Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Faydasız tartışmalar

Dinin geleneksel versiyonunun savunucuları ile aydınlanma- modernite savunucuları arasında yararlı bir tartışma fırsatı görmüyorum. Her iki grup da tamamen farklı bir bilgi ve değer sistemine aittir. Aydınlanma savunucuları, çağın ruhunu ve felsefesini bünyesinde barındırır, içindeki bilgi kaynaklarına açıktırlar ve hatta bazıları onu vahiy mertebesine denk bir mertebeye bile koyabilirler, çünkü onlar için akıl, müstakil bir değer ve kanun kaynağıdır. Çağdaş İslam'ın başlıca görevinin, zamanın ihtiyaçlarını ve zorluklarını özümseyebilecek, günümüz dünyasında hüküm süren manevi akımlar ve ideolojilerle diyalog kurabilecek ve anlayabilecek bir inanç modeli sunmak olduğuna inanıyorlar.
Bunun aksine gelenekçiler, yasama ve değerlerin üretilmesinde akıl ile Kur'an'ın eşitliği fikrini tamamen reddederek ikinci sırayı Hz. Peygamber'in sünnetine verir.
Onlar için aklın yeri, Kitap ve Sünnet'e ne paralel ne de onlardan bağımsız olarak kulluk etmektir. Çağdaş İslam toplumuna düşen büyük görev ise, çocuklarını hakim olan Batı medeniyetinin tesirinden korumaktır. Bu savunmacı bakış açısı, bu grubun çok geniş bir fikrî ve fıkhî çıktı yelpazesine yansımış, böylece gelişme için gerekli olan özeleştiriden ziyade güçlü bir şekilde gerekçelendirme ve savunmaya meyletmiştir.
Bu öncüller, her iki grubun da farklı bir şekilde düşündüğü ve yaklaşımının bir aksiyomu olarak gördüğü şeyle çeliştiği için diğer grubun kabul edemeyeceği bir dilde konuştuğu anlamına gelir. Gerçek şu ki, iki taraf da her birinin temel ilkeleri ve üzerinde durdukları felsefi zemin hakkında derinlemesine bir tartışma yürütmüyor, bu tartışma genel vizyonlarında bir değişiklikle sonuçlanmış olabilir. Tartışmalar her zaman ayrıntılarla ve dallarla başlar ve genel ilkelere ulaşabilir, ancak genellikle dallar etrafında dönmeye devam eder. Genellikle şöyle olur: Aydınlanmacılar-modernistler, geleneksel bilgeliği şok eden bir fikir ortaya atarlar.
Buna cevaben, dini mirasın savunucuları, fikirlerinin kaynağını hatırlatan argümanlar sunarlar, söz konusu içtihatların sıhhatini reddederler ve fikir sahibinin hukuki hüküm veya gerçeklere varma ve sonuç çıkarma ehliyetini sorgularlar.
Bu yanıtlar aydınlanmanın kanıtlarını tartışmaz, bunun yerine miras alınan görüşü desteklemek için daha önce kullanılmış olan aynı kanıtları kullanır. Böylece, bazen sağırlar diyaloğu olarak adlandırılan durumla karşı karşıya kalırız: Her iki taraf da diğerinin ilke olarak reddettiği kanıtları sunar, bu yüzden bunu tartışmazlar. Sanki iki taraf, birbirinin konuştuklarını duymadıkları iki ayrı dünyada konuşuyordur. Aslında her birinin kendi zemini, felsefi gerekçeleri, öncülleri, hipotezleri ve eleştiri araçları olan ve diğer dünyadan tamamen farklı iki entelektüel dünyadan bahsediyoruz. Bu nedenle, iki görüşü veya kanıtlarını dengelemede güvenilebilecek tek bir normatif kural veya ortak bilimsel ölçek yoktur. Arapça bir şiirle İngilizce bir şiiri kıyaslamak gibi bir şey bu... Mümkün mü sizce? Elbette hayır, çünkü iki şiir de imge, anlatım ve bağlam bakımından iki farklı dünyaya ait olduğundan, bu bundan daha iyi, daha güzel, daha doğru diyemeyiz. Peki iki akımın birleşmesine veya aralarındaki anlaşmazlıkların azaltılmasına yol açacak bir diyalog başlatmanın imkansızlığına üzülmeli miyiz?
Bence üzülecek bir durum yok. Hararetli tartışmalarda iyi tarafından bakmakta fayda var. Her iki tarafın da kendi fikrini empoze etme girişimi, karşı tarafı çıkarımlarını güçlendirmeye ve tartışma için fikirleri derinleştirmeye sevk edecektir. Tutum birliğini korumak için herkes sussa, bu durum kimseye fayda sağlamaz. Tartışma, yeni içgörüler üretip, insanları eğitirken bilgi ufkunu genişletir.