihin devleti. Çünkü artık Tahran’da bir veli yok. Artık ülkeye demir ve ateşle hükmeden, bu ülkeye hâkim olan ‘terörist’ gruplar var. Artık burada devlet yok, ‘sarık’ kendini demir ve ateşle savunuyor.
‘Şah Rıza Pehlevi’, kelimenin tam anlamıyla bir haydut olarak bilinir, ancak her halükârda ve Araplardan nefret etmekle suçlanmasına rağmen, yüksek kalibreli bir devlet adamıydı. Arap ülkeleriyle ortak çıkarlar ve İran halkının gereksinimleri temelinde çeşitli ilişkiler kuruyordu. Bazı milliyetçi fanatiklerin Araplara ve Araplığa karşı olan nefreti ile değil.
“Bazı” İranlıların Araplara ve Arapçılığa karşı olan tüm bu nefreti, İslam dininin onları kardeş kılmasının çok öncesine uzanmaktadır. Genel olarak bu kardeşliğin olmadığı, aslında hiç var olmadığı biliniyor. Bunu İslam Devrimi öncesinde ve sonrasında da yakından biliyorduk.
Gerçeği söylemek gerekirse uzak ve yakın bütün Araplar, İran devrimini sevinçle karşıladılar ve kendi devrimleri olarak gördüler. Fakat bu kimseler Arapları, onların kendilerini kabul ettiği gibi kabullenmediler. Bazıları ise -elbette hepsi değil- devrimi, İslami değil, bir Fars devrimi olarak kabul ettiler.
Sonuç olarak, İran’daki mevcut liderler bu konuda ikiye bölünmüş durumda. Bu sistemin -ki aslında ülkede bir sistem bulunmuyor- tabanı ve liderliği çatırdıyor. Bu nedenle ülke tüm olasılıklara açık hale geldi ve fiili parçalanma sürecine girdi. Bu oluşum çok ve çeşitli oluşumlara evrilecektir. Bu sorunun Doğu Avrupa ülkelerinin çoğunluğu dahil birçok ülkenin yaşadığı bir sorun olduğu bilinmektedir.