Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

İran krizini yurt dışına mı ihraç ediyor?

Öncelikle şunu net olarak söyleyelim; burada söylenecek olanlar İran rejimi hakkındadır, İran halkı değil. Umman Denizi'nde bir petrol tankerine saldırı geçen haftanın haberiydi ve bunu takip eden haberlerden biri de İran'ın hipersonik bir füze üretip fırlattığı idi. Yakında bekleneni, yani nükleer silah ürettiğini duyurması da şaşırtıcı olmayacak.
ABD, bölgedeki müttefikleri ile birlikte Körfez'deki insansız hava aracı saldırılarına karşı koymak için botları denize indirme sürecinde olduklarını söyledi. Bunun yanı sıra Hürmüz Boğazı çevresinde denizde bir seferberlik yaşanıyor ve bazı Körfez ülkelerinde İran'a bağlı gruplara yönelik kızgınlığın dozu artıyor. Tüm bu fark ettiklerimiz bir kızgınlık ve provokasyon mu, yoksa savaşın başlangıcı mı?
Savaşın ihtimal dışı olduğunu düşünenler olabilir. Ne var ki kriz içinde olan baskıcı rejimlerin davranışlarının derinlemesine okuması, uzun ve çıkış yolu bulamadıkları bir iç sıkıntı halinde, dışarıyla çatışmanın iç dayanışmayı yeniden sağladığı, iç protestoların nedenlerini ortadan kaldırdığı teorisi temelinde, herhangi bir çatışma hatta savaşı tetikleyerek bu sıkıntıyı başka ülkelere ihraç etmeye çalıştıklarını gösterir.
İran şehirleri aylardır başkent dahil, değişim çağrısı yapan yürüyüşler ve gösterilerle uğulduyor. Bu, bir iç mesele olmaktan çıktı. İran futbol takımının Doha'da milli marşa eşlik etmeyip söylememesi, içeride olup bitenlere yönelik öfkenin bir göstergesi. Geçmişte rejimin argümanlarından sapmaya yönelik tolerans sıfırdı, yani muhalefet şarkısı çalar çalmaz susturulurdu. Bugün ölü sayısı kadar tutuklananların sayısı da artıyor ama korku bariyeri aşıldı.
Olanları açıklamak için sayılacak pek çok neden var; bunların en başında, İran'daki rejimin yaklaşık 40 yıl sonra artık ne devamlılığını koruma ne de değişme gücüne sahip olmaması geliyor. Rejim kendi içinde bir krize girdi.
İkinci açıklamaya gelince; konu hakkında bilgili birçok kişi, İran piramidinin tepesindeki yönetici tabanının giderek daralmaya başladığını itiraf ediyor. Bugün devlette gerçek karar vericilerin bir elin parmaklarını geçmediğini hem yasama hem de yürütme hiyerarşisinde yer alan geri kalanların sadece kararları uyguladıklarını kabul ediyor.  Bu, rejimi destekleyen birçok kesimin onu terk etmesine ve halkın geri kalanıyla birleşerek kınamadan önce olanlara seyirci kalmasına neden oldu.
Gerçek olmasına rağmen bazılarının belki de hazmedemeyeceği üçüncü açıklama, İran'a yakın ülkelerde, yani Arap Körfez ülkelerindeki sosyal ve ekonomik olarak gelişen modeldir. Bu toplumların nasıl kentsel, bilimsel ve ekonomik alanlarda geniş ölçüde geliştikleri, İranlılar tarafından görülüyor. Bu tür bir karşılaştırma İran kesimlerinin farkındalığını etkiliyor ve başarı ile esenlik, başarısızlık ve yoksunluk arasında bir karşılaştırma yapılıyor. Bu da rejimi kızdırıyor ve suçu (dışarısının komplosu) üzerine yüklüyor.
İran rejiminin kendisini içine sürüklediği krizin içinde ayrıca birçok İranlı, Batı modelinin kendi tarihsel ruh hallerine daha yakın olduğunu düşünürken, rejimin Doğu ile iş birliği yapmak zorunda kalması var. Bu düşüncenin kökleri 20. yüzyılın başındaki Meşrutiyet Devriminden geçen yüzyılın ortalarında Muhammed Musaddık devrimine kadarki uzun sürece uzanıyor. Bugün birçok kişi doğrudan (dini yönetimin) İran halklarının seyrinde bir istisna olduğuna ve modern sivil yönetime dönmenin gerekli olduğuna inanıyor.
