Ezan okunması Batılı ülkelerdeki Müslüman azınlığın menfaatine midir?
ABD'nin Minnesota eyaletine bağlı Minneapolis kentinin Belediye Meclisi geçtiğimiz günlerde oybirliğiyle kentin camilerinden ezanın günde beş kez halka açık okunması için onay verilmesi lehinde oy kullandı. Amerikan tarihinde türünün ilki olan bu kararın, Avrupa ve Amerika kıtasındaki Müslüman azınlıklar da uyandırdığı sevinç, yukarıdaki soruyu gündeme getirdi.
Elbette pek çok kişi bu soruya karşıt bir soruyla cevap verecektir: Ezan okuma sünnetinin Müslüman azınlıkların menfaatine olmadığını söyleyecek dinini seven bir Müslüman var mıdır?
Tam bir şeffaflık ve dini duyguları kabaranlara, niyetleri iyi olanlara, bu dikkate değer tarihi başarıdan memnun olanlara karşı tüm takdirlerimle, bence konu, olayın boyutlarına, sonuçlarına ve yan etkilerini de bakan, duygulara ve hızlı anlık kazanımlara kapılmayan sakin ve rasyonel bir incelemeyi gerektiriyor.
Ezan okunmasına izin verilmesini talep eden kampanyaya öncülük ederek ulaşılmak istenen asil ve değerli hedefleri çok iyi anlıyorum. Ezan sesini kilise çanları ve diğer mabetlerin dinî çağrı yöntemleri ile bir tutan bu tarihi karardan Müslüman azınlıkların duyduğu sevinci daha çok anlıyorum. Dini ve ırkçı yönleriyle aşırı sağın Müslümanlara yönelik tehditlerini artıran uğursuz 11 Eylül saldırılarının akabinde hakim olan hayal kırıklığının ardından bu kararla Müslüman azınlıklara nüfuz eden manevi kazanım duygusunu da takdir ediyorum. Neticede ve bu kararla coşkuya kapılanların takdirine göre, ezan, devletin en yüksek otoritesi tarafından alınan bir kararla yasal hale geldi, o halde neden dinimizden utanalım?
Bu kişilerin bir bölümünün ezan sesini gayrimüslimleri camileri ziyaret etmeye cezbedecek bir unsur olarak gördükleri muhakkak. Bazıları da şunu sorguluyor: Müslüman azınlığın kanunla elde ettiği bir hak nedeniyle ne zamana kadar utanç, korkaklık, çekingenlik duyacak ve zilletle boyun bükeceğiz?
Öte yandan ezanın okunması konusuna farklı bir açıdan bakıp avantajları ve dezavantajları olduğunu düşünenler de var. Bu dezavantajlardan biri, yatsı ve sabah namazlarında hoparlörle okunacak ezanın gayrimüslimleri için rahatsız edici olmasıdır (yasa, Minneapolis kentindeki camilerde günde beş vakit için ezan okunmasına izin vermiştir). İslam ülkelerinde dahi camilerin çevresinde yaşayan bazı kimseler, özellikle çocukları için yüksek ezan sesinden şikayet ederken, gayrimüslim Amerikalıların durumuna anlayış göstermek daha doğru olmaz mı?
Ürkütücü bir şekilde yükselen ve ülkelerin kılcal damarlarına, medyaya, siyasi partilere ve eğitime sistematik bir şekilde nüfuz eden aşırı sağcıların ve İslamofobi bağımlılarının tepki gösterme olasılığından ise bahsetmiyoruz bile. Bundan başka bazı Müslümanların uyguladıkları ve aşırı sağ ile çevrelerinin kendisini sadece kasıtlı tahrik olarak gördükleri bazı dinî davranışlar ve görüntüler çoğaldıkça aşırı sağa sempati ve katılım da artıyor.
Hikmet, ateşli ırkçıları ve aşırı sağcı haydutları kışkırtacak herhangi bir dinî görünümden kaçınmayı gerektirir. Bu görüş, iyi bilinen bir fıkıh kuralı tarafından da destekleniyor; def’-i mefsedet celb-i maslahattan evlâdır (zararlı şeyleri uzaklaştırmak, faydalı şeyleri elde etmekten daha mühim ve önceliklidir).
Sonuç olarak, Batılı ülkelerde şehir ve mahallelerinde ezan okunması konusu yarar ve zararı tartısında ele alınıyor. Coşkuyla destekleyenler ezanın okunmasında olumsuzluklardan etkilenmeyen büyük yararlar olduğunu düşünüyorlar. Bu konuda çekingen olanlarsa, olumsuzlukların daha fazla olduğuna, bu nedenle mantık ve sonuç değerlendirmesinin rasyonalitenin dini duygulara üstün tutulmasını gerektirdiğine inanıyorlar.