Abdulaziz Tantik
TT

Din ile doğru bir bağ kurma…

Bir bağ kurmanın kendi içinde ikili bir yapısı söz konusudur. Her türlü bağ kurma girişiminin ikili boyutunu dikkate almayan her hareket yanlışa kapı aralar. Bağ kurmanın iki tarafı olması sebebiyle iki boyuta sahiptir. Bu iki taraf, bağın niteliğini ve niceliğini de kendi içinde taşımaktadır. Doğru ve sahici bir ilişki bu iki tarafın kendi doğal yapıları gereği olması gereken durumu dikkate alarak kurulan ilişki/bağdır. İki insanın ilişkisi ile insan ve insan dışı hayvan, bitki veya insanüstü melek, şeytan veya Allah ile kurulacak bağda da ikili yapıyı dikkate sunmakta büyük fayda var.
Bir bağ kurmada karşı tarafın temel özelliklerini dikkate almak kalıcı bir bağ kurmaya ve niteliğini artırmaya yönelik bir yaklaşımı fırsat olarak sunar. Bencillik, bağ/ilişki kurmada tek taraflı davranmak ve hep kendi önceliğini dayatmaktır. Bu da bağın zedelenmesini beraberinde getirirken ilişkiyi koparmakla da sonuçlanabilecek bir imkânı devreye koyar.
Allah ve O'nun dini söz konusu olduğunda her türlü salt insani düşünme girişimleri dalaletten kurtaramaz kendisini... Din, kendi varlık anlayışını ve kendi bilgi yöntemini kendisi belirleyerek insana yol gösterici rolünü icra etmektedir. Çünkü söz konusu Yaratıcı Kudret olan Allah, hem Kendisi üzerine ve hem de yaratılmış her varlık üzerine hakikati taşıyan bir bilgiye sahiptir. Bu yüzden ‘indirilmiş olan din’ Allah ile insan arasındaki bağın neliğini de bize izhar eden bir usul vermektedir. Yani Allah’ın dini ile nasıl bir bağ kurulacağını da Allah gönderdiği dini ile beyan etmiştir.
Modern felsefenin özneyi eksene alan bilgi sistematiği içinden hareketle din ile kurulabilecek sahici ve sahih bir bağ/ilişki olamaz! Çünkü öznenin bilgisi her türlü bir ‘indi’ görüş olarak varlık kazanacaktır. Bu indi görüş ise kendi içinde zaafı işaret eder. Bu zaaf ise bağa da zafiyet taşıyacaktır.
Olay veya olgu üzerine tecrübe söz konusu olduğu için yorum üzerinden düşünce geliştirmek mümkündür. Ama söz konusu vahyin belirttiği gaybe dair alan ise ki, din gaybe dair alanı imler, o zaman sağlam bir bilgi üzerinden anlama dair sunulan veriler/bilgiler ışığında düşünce geliştirmek zorunludur. Yoksa spekülatif bir bakıştan öte bir şey elde edilmez...
Din, insanın hangi temel ilkeler üzerinden hareketle düşünmesi gerektiğini belirten bir bakışı kendisi sunar. Açık bir şekilde din ile ilgili dinin belirttiği ilke ve bakışın dışında bir düşünce arayışı samimiyet testinden geçse de yanlıştan kurtulamaz. Bu noktada samimiyet ise insan açısından bir konum ihtiva etse de doğru bir zeminde işlevselliğe sahip olabilmesi adına kendisine öğretilmiş biçimi içinde faaliyete taşınması lazımdır. Samimiyet, kendi iç dünyasında bir saflığı taşıması bakımından elzemdir. Bu safiyetin bağa/ilişkiye yansıması önemli… Ama bu saflığı öznenin kendisi ile sınırlı tutmanın oluşturacağı handikabı aşma konusunda yeterliliğe sahip olmadığı da bedihidir.
Saflık, özne ile sınırlı bir zeminde kalmamalı, saflık, her olay ve olguda kendini izhar eder. Burada ise saflık, olay ve olguya yönelik yaklaşımda niyetin saflığını da içinde taşır. Çünkü bir şey ile bağ kurarken, onu olduğu gibi kabul ederek onunla ilişki kurmak saflığın saflığını kendi içinde tutarlı bir şekilde taşır. Varlığın otantik yapısında belirgin bir saflık vardır. Bu saflık salt varlıkta değil, varlığın kendi arasında da kurulacak bağda da bulunmaktadır.
 Peki, bu bağ kurmada saflık nedir?
Saflık, hem olay ve olguda ve hem varlık kategorilerinde olduğu gibi bağ kurmada da kendi yeterliliğini inşa eder. İlişkideki saflık ise her iki varlığın yaratılış amacına matuf özelliği dikkate alınarak kurulacak bir boyutta açığa çıkar…