Bu çıkmazın havası komşularla bir savaş ile alınabilir, bu savaş farklı biçimlerde, sıcak ya da soğuk derecelerde olabilir. Örneğin, halkın mümkün olduğunca en geniş kesimini devre dışı bırakmak için bölgeyi uyuşturucuya boğmak gibi. Birden fazla kez İran menşeli veya İran'a bağlı gruplar tarafından Körfez ülkelerine gönderilen büyük miktarlarda uyuşturucu ele geçirildi. Bu sevkiyatların bir kısmının keşfedilmediğini ve bunu yapmaya istekli çeteler aracılığıyla pazara sokulduklarını varsaymak mantıklı. Bugün, Irak gençliğinin bu bela altında inlediğine dair neredeyse kesin istatistiklere sahibiz ve bir takipçinin, oranların ne kadar büyük olduğunu görerek şaşırması için uluslararası ağa ‘Irak'ta uyuşturucu’ yazması yeterli. Bu uyuşturucuların çoğu doğu sınırında faaliyet gösteren ağlar tarafından “resmi bir kaçakçılıkla” ülkeye sokuluyor.
Ürdün sınırlarından geçirilerek Körfez ülkelerine sokulan captagon haplarının tarihini hatırlamaya gerek yok. Bunu yapan organize ağların arkasında onları zehirli maddelerle finanse eden ve aynı zamanda silahlarla koruyan bir sistem var. Amaç ise “yakındaki toplumları uyuşturmak” ve ardından onları yıkıma sürüklemek. Bu savaş yöntemlerinden sadece biri, hepsi değil.
Yemen'de, İran rejimi ajanlarına gönderilen tehlikeli silahlar dahil olmak üzere silah kaçakçılığı yapıldığı da biliniyor ve kanıtlandı. Husi kontrolündeki genç Yemenlilerin zihinlerini, boş ve uydurma düşünceleri yerleştirmek için anavatanı ve vatandaşlığı inkâr eden fikirlerle doldurmak aynı ülke içinde Yemen toplumunun bazı kesimlerini diğer kesimleri ile karşı karşıya getirmek için birilerinin gönderildiği biliniyor. Amaç, komşu ülkelerin zenginliklerine el koymak ve orada kaos yaymak için Yemen’i bu ülkelere atlama taşı haline getirmek.
Bir diğer savaş yöntemi de bazı Körfez toplumlarında, kimileri, özellikle de “siyasi anlayış açısından kıt” olanlar için parlak görünebilecek farklı sloganlar altında kargaşa yaymak ve toplumsal barışı bozmaktır. Bunun amacı, bu toplumları istikrarsızlaştırmak ve mevcut rejimlerdeki siyasi güvensizliği derinleştirmek ki; bu da yabancılaşmaya, olumsuzluğa ve kurumlara olan güvenin zayıflamasına yol açar, vatandaşların yürürlükteki yasalara uyma, riayet etme ve karşı çıkma derecelerini etkiler. Tabii ki Kuzey Irak'taki sıcak savaşın yanı sıra bunlar, dikkatleri İran halkının protesto eylemlerinden uzaklaştırma çabasıdır.
O halde seçilmesi gereken rasyonel eylem tedbirli olmaktır ve bu, Körfez'deki bazı çatışma aşamalarında deneyimlediğimiz saf güvenden çok daha iyidir. Bunun son örneği, Irak’ın 1990’da güvene ihanetle karşılık veren bir eylemle Kuveyt’i işgal etmesiydi.
İran, iç çatışması şiddetlendiğinde Körfez'deki komşularına karşı doğrudan ve açık bir şekilde harekete geçer mi? Mantıklı cevap; bunun muhtemel olduğudur. Şimdi bunu örtülü yapıyor ama yakında ister Hürmüz Boğazı'ndaki faaliyetleriyle, ister Körfez'in batı kıyısındaki hayati tesislere saldırarak isterse iç cepheyi zayıflatmak için bir noktada iç grupları harekete geçirerek bunu daha belirgin bir şekilde yapabilir. Bunların hepsi mümkündür. Diktatörlükler söz konusu iktidarları olduğunda mantığın dışında hareket ederler. Güç zehir gibidir, öldürücüdür.
Son olarak, ders almak isteyenler ve diktatörlerin karanlık bir deliğe girdiklerinde nasıl düşündüklerini bilmek isteyenler ‘Saddam Hüseyin'in Kayıtları’ adlı kitabı okumalılar.