Allah'a samimi bağlanmak ile O'nun gönderdiği din üzerine bildirilmiş ilmin/vahyin dışında indi görüşler serdetmek iki ayrı kategori ve birbirinin lazımı değildir. Samimiyet bir histir. Allah ve gönderdiği din üzerine konuşmak düşünmek ve fikir üretmek ise vahye ait bir ilme istinat edilmelidir.
Dini bilgi ile bu dini bilgiye dayalı beşeri anlayış ve algılar arasındaki mahiyet farkını dikkate almadan saflık üzerine mülahazalar ileri sürmek bir yanlışı örterek saflığı bozan bir karakteri işaret eder. Ed din, kendisi ile nasıl bir ilişki kurulacağını açık bir şekilde beyan etmiştir. Bu bilginin dışında kalan alanda din ile bağ kurmada akli muhakemeyi devreye almakta bir beis görülmeyebilir. Ama dinin kendi tanımlamalarının olduğu alanda kendi indi görüşünü ileri sürmek bir sorun alanı olarak tanımlanmaktadır dinin kendisi tarafından. Gönderilmiş vahyin niteliğini belirlerken, ‘O Kendi heva’sından konuşmaz’ diyerek peygamberinin konuştuğu her şeyin ilahi bilginin kendisi olduğunu beyan eder. Bu yüzden peygamberlerini tehdit bile ettiğini yine vahiy tarafından beyan edilmektedir. (Ki bu alegorik bir yaklaşım.) Allah’ın gönderdiği bilgiye rağmen kendi indi görüşünü dikte etmenin bir peygambere bile yakıştırılmadığı bir zeminde insanın dine muhatap olurken, kendi indi görüşünü temel alarak bağ kurmaya çalışması bir delalete düşme hikâyesinden başka bir şeye tekabül etmez!
İndi görüş, kişinin kendi akli muhakemesinden ve tecrübesinden hareketle kendi görüşlerini merkeze alan bir yaklaşımla din ve Yaratıcı Kudret üzere konuşmaya cüret etmesi sonucu ulaştığı bakıştır. Ki vahiy bunu kesinlikle yasaklamaktadır. Yani Din, insan ve din ilişkisi ile İnsan ve Allah ilişkisinin de niteliğini belirler, sınırlarını çizer ve davranış kalıplarını da ortaya koyar. Kulluk zaten ancak kendisine indirilmiş vahye bağlı kalarak yaşama çabasıdır.
Bu noktada en temel sorun; vahiy ve örnekliği temsil eden peygamberin bize sunduğu şey ile bu sunulan şey üzerinden kişide meydana gelen tutum ve düşünüş arasındaki derin ayrımdır. Bu ayrımı doğru kavramadan din ile sahih ve sahici bir bağ kurulamaz… Burada kişide meydana gelen tutum ve düşünüş yine dinin temel özellikleri ile örtüşmek ve orada belirginleştirilen sınırları bilerek değerlendirme yapılır. Yani kişinin tutum ve düşünüşünün doğru olduğunu da belirleyen dinin bildirdiği temel umdelerle uyumudur.
Bir noktanın daha altını çizmeliyiz: Gönderilmiş vahye dair bilgi ile bu bilginin işaret ettiği usulü dikkate alarak elde edilmiş bilginin sağlamasının yapılabilmesi babında önemli bir konumu ihtiva eder. İslami ilim geleneği içinde kalarak bilgiye ulaşma çabası, dinin uygulamadaki esnekliğinin sahih ve sahici bir zeminde işlevselleşmesine katkıdır. Çünkü bu zeminde elde edilen bilginin sağlaması bizatihi dinin inşa ettiği usul üzerinden yapılabilir. Bu usul ise hem peygamber (aleyhisselam)ın ortaya koyduğu yaklaşım ve hem de peygamber terbiyesinden geçmiş sahabenin üzerinde ittifak ettiği temel meselelerle ve bakış usulünü de içerir. İşte bu usul geleneği bize sahih bir bağ kurmanın bakışını da sunar. Bunun dışında kalan ve herhangi bir insani bilgi üzerinden üretilmiş disiplinler üzerinden dine yönelik bir yaklaşım geliştirmek ise bu çizginin dışında kaldığı için sorunludur. Kendi alanında bu disiplinlerden yararlanmak başka bir şey bu disiplinlerin kazandırdığı bakış üzerinden dine ve dinin işlevselliğine yönelik yaklaşım geliştirme çabası başkadır.
Din ve kültürü ilişkisi de bu düzlemde ele alınabilir. Bu yüzden mümin bir insan, kendisine ‘beyan’ edilmiş bir alanın dışına çıkmaz! Din ile kurulacak bağda beyan esas alınır. Ama beyanın açık olmadığı ve tarihsel sürekliliği içinde din ile irtibatlı oluşan kültürün dini temel ilkelerle uyumu çerçevesinde kabulü veya değişimi söz konusu edilebilir. Burada her düşünce ve kültürün sabit ve değişken boyutu içermesi gibi dinin temel bakışı içinde de sabit ve değişkenlerin yine dinin kendi temel usulüne uygun bir şekilde düşünülerek ortaya konulması din ile sahici bir bağ kurmanın olmazsa olmazıdır.
Din ile saflık üzerinden kurulacak bağ, dinin kendisini tanımladığı ve çizdiği alan ile kayıtlayarak kurulandır